Ne herşey ne de hiçbirşey
Hiçbirşeyin istediği, beklediği, umud ettiği gibi gitmediği zamanlarda bir köşeye kaçıp masal dinleyesi geliyor insanın.
Hiçbirşeyin istediği, beklediği, umud ettiği gibi gitmediği zamanlarda bir köşeye kaçıp masal dinleyesi geliyor insanın. Bir de masal yazası.. Bağımsızlığını elde etmiş halkların insanlarına bir de bu yüzden imrenirim zaten; masallar yazarlar, saçma sapan ama buna rağmen okunan öyküler, romanlar yazarlar. İnsanların bunu okuyacak boşlukları vardır. Ne yazık ki bizim yok. Gerçekçi olmak ve her yaşananı ‘amacı nasıl etkiler’ başlığıyla ele almak zorundayız. Burada duygu, heyecan, tepkiler... amaca içerilir. Dava sahibi olan bireyin de, halkın da ciddi olmak sorumluluğu vardır. Yani kısaca; çocuklarımız masal anlatabilsin ve masal dinleyebilsin diye yanmak zorunda olduğumuz zamanlardayız hala...
Türkiye kaynıyor. Anlaşılan o ki, buz dağının görünen yüzünü konuşup duruyoruz. Bir gemide de değiliz biz Kürtler.. Buz denizinde hepimiz ayrı filikalarda yüzüyoruz. Sonu belli olmayan kargaşa ve kaosun bize neler yaşatacağını da henüz bilemiyoruz. Fakat şöyle olsa böyle olabilir mi, diye düşünceler dönüyor kafamızda. Hepimiz de bir şekilde yazıyoruz. Bu yılın başından beri yaşanan tüm olaylar içinde bazı arkadaşlar yazdılar; ‘Türk devleti benim gözümde meşru değildir’, ‘PKK ihanetini halk kabul etmemelidir’, ‘PKK ulusal kurtuluş hareketimizdir’, ‘hangi hükümet olduğu önemli değil, AKP gitse de birşey değişmez’ ya da ‘AKP kesinlikle gitmemelidir’....
Birincisi birşeyin varlığını ya da yokluğunu, geçerli olup olmadığını bizim duygu dünyamız, algılarımız belirlemez. Türk devleti vardır ve bu devletin nasıl şekil alacağı bizi ilgilendirir. Bu çerçevede geçen on yılın Kürt siyasetine imkan açtığını gözardı etmemeliyiz fikrini hala savunuyorum. İrade olmak gerektiğine de sonsuz inanıyorum. İkincisi, PKK önemli bir aktördür. Fakat tek başına Kürt ulusal kurtuluş hareketi değildir. Böyle olmamasına rağmen, Türkiye’de siyasetin muhattabı olan tek Kürt örgütü olması tam bir paradokstur. Ve bu paradoks bütün Kürtleri bir biçimde etkiliyor. Abdullah Öcalan’ın devletsiz, misak-ı milli sınırlarına dayanan çözümü ve buna ‘devlete verdiğim söz’ tanımı getirmesi tartışmaya açıktır ve red hakkını doğurur. Ancak bu red hakkını tanımayarak halkın değerleriyle kazanılmış tabana dayanarak farklı her düşünceyi ‘ihanet’ sarmalında hedefe oturtmak da otomatik olarak ulusallığı düşürür. Bu kadar kafa karışıklığı ve muhalefet ortamında kendini dayatmak, kendi çözümünü tek çözüm olarak zorlamak bugün ve gelecek açısından endişe vericidir.
PKK’nin bu ortamda kendini savunma olarak tabandan yayılan söylemi; ‘Abdullah Öcalan siyaset yapıyor. Pratiğe bakın’dır. Pratiğe bakıyorum; Beşikçi Hoca’nın düşüncelerini boşa çıkarmak için kullanılan argümanlar, Batı Kürdistan’da yaşananlar, HDP çok önemli veriler olarak bu endişeleri sadece derinleştiriyor. Diğer yandan PKK’nin bu endişeleri ortadan kaldıracak pratiği nasıl olurdu diye düşündüğümde;
1- ‘Devletsiz çözüm bizim geliştirdiğimiz modeldir. Bunu ulusa dayatmıyoruz. Herkesin kendi çözümü için yürüttüğü mücadeleye saygı duyuyoruz ve ulusal düzlemde üzerimize düşeni yapmaya hazırız’ demelidir.
2- Silahı, içerde baskı aracı olarak kullanmaktan vazgeçtiğini açıklamalıdır. Bir Kürt hareketinin, ulusallık iddiasında olan bir Kürt hareketinin Kürtler arası siyasette zor aracı olarak silahı kullanması kabul edilemez. Özellikle Batı Kürdistan’da bu konuda ısrar edilerek KDP’nin iç savaşa girmeme kararının suistimal edilmesi ilerde orada yaşayan halka karşı aşırı islamcı güçlerin katliamına ve siyasal arenada boşa çıkmaya yol açacaktır. Madem ki ulusal oluşum aşamasındayız ve tarihi fırsatlar var karşımızda, ulusal olduğunu iddia eden bir hareket, bu fırsatların vücut bulması için kendinden de vazgeçebilmelidir.
3- Bu aşamada kurumlaşmanın anlamını hepimiz biliyoruz. Bu kurumlar ulusal düşünce ve karakteri eritmek değil, güçlendirmek temelinde olmalıdır. Bu nedenle tüm siyasal alanlarda atılan adımların hassasiyetle ve her düşüncenin onayına açık atılması gerekir.
4- Son olarak Abdullah Öcalan’ın ulusal kongre çağrısının gerçekleşme ihtiyacını hemen her çevre dile getirmiştir. Ancak PKK ulusal kongreden neyi beklediğini ve neyi amaçladığını halka deklare etmelidir. Doğal olarak, strateji gereği ulusal bir kongrenin öncülüğünü bağımsızlıkçı bir güç ya da güçler yapmalıdır. PKK, bulunduğu pozisyon ile paradoksal bir duruma yol açarken, kongreye nasıl bir çözüm önereceğini ortaya koymazsa durum daha çıkmaz bir hal alır ki, yapılmaması yeğdir.
Sonuç olarak, saldırmak çözüm değil. Birbirini yok saymakla yok olunmuyor. Ancak herşey benim demekle de herşey olunmuyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Nerina Azad
Bu makale toplam: 10264 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:20:59:54