Türkiye\'nin egemenliğindeki kuzey Kürdistan\'da 30-35 yılı aşkındır devlet ile Kürtler arasında kesintisiz bir savaş yaşanıyor. Bu savaşın tek sorumlusu yüzyıllarca Kürtleri yok sayan, bastıran, katliamlardan geçiren, asimilasyona tabi tutan, her türlü aşağılanmayı, horlanmayı reva gören Türk egemen sistemin kendisidir. İşte, kökleri uzun bir tarihe, geçmişi zengin bir mirasa dayanan bu sorunun çözümü için her parçada olduğu gibi kuzeyde de kıyasıya bir mücadele yürütülüyor. \
\
Devletin Kürtlere dayattığı bu ölüm-kalım savaşında Kürdistan büyük ölümlere, yıkımlara, tahribatlara sahne olmuşsa da aynı zamanda Kürt halkı açısından büyük kazanımları olan bir savaş olmuştur. Muazzam ulusal, siyasal ve örgütsel gelişmelere yol açmıştır. Kürtlere dayatılan inkâr, imha ve asimilasyon politikaları sonuç almamış, devletin resmi ideolojik kalıpları paramparça edilmiştir. Artık Kürt sorunu, kendini Türkiye\'nin gündemini acil olarak çözüm bekleyen bir sorun olarak koymayı başarmıştır. \
\
Gelinen aşamada savaştan çok barışçıl ve demokratik yöntemler ön plana çıkmıştır. Buna hem Devlet, hem Kürt tarafı da kendini hazır hissediyor. Daha önce Oslo\'da başlatılan çözüm süreci böylesi gelişmelerin bir sonucudur. Çünkü ne devlet zamanı geçmiş klasik politikalarla süreci sağlıklı bir noktaya götürebilir, ne Kürt hareketi eski yöntemlerde diretebilir. Dünya ve bölgedeki hızlı gelişmeler, her kese değişimi dayatıyor. Politikalarını gözden geçirmeyen, kendini yeni koşullara ayarlayamayan, değişime direnen her siyasal iktidar veya hareket demokratik değişim rüzgârı karşısında ayakta kalması çok güç. Eski alışkanlıklarda ısrar etmesi durumunda hem kendisine, hem halkına en büyük kötülüğü yapmış olur. \
\
Aslında Türk devleti ve Erdoğan hükümetinin, genelde Kürtlere yakın olma isteği, kuzeyde çözüm arayışları ilk defa Amed meydanında sonra mecliste Kürdistan ismini itiraf etmesinin altında yatan böylesi bir gerçekliktir. Bölgemiz değişiyor, Türkiye değişmek istiyor, değişmek zorunda. Eğer çözüm sürecini demokratikleşmeyi başaramazsa, herkesten önce Türk devleti kaybeder. Bunu en iyi gören Erdoğan\'ın kendisidir. Amed meydanında Barzani ile birlikte Kürdistan ismini anmak aslında Kürtlere bir mesajdır. Bu Kürtleri bir halk olarak kabul etmenin ilanıdır. Sadece güneyli Kürtleri değil kuzeyi, tüm Kürtleri kabul etmenin itirafıdır. Dolaysıyla söz konusu gelişmeleri bir komplo, kirli bir ittifak olarak görmek ve değerlendirmek son derece yanlış olur. Ebetteki Kürtler Erdoğan veya hükümetinin her sözüne inanmayacaktır. Bir millet olmaktan doğan tüm haklarını kazanıncaya kadar mücadelesini sürdürecektir. Ama her olumlu gelişme karşısında sevinmeleri, heyecan duymaları da son derece doğaldır. Birileri bundan neden rahatsızlık duysun ki.\
Kaldı ki Ortadoğu da Kürtler neredeyse devletleşmeye yakın bir süreci yaşıyor. Tüm gelişmeler yavaş yavaş Kürtlerin lehine dönüyor. Ciddi politik hataları yapılmadığı taktirde hiçbir güç Kürtlerin önünü tutamaz. Çünkü Kürtler artık bölgede hem ciddi bir aktör, hem da son derece dinamik bir güçtür. Her ne kadar Kürtlerin yaşadığı tablo ileri bir düzeyi ifade etse de hala başarmaları gereken, çözüme kavuşturmaları gereken çok önemli görevler vardır. Bu sorunların başında ulusal birlik sorunu, ikincisi demokratik değişim sorunudur. \
\
İşte tüm toplumların, siyasal iktidarların değişim ve dönüşüm arayışında olduğu bir süreçte, Kürtlerin yerinde sayması, değişimlere ayak diretmesi kabul edilebilir bir durum değildir. Çünkü en fazla değişime ihtiyaç duyan, gelişmelere ayak uydurması gereken Kürtlerdir. Bu anlamda genelde Kürtler, özelde kuzey Kürdistan Kürt siyasal hareketi, barışçıl ulusal demokratik bir değişimi mutlaka başarabilmelidir. Böylece kendisiyle barışık demokratik kültürü içselleştiren bir siyasal hareket toplumun tüm kesimlerini de kucaklayabilir. \
\
Kendi içinde değişmeyen, demokratik değerleri hazmedemeyen bir hareket hiçbir parti veya siyasal bir toplulukla birlik kuramayacağı gibi, demokratik toplumun gelişmesini de engeller. Ne yazık ki bu durum kuzey Kürdistan siyasal hareketin yaşadığı en büyük handikabıdır. Bu son derece otoriter, anti demokratik, baskıcı zihniyet hiçbir farklı siyasal çalışmaya tahammül göstermiyor. Benimle olmayan düşmanımdır yaklaşımı hâkimdir. Her nekadar söz konusu despotik anlayışın aşılması için değişik arayışlar, özverili çabalar olsa da, onları da adeta nefessiz bırakıyor. \
\
Sonuç olarak; Kürdistan siyasal hareketi bir yol ayrımındadır demek doğru bir tespit olur. Katılmamak mümkün değildir. Ya ulusal demokratik bir yaklaşımla toplumun tüm kesimlerini kucaklayarak mücadeleyi daha üst seviyelere tırmandıracak böylece ulusal birliğe giden yolu açacak, ya da büyük emek ve şehit kanı üzerine inşa edilmiş Kürt hareketine kaybettirecektir. \
\
17 aralık 2013 Selahattin Gün \
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.