Mesela demokrat kişiliğine hep saygı duyduğum Hüseyin Ergün tespitime “Hayır; tam tersine, Türkiye kazanıyor çünkü irin dışa akıyor“ diye itiraz ediyor. Bir okurum da “Bu şekilde anti-demokratik icraatlar sergileyen ve seviyeyi oldukça düşüren, varlıklarının ülkeye son tahlilde çok da yararı olmadığını düşündüğüm iki kurumun birbirlerini zayıflatması, uzun vadede ülkemiz için neden kötü olsun?“ diye soruyor.
İrin içeriye mi dışarıya mı akıyor?
Tartışmanın eksenine Ergün’ün “irin dışa akıyor” önermesini almak işimizi kolaylaştırabilir. Gerçekten de teorik olarak, birbirini çok yakından ve iyi tanıyan; birbirlerinin defolarını ortaya çıkarma imkânına sahip iki gücün böylesine amansız mücadelesinin ülkenin arınmasına katkıda bulunması beklenir.
Fakat pratikte işlerin tam tersine geliştiğini, irinin dışa değil içe aktığını düşünüyorum. Örneğin her iki tarafın sosyal medya üzerinden dolaşıma soktuğu dinleme kayıtlarını ele alalım: Bu kayıtlar sayesinde, bir yandan rüşvet, yolsuzluklar ve bunların beraberinde getirdiği her türlü ahlaki çöküntüyü; ayrıca Başbakan’ın basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı gibi demokrasinin evrensel değerlerini umursamadığını; öte yandan Fethullah Gülen’in bir dini cemaat liderinin çok ötesinde, dünya işleriyle ve dolayısıyla siyasetle fazlasıyla ilgili kişi olduğunu öğrendik.
Öğrendiğimizle kalıyoruz
Peki sonra ne oldu? Galiba öğrendiğimizle kaldık. Bu kayıtların, tarafların karşılıklı olarak birbirlerini yıpratmalarına yol açtığı muhakkak. Fakat kayıtlar aracılığıyla edindiğimiz bilgilenmelerin ülke olarak arınmamıza katkıda bulunduğunu söylemek çok zor, hatta imkânsız. Çünkü her iki taraf da bu kayıtları topluma iyilik yapmak için değil, düşmanına kötülük yapmak için, denetimli bir şekilde dolaşıma sokuyor.
Eğer sahiden toplumun iyiliğini düşünmüş olsalar, bu kayıtları hiç bekletmeden, sıcağı sıcağına devreye sokar ve olayların başka türlü akmasına neden olabilirlerdi.
Farkındayım, epey karışık oldu. Ancak şu basit soruyla meramımı daha iyi anlatabilirim sanıyorum: Eğer cemaat-hükümet çatışması olmasaydı, vatandaşlar, titizlikle istiflendiği belli olan bu kayıtlardan haberdar olabilirler miydi?
Bir diğer soru da şu olabilir: Taraflar ellerinin altındaki kayıtları ayıklarken ve bunların yayınlanacağı zamanı hesaplarken neyi gözetiyor: kamu yararını mı, yaşanan savaşın gidişatını mı?
Hep birlikte batıyoruz
Girişte atıfta bulunduğum yazıma ilkin “Cemaat ve hükümet birlikte batıyor, Türkiye’yi de batırıyorlar” başlığını atmayı düşünmüştüm. Nasip bu yazıyaymış! Normal şartlarda cemaat ile hükümetin birbirlerini tüketmesiyle Türkiye’nin önünün açılması beklenirdi. Ama 17 Aralık’tan bu yana yaşadıklarımıza baktığımızda böyle olacağının herhangi bir garantisi bulunmadığını görüyoruz. Çünkü onların birlikte batmalarından da istifade ederek kendisini Türkiye toplumuna bir iktidar alternatifi olarak sunabilecek üçüncü bir güç ortaya çık(a)madı ve yakın zamanda çıkacağa da benzemiyor.
Akla ilk olarak CHP geliyor, ancak ana muhalefet partisi yerel seçim kampanyasını büyük ölçüde cemaatin, iktidar partisi ve özellikle Başbakan Erdoğan’a indirdiği darbeler üzerine inşa etmiş durumda. Bu kampanyanın başarılı olması hâlinde CHP’nin cemaate hayli borçlu kalacağını ve Cemaat-AKP ittifakı deneyiminden hareketle, bunun da yeni tür bir vesayet ilişkisini beraberinde getireceğini düşünebiliriz.
Cemaat-hükümet savaşından olumsuz anlamda etkilenmeyen yegâne gücün, bütün tereddütlerine rağmen Kürt siyasi hareketi olduğunu söyleyebiliriz. Fakat BDP’ye kardeş olarak devreye giren HDP’nin henüz emekleme aşamasında bile olmaması nedeniyle bu hareket tüm Türkiye’ye hitap etme imkânına sahip değil
Sonuç olarak 17 Aralık sürecinde irin dışa değil içe doğru akıyor ve Türkiye hızla dibe doğru yol alıyor.
Umarım tersi doğru çıkar ve ben de mahcup olurum.