25 Eylül 2017 Kürdistan Bağımsızlık Referandumundan bu yana halk ciddi badireler atlattı. Düşman kapıya dayandı, Hewlêr’in düşmesine ramak kaldı. Ekonomik kriz hayatı çok zorladı. İnsanlar elde avuçta ne varsa dökerek ayakta kaldı. Belirsizlik birçok ailenin Kürdistan’ı terk etmesine neden oldu. Kurumlar çalışmadı, okullar gelecek vadettiği için değil, olması gerektiği için açıktı. Toplum ağır travma yaşadı. Ne yazık ki küçükten büyüğe herkes bundan nasibini aldı. Ama ayakta kaldı. Nasıl mı; defalarca ölümle yüzleşmenin öğrettiği sabır yüklü yaşamak alışkanlığıyla…
Ve en ağırı da bunları, bir gün öncesine kadar dünyanın kahramanı olan, göğsünü DAİŞ’e siper ettiği için alkışlanan, neredeyse her gün üst düzey ziyaret ve minnet ifadeleri kabul eden Kürtler yaşadı. Döktüğü kanın ve bu kadar minnetin karşılığında dünyanın vicdanına bir kere daha, her şeye rağmen bir kere daha inanmak isteyen Kürtler… Tarih boyunca düşmüş kalkmış, ihanetle kardeşliği kucak kucağa yaşamış, yaşamı ölüme emzirterek savaşmaktan vazgeçmemiş ve nihayet gerçekten var olmak umudu, heyecanıyla ilk kez coşkuyla kendi toprağında kendisi için hayal kurabilen Kürtler…
Sözüm dünyaya değil, dünyanın vicdanı da dize gelebilirdi; ‘b i z’ değil, ‘BİZ’ olsaydık…
Referandum günü hafızamdaki en parlak gündür. Oy kullanmaya Kürdistan’ın kuzeyinden o güne tanıklık etmek için gelmiş dostlarla gittik. Dolu dolu bir heyecanla, tarihin yazılışına ortak oluyoruz gibi ukala bir çocuğu taşıyan gururla, öyle göğsümüzü gere gere. O kadar ışıltılı bir anı ki, sonbahardı oysa; okula girdim, insanların hepsinde aynı heyecan… O ışıltı, o aydınlık gözlerdeki mutluluğun enerjisidir mutlaka, gün bile bizimdi çünkü. O gün sadece Kürtlerindi… Sandığın başına gittim. Sınıf sıralarından birine oturmuş çok yaşlı bir amca vardı. Sanıyorum eski bir peşmêrgeydi. Oyunu kullandığı parmağından anlaşılıyordu. Bastonuna dayanmış, oy kullanan herkesi izliyordu. Sandığa düşen her pusulayla yüreği de düşüyordu sandığa. Pusulamı atarken gayrı ihtiyari ona gülümsediğimi hatırlıyorum. Herhalde merak etme demek içindi, ‘evet dedim’. Hakkıydı çünkü o gün O’nun, onlar, Kürdistan uğruna yitip gidenler için yaşamın anlamıydı. Evet ya da hayır desin, tüm Kürtler için öyleydi.
Şimdilerde dönemin dışişleri bakanı Rex Tillerson’un ABD adına Başkan Mesud Barzani’ye gönderdiği mektup çokça gündemde tutuluyor. BM’nin 1947’de, henüz İsrail ilan edilmeden önce, Filistin’e yaptığı taksim önerisinin reddinin bugün Filistinlilerde yarattığına benzer bir etki mi yaratılmak isteniyor bilmiyorum. Mektubu okuyunca akıl ve siyasî mantık ‘belki’ bile diyor fakat bildiğim bir şey varsa o da yeniden dünyaya gelsem, yaşadıklarımı yaşayacağımı bilsem o sandık kurulduğunda aynı aydınlık içinde gidip yine evet diyeceğim ve o günü yaşadığım için hep minnettar kalacağımdır.
O günün karanlık bir yüzü de vardı… Oyumu Hewlêr’de kullandıktan sonra Süleymaniye tarafında oy kullanacak arkadaşlarla birlikte gittim. YNK saha girişinde her zamanki peşmêrgeler yoktu, özel güç vardı ve dışarıdan gelenleri almıyorlardı. Güçlükle girebildik. Karşılaştığımız manzara Hewlêr’den çok farklıydı. Referandum havası yoktu, Hewlêr’de her yerde Kürdistan bayrakları, referandum pankartları asılıyken; orada neredeyse sadece YNK flamaları vardı. Görüntü ürkütmüştü açıkçası. Ortada bir tavır vardı ve sonucu nasıl etkileyecekti… Sonuçlar il ve ilçeler düzeyinde açıklandığında anlaşıldı ki; ‘evet’ diyenler sandığa gitmişti, ‘hayır’ yanlılarının büyük çoğunluğu sandığa gitmemişti. Böylece sonuca etkisi olamadı ve Kürtler zamana, bağımsızlık taleplerini mühürlü olarak bıraktılar…
Dünyanın vicdanı dediğim yerdeydik artık. O vicdan bizi mi yoksa Kürdistan’ı kırmızı çizgi sayanları mı sahiplenecek derken, 21 gün sonra 16 Ekim günü YNK içindeki bir eğilim beslenip klikleştirilerek halkın umutlarını arkadan vurdu. 16 Ekim’de Kerkük hakikaten Kürdistan’ın vurulan kalbiydi. Bunların referandum tavrı ortadaydı, doğrudur. Fakat Irak ordusuyla, Haşdi Şabi’yle kol kola girip Kürdistan’ı parçalamaya kalkacak kadar ileri gitmeleri dehşetin ta kendisiydi. O andan itibaren dünyanın vicdanına bakmak bile mümkün değildi; Kürt Kürde karşı böyle vicdansızken… Bir halkı, kendi halkını hayallerinden vurmak! Gözlerdeki ışığı dağlamak, yüzlerce yıllık yaraya iktidar hırsını tuz yapıp basmak, belki de ilk kez ölümsüz yaşama inanmış, kalkmış bu halkı yüreğinden, dizlerinden vurmak… Vurdular işte… Ve garip olan; bu kadar derinden vurulunca insan acıyı bile hissedemiyor. Bilmiyorum belki de acının ötesinde bir şey vardır adı konulmamış, belki… Fakat anlamsızlığın gerçek karşılığını yaşattığını biliyorum; hayretler içinde düştüğün o boşlukta hiç durmadan dönerken duyularını nasıl kaybettiğini ve yaşamını sana bağlamış olanlar için ayakta kaldığını biliyorum. O kliğin halktaki karşılıydı bu travma.
Her şey geçmedi ama zaman geçerken birşeyler onarıldı. Sırtımızda yumurta kefesi olmadığı için rahat değerlendirdiğimiz birçok yolla… YNK içindeki kliğe ve Kürdistan’ın parçalanmasını beklerken ellerini ovuşturanlara rağmen ayakta kalındı.
Şimdi yeni bir dönem başlıyor. Yeni başkan seçildi, başbakan görevlendirilecek ve ardından yeni bir hükümetle Kürdistan Ortadoğu’da dengeler değişirken motor bir güç olacak diyoruz. Umut bu, hayallerimiz şimdi bunun üzerine kurulu… Fakat sırtımızdan vuranlar bıçağı çıkarmıyor. Bunun bir çaresi olmalı. Dışarıdan beslenen bu kliğe dur demenin bir yolu olmalı. Kubat Talabani kongre çağrısını yineledi. Görünen o ki, kongrenin kendilerini marjinal hale getirmesinden çekiniyorlar, bu nedenle kongreye de gitmiyorlar. Yeniden iç savaş, hele bu dönemde, arkadaki güçler gözönüne alındığında hiç de hayırlı olmaz. YNK’li bir yönetici bu kliğin ihanetini izah etmeye çalışırken; ‘eğer referandum amacına ulaşsaydı, YNK kalmayacaktı’ dedi. Halk da demeli ki ‘siz amacınıza ulaşırsanız Kürdistan kalmayacak’. Bu klik, bu damar Kürdistan için en tehlikeli noktaya geldi. Bunda muhakkak ki genel siyasi zeminin payı büyük. Bu konuda en büyük dileğimiz YNK içindeki sağduyulu, yurtsever kesimin ağırlığını koyarak hakimiyet sağlamasıdır. Kubat Talabani’nin sürecin başından bu yana Kürdistan’ın birliği ve bütünlüğü yönündeki duruşunun egemen olmasıdır. Başta YNK tabanı olmak üzere, halkın beklemeden geleceğe dair umutlarına sahip çıkarak yanlışa dur demesi gerekir…
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.