Türkiye İçişleri Bakanlığı bugün sabah saatlerinde, Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, Batman Belediye Başkanı Gülistan Sönük ve Urfa Halfeti Belediye Başkanı Mehmet Karayılan'ın görevden uzaklaştırılarak yerlerine kayyum atadı. Akademisyen, yazar Vahap Coşkun, iktidarın kayyumlardan neden vazgeçmediği, DEM Partili belediyenin yanı sıra CHP’li belediyeye de kayyum atamasını olası yeni ‘çözüm sürecine’ etkilerini değerlendirdi.
Coşkun’un dört noktaya işaret ettiği, Serbestiyet’te yayınlanan yazısı şöyle:
‘’Türkiye, haftaya Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyım atadığı haberiyle uyandı. İktidar, sekiz yıl önce Demirtaş ve Yüksekdağ’ı gözaltına aldığı günde, bu kez de DEM Parti’nin bir büyükşehir, bir il ve bir ilçe belediyesine yeniden el koydu. On gün önce Urfa’da AK Partili ve DEM Partili iki ailenin kan davasına son verilmesinde kilit bir rol oynayan ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ileaynı karede yer alan Ahmet Türk, üçüncü kez kayyım zulmüne maruz kaldı ve bir dünya rekoruna imza attı, elbette kendi isteği dışında.
Kayyımın hukuki hiçbir tarafının bulunmadığını söylemeye hacet yok. Yine kayyımın, Kürtleri en temel haklarından biri olan seçme ve seçilme hakkından mahrum ettiği, bu yönüyle de vatandaşlık ilişkisinde tahrip edici bir işlev gördüğü de izahtan vareste olsa gerek.
Keza kayyımların, muhalefetin alanı daralttığı ama iktidara da yaramadığı da belli. Zira kayyımların iktidarın zemin kaybetmesine ve Kürt seçmenlerden aldığı desteği giderek daha hızlı yitirmesine neden olduğu, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak derecede, açık. 2024 yerel seçimlerinin sonuçları, görmek isteyenlere çok net bir tablo sunuyor.
Peki, bütün bunlara iktidar kayyımlardan neden vazgeçmiyor? Bilhassa yeni bir çözüm süreci tartışmalarının yoğunlaştığı bu dönemde iktidarın önce CHP’li Esenyurt, sonra da DEM Partili Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyım atamasının altından hangi “hikmet” yatıyor? Bu adımın sebepleri ve sonuçları ne olabilir?
Felç olan ruhi ve zihni konfor
Dört noktaya işaret edilebilir bu kapsamda:
1. İktidarın DEM Partili belediyelere el atmasını kimileri, zaten bir çözüm sürecinin olmadığının ve 1 Ekim’den beri olan bitenin bir tiyatro olduğunun açığa çıkması olarak yorumladılar. Aksi kanıdayım. Kayyımlar, bir sürecin olmadığından ziyade, süreçte işlerin iktidarın istediği gibi gitmediğinin bir göstergesi. Devlet, muhtemelen muhatapları ile bir mutabakata varamadı, onun için de dişini gösterdi.
İki ihtimal var bundan sonra: Eğer işler rayına girerse, kayyımların burada durması beklenebilir. Yok, anlaşmazlık derinleşirse diğer belediyelere de kayyımlarla el konulması sürpriz olmaz. Bir süre önce 27 belediye için kayyım dosyasının hazır olduğunu bildiren ve devletin ilgili birimleri medyaya sızdırılan haberler, hava bozulduğunda rüzgârın hangi yönden eseceğini göstermesi açısından önemli.
Ayrıca, mevzuu sadece kayyımlarla sınırlı da kalmaz. PKK’ye dönük Suriye ve Irak’ta operasyonlar hız kazanabilir. Çözüm süreçlerinin değişmez yazgısıdır; eğer süreçlerde başarı elde edilmez ve görüşmeler kesilirse, yumuşuma dönemlerinin ardından yoğun sertlik dönemleri gelir.
2. Bahçeli’nin 1 Ekim’de uzattığı el ve Öcalan’ı baş muhatap haline getiren söylemleri, sadece muhalif kesimlerde şaşkınlık yaratmadı, aynı zamanda iktidar çevrelerinin de ezberini bozdu. Çözüm sürecinin sona ermesinden sonra yaklaşık on yıldır çok emin bir sahada konumlanan ve iktidarın kabullerinin dışında kalan her adımı terörle ilişkilendiren iktidar çevrelerinin fikri ve ruhi konforu felç oldu.
Onlar ne Bahçeli’yi eleştirebiliyor, ne de gönül rahatlığıyla siyasi bir çözümü savunabiliyordu. Devletin gücünü arkasına almanın rahatlığıyla bir gün öncesine kadar kendi dışındaki herkesi terörizmle ilişkilendirirken, bir gün sonra demokratik mekanizmaların meziyetlerinden bahsetmek kolay değildi. Kolay olsa bile, ikna edici olmazdı.
İktidar kayyımlarla fikri bir belirsizliğe düşen ve bundan rahatsız olan kendi taraftarlarına, onları rahatlatan bir mesaj da vermiş oldu. Özetle verilmek istenen mesaj; bir sürecin ancak devletin belirlediği sınırlar dâhilinde yürütüleceği ve bu yapılırken de asla teröre taviz verilmeyeceğiydi. Kayyımlar, devletin tavizsizliğinin bir işaretiydi ve dolayısıyla bir endişeye de mahal olmadığıydı.
Zoraki birliktelik
3. 2016’da belediyelere kayyım atandığında HDP tek başınaydı. Öyle ki, iktidarın yaptığı hemen her düzenlemeyi AYM’ye götürmekten imtina etmeyen CHP, HDP ile aynı sepete konmamak için Anayasaya açık bir aykırılık taşıyan kayyımları AYM’nin önüne taşımadı. Fakat bu kez durum farklı; kayyımlara karşıtlığı sadece DEM Parti sırtlamıyor, CHP de bu hukuksuzluğa karşı omuz veriyor.
Esenyurt’ta İmamoğlu ve Özel, kayyım atanmasına en üst perdeden itiraz etmişlerdi. Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyım atandığında da İmamoğlu hemen tepki gösterdi, iktidarın kontrolü kaybettiğini belirtti ve başkanı olduğu Türkiye Belediyeler Birliği’ni bu konuyu görüşmek üzere olağanüstü toplantıya çağırdı. Özel de hemen Batman ve Mardin’in yolunu tuttu ve “Türkiye’de barış denilince ilk akla gelen siyasette diyaloğun en önemli isimlerinden” diye nitelediği Ahmet Türk ile dayanışmaya gitti.
Böylece kayyımlara karşı DEM Parti ile CHP birlik görüntüsü verdi. Bazıları, CHP’nin iktidar tarafından DEM Parti’nin kucağına itildiğini, bunun bir tuzak olduğunu ve bu tuzağa düşen CHP’nin günün sonunda kaybedeceğini söylüyor. Ancak bundan o kadar emin olmamak lazım; çünkü böylesi bir birlikteliğin kaybetmeye mahkûm olmadığı 2024’te görüldü.
4. Kayyımlar, bir taraftan CHP’nin DEM Parti ile yakınlaşmasına vesile olurken, diğer taraftan da CHP’nin kendi içindeki ayrışma dinamiklerini tetikliyor. CHP’de partinin kayyımlar konusunda aldığı tutumdan rahatsız olan ve bu rahatsızlığı kamuoyuna da gösteren bir kesim var.
Yavaş’ın başını çektiği bu kesimin içinde Bolu ve Afyon belediye başkanları da bulunuyor. CHP şimdilik bu iki farklı kesimi bir arada tutabiliyor ama kayyım meselesi biraz daha dallanıp budaklanırsa, CHP’nin bu zoraki birlikteliği sürdürmesi mümkün olmayabilir.
Belki de CHP için doğru olan budur. CHP’nin hep iç rekabetlerle anılır olmaktan çıkması ve gerçek manada Türkiye’nin yönetimine talip olması için belki de olması gereken, belirsizliklerin giderilmesi ve partinin siyasetinin, liderinin ve dahi adayının netleşmesidir.
Türkiye siyasetinde kayyım pilavı daha çok su kaldırır gibi görünüyor.’’