Dil bir bireyin en doğal ve insani hakkıdır. Bu nedenle İslam dini de “her dil bir ayettir” der. Dil bir ulusun temel direğidir. Dil olmazsa sanat oluşmaz. Dil olmazsa kültür, sinema, tiyatro, opera ve edebiyat oluşmaz. Dil olmazsa bir ulusun ayakta kalması mümkün değildir. Dil; kültür, sanat, bilim gibi ulusu ayakta tutan en temel sütunlardandır. Hatta en önemlisidir. Türk siyasal sisteminin bugüne dek sürdürdüğü asimilasyon politikasını anlayabilmek için, bu olgunun tarihsel köklerine inerek ana hatlarıyla ortaya koymak yararlı olacaktır.
İttihat Terakki ve Kemalist yönetimin, Kürdlere uyguladıkları asimilasyon politikasının temel taşlarının Osmanlı İmparatorluğu’nda II. Mahmut’la başladığını tarihi kayıtlardan anlıyoruz. Bugün Türk siyasal sisteminin devlet aklının kökeninin 18. Yüzyılın sonu 19. Yüzyılın başına dayandığını olgularla görebiliyoruz. Türk düşüncesinin bu kadar tecrübe ve deneyimlerini ataları Osmanlıdan devir aldıkları açıktır. Kemalistler, iki asrı aşkındır atalarının Kürdleri öndersiz ve aydınsız bırakma akli birikim, tecrübe ve düşüncesini daha da geliştirerek sürdürmüşlerdir. Pratik ve yaratılan sonuçlar, Türk düşüncesinin dünyada eşine az rastlanır bir sömürgecilik deneyimini hayata geçirdiğini göstermektedir. Dünyada, dönemin en büyük emperyalist güçleri olan İngiltere ve Fransa devletleri bile sömürgelerinde bu denli başarılı olamamışlardır. Örneğin, Kürdleri aydınsız ve başsız bırakmanın yanı sıra Kürdçeyi yok etmek için binlerce önlem almışlardır. Bu sürecin görünür halde başlangıç noktası, Osmanlı İmparatorluğu’n son dönemleridir. Özellikle merkezileşme politikalarının oluşturulmaya başladığı tarih 1800 yıllarının başıdır.
Bunun için tarihi süreç içerisinde Kürd diline yönelik uygulamaları kısaca ifade etmek toplumsal hafızamızı canlı tutacaktır. Padişah II. Mahmut döneminde (28 Temmuz 1808- 1 Temmuz 1839) Osmanlı İmparatorluğu’ndan yenileşme hareketi başlatıldı. II. Mahmut’tan sonra oğlu Padişah Abdülmecid döneminde (2 Temmuz 1839-26 Haziran 1861) Tanzimat Fermanı ilan edildi. Tanzimat Fermanı 3 Kasım 1839 tarihinde Sadrazam Mustafa Reşit Paşa tarafından Gülhane Parkında okundu. Merkezileşme politikası Tanzimat Fermanı ilanından önce 1806 yılında oluşturulduğunu biliyoruz. Tanzimat Fermanı ise özellikle gayrimüslimlere çeşitli haklar ve eşitlikler sağlamayı esas alıyordu.
Osmanlı merkezileşme politikasına karşı Kürdistan’da birçok başkaldırı oldu. Bunlardan Baban, Mir Muhammed, Kızılbaş ve Ezidi başkaldırılarını sıralayabiliriz. Osmanlı Merkezileşme politikasının ilk görünür uygulaması, Müşir Osman Paşa tarafından 1840’lı yıllardaki Kürd Mirlerinin tasfiyesi ve sürgünüdür. Bu dönemde ki amaç, Kürd toplumunu başsız kılmaktır. Kürd diline yönelik bir yaptırım fikri henüz yoktur. Ancak Kürdlerin kültürüne yönelik rahatsızlık söz konusudur. Örneğin Bitlis Şerefhan Kütüphanesine ve Mor Gabriel Manastırı kütüphanesine yönelik saldırı ve yakma eylemleri tarihte bilinen olgulardır. Her iki kütüphanede binlerce eser yakılmış, Dicle ve Fırat nehrine atılmıştır. Bu dönemdeki akıl, Kürdleri öndersiz ve aydınsız bırakmadır. Bu yüzden Kürdlerin ileri gelenleri olan Mirler, aydınlar sürekli sürgün edilmişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu, merkezileşme politikasını fiili olarak hayata geçirmek için Mirliklerin üzerine yaptığı harekatlar, Kürd Mirlerinin ayaklanmasına neden olmuştur. Han Mahmud, Avdal Han ve Bedirhan bey isyanları merkezileşme politikasına karşı hareketlerdir. Kürd ileri gelenleri olan Mîrler ve aydınlar, toplumdan koparılırsa toplumun başsız ve sahipsiz kalacağını bilen Osmanlı Padişahları, bu bilinçle bir yandan merkezîleşme politikalarını uygulayarak Kürd Mîrlerini tasfiye etmiş, diğer yandan da Kürd Mîrlerini ve aydınlarını Kürdistan dışına sürgüne göndererek onları lidersiz bırakmışlardır. Örneğin, 1900 yıllarının başında Mîqdat Mîdhat Bedîrxan, Abdürrezak Bedirhan, Halil Hayali, Abdurrahman Bedirhan, Abdullah Cevdet, Şerif Paşa, Mevlânazade Rıfat, Yamulki Paşa ve daha sonraki yıllarda Kamuran Bedirhan, Celadet Bedirhan, Ekrem Cemilpaşa, Müküslü Hamza, Menduh Selim, Kadri Cemil Paşa gibi çok sayıda Kürd aydını Mısır, Suriye, Arabistan, Yemen ve Avrupa’ya sürgün edilmiştir. Görüldüğü gibi Kürd toplumu cahil, yoksul ve başsız bırakılarak asimilasyona açık hedef haline getirilmiştir.
Yine bu dönemde yaşanan bir olayı örnek vermemiz anlamlı olabilir. 1907 yılında Şeyh Abdüsselam Barzani’nin koordinatörlüğünde o dönemin Kürd ileri gelenleri Şeyh Mahmud Berzenci, Şeyh Abdülkadir Nehri, Simko Şikakî, Kürd Teali Cemiyeti ve Hêvî Cemiyeti temsilcileri bir araya getirilir. Toplantı, Şeyh Nur Muhammed Birifkanî’nin Birifkan köyündeki evinde yapılır. Toplantı sonucunda bir manifesto imzalarlar ve Osmanlı padişahına bir mektup olarak gönderirler. En önemli talepleri Kürdçe dil eğitimidir. Osmanlı bu talebi isyan olarak değerlendirir ve Sonuçta Şeyh Abdüsselam Barzani hakkında yakalama kararı çıkarılır. Seyh Abdüsselam Barzani, Kürd Çaş Sofi Abdullah tarafından evinde misafir etme bahanesi ile kandırılır. Sofi Abdullah ısrarla Şeyh Abdüsselam Barzani’nin evinde ısrarla misafir olmasını ister. Bu esnada para ödülü almak için Musul Valisi Süleyman Nazif’e durumu ihbar eder. Diyarbakırlı bir Kürt olan ittihatçı Süleyman Nazif tarafından Sofi Abdullah’ın evinde yakalanan Şeyh Abdüsselam Barzani 14 Aralık 1914 tarihinde Musul’da idam edilir.
1911 Tarihinde, İtthat Terakki Fırkasının Selanik’te yaptığı gizli kongresi de çok önemlidir. Ve bu toplantıda Ermenilerin, Rumların, Süryanilerin ve Kürdlerin geleceği ile ilgili hayati kararlar alınmıştır. Alınan kararları şöyle sıralayabiliriz;
• Ermeni nüfusu çürütülmelidir.
• Rumlar göçertilmelidir. Ve tüm gayrimüslimlerin malları Türkleştirilmeli yani millileştirilmelidir.
• Kürdler asimile edilmelidir. Direnenler yok edilmelidir.
• Aleviler sünnileştirilmelidir. Yani müslümanlaştırılmalıdır.
Adriyatik denizinden Hint okyanusuna kadar uzanan ancak içinde sadece Türklerin yaşayacağı bir imparatorluk tasarlayan İttihat Terakki Fırkası, 1915 tarihinde, Ermeni tehcirini gerçekleştirdi. Ve bir buçuk milyon Ermeni tehcire uğratılarak yok edildi. Aynı süreçte büyük Rum sürgünü hayata geçirildi. Ve 300 bini aşkın Rum Yunanistan’a sürgün edildi. Büyük bir trajedi yaşandı.
Akabinde yine İttihat Terakkinin komuta merkezi, 1916 tarihinde Talat Paşa koordinatörlüğünde ve Talat Paşanın talimatları ve telgraflarıyla organize edilen, Büyük Kürd Tehcirini uygulamaya koydu. Resmi kayıtlarda 800 bin, gayri resmi kaynaklardan da anladığımız kadarıyla 1 milyon 200 bin Kürd, Kürdistan’dan Batı ve Orta Anadolu’ya sürgüne gönderildi. Bu sürgünde yollara düşen kitlenin yarısı açlıktan ve hastalıktan vefat etti. Sağ kalanlarda Batı ve Orta Anadolu’da Türklerin içine tek tek aileler olarak tespih taneleri gibi dağıtıldı. Benim ailemde bu büyük sürgünü bizzat yaşadı. Ailemizden sürgüne gidenlerden bir kısmı hastalıktan ve açlıktan yollarda öldü. Büyük dedem Meto, bu sürgünde Konya Haymana’da hastalıktan vefat etti. Mezarı Haymana’dadır. Buradaki amaç Kürdleri Türkleştirmekti. Ve bu asimilasyon büyük oranda başarıldı.
Eğer bu kitle bugün Kürdistan’da yaşıyor olsalardı o bölgede ki 1 milyon 200 bin Kürd nüfusu, 10 milyona çıkacaktı. Asimilasyon Kürd nüfusunu eksiltti ancak Türk nüfusunu çoğalttı. Asimile edilen Kürd ve diğer halklar, Türkleşerek Türk nüfusunun artmasına neden oldu. Yukarıda sıraladığım maddeler bir bir gerçekleştirildi. Ancak nüfus olarak büyük bir kitleyi oluşturan Kürdlerin asimilasyonu yıllara sarktı. İttihatçıların buradaki amacı, Kürd kitlelerini Türk toplumu içerisine dağıtıp asimile etmek ve Kürdistan’ı Kürdsüzleştirmekti. Ve bu proses bugüne kadar devam etti ve süreç çeşitli biçimlerde hâlâ devam ediyor. Celal Temel’in 1916 Kürd Tehciri kitabı bu nedenle çok önemli bir çalışmadır.
Osmanlı döneminde asimilasyon Kürd toplumunu başsız ve aydınsız bırakarak yapıldı. İttihat Terakki döneminde, asimilasyon politikası kitlesel sürgünlerle Türk toplumunun içerisinde eritme esas alındı. Bunun yanı sıra Kürd nüfusunu Türkiye şehirlerine dağıtmak, Balkan ve Kafkas Türklerini ise Kürdistan’a yerleştirmek suretiyle demografik yapıyı değiştirerek asimilasyonu sürdürdüler. Kürdistan’da kalan Kürd her zaman kendi kültürel ve tarihsel kökleriyle buluşup ayakta kalabilirdi. Bunu bilen İttihat ve Terakki Fırkası, Kürdistan’ı Kürdsüzleştirmeyi esas aldı. Bilindiği üzere topraklarından kopan Kürd’ün Kürd olarak yaşama şansı zordur.
Kemalist dönemde, Kürdlerin üzerinde uygulanan asimilasyon politikalarına kısaca değinelim;
Kemalist dönemi, asimilasyon politikasının sistematize edildiği ve uygulamalarının zirveye çıktığı son nokta olarak ifade edebiliriz. Mustafa Kemal’in Cumhurbaşkanı, İsmet İnönü’nün Başbakan olduğu dönem, Türk Üniversiteleri, Türk Basını, Türk aydınları, Türk Ocakları ve Halk Eğitim Merkezleri vasıtasıyla Güneş Dil Teorisi ve asimilasyon politikalarının bütün planlarının, özenle özel daire ve laboratuvarlar da üretildiği, toplum mühendisliğinin dünyada örneğine az rastlanır bir dönemdir. Kemalist iktidar, 1920’li yıllardan itibaren aralıklı olarak Takriri Sükûn Kanunu, Mecburi İskân Kanunu, Şark Islahat Planı Kanunu, Tunceli Kanunu, Tevhidi Tedrisat Kanunu, İller Kanunu, Umumi Müfettişlikler Kanunu gibi birçok kanun ve yönetmenlikler çıkarır ve uygular. Bu kanunlarda birçok uygulama vardır. Başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz;
• YBO (Yatılı Bölge Okulları). Bu okullarda yüzbinlerce çocuğun, ilk okuldan itibaren üniversiteye kadar okulda, derste, sokakta, şehirde ve köyde Kürdçe konuşmaları yasaklandı. YBO’lar, sömürge asimilasyon fabrikaları gibi çalıştı. Sıdıka Avar gibi Türk eğitim misyonerler tarafından köylerden tek tek toplanan çocuklar, kendi deyimleriyle medenileştirilerek, Kemalist ideolojinin kadrolarına dönüştüler. Bu okullarda yüzbinlerce çocuk Türkleştirilmiştir.
• Bir medeniyet için ihtiyaç olan yol yapımı bile asimilasyon politikalarının bir aracı hâline getirilmiştir. Bazen güvenlik için, bazen belirli bir yerden kitleleri sürmek için yollar yapılmış ve kullanılmıştır.
• Deprem bahane edilerek, Kürdler sürgüne göndermiştir.
• Türk eğitim sistemi de asimilasyon fabrikaları biçiminde çalışmıştır. Milli Eğitime bağlı bütün okullarda Türklük yüceltilmiş Kürtlük aşağılanmıştır. Kendisine Kürd diyen siyasal hareketin bütün eğitim programlarında da Kürd olan siyasi kadrolar öz eleştiri adı altında sürekli kendisine hakaret ederek, Kürdlük aynı şekilde aşağılanmıştır. Enteresan olan Türk eğitim sisteminde Türklük yüceltilip, Kürdlük aşağılanırken “Kürd” eğitim sisteminde özeleştiri adı altında Kürdlük aşağılanmıştır.
• Kürdçe konuşanlara para cezaları verilmiştir.
• Kürd gençleri ile Türk gençlerinin evliliklerinin teşvik edilmesi ile asimilasyon politikası gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Türk ile Kürd evliliğini teşvik için 1930’lu yıllarda bir ev ve yetecek kadar arazi hatta bir yıllık iaşe bedelsiz verilmiştir. Siyasal erk Türk olduğu için, evlenen Kürd erkek olsun kadın olsun mutlak surette asimile olmuştur. Bu evli çiftlerin çocukları ve torunlarında Kürdlük diye bir şey kalmamıştır. Tahmin edilen 5 milyon Kürd Türk evliliğinden geriye kalan sonuç asimilasyondur.
Okullarda temizlik ve kitaplık kolu gibi Kürdçe konuşanları ihbar eden kolları kurulmuştur. Bunun gibi adını sayamadığımız daha birçok uygulama sistematik olarak gerçekleştirilmiştir. 100 yıldır uygulanan politika bu çerçevede yürütüldü.
Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve General Kenan Evren dönemlerinde sürdürülen asimilasyon politikaları geçmişin devamı niteliğindedir. Değişen hiçbir şey yoktur. 1911 yılında Selanik’te ve sonradan sistematize edilen Şark Islahat planı uygulaması günün koşullarına uygun güncellenerek devam ettirilmiştir.
Türk düşüncesinin DNA’sı sarmal iki kromozomdan oluşur. Biri Türkçülük diğeri ise İslamcılıktır. 100 yıldır bu hiç değişmemiştir. Bazen Türkçülük bazen de İslamcılık öne çıkmıştır. Tek amaç Kürdleri Türkleştirmek, “Türkiyelileştirmek” yani asimile etmektir.
“Türkiyelileşme” Politkası Kürd Toplumunu Gönüllü Asimilasyona Yatırma Bir Başka Deyişle Oto Asimilasyon Projesidir
Günümüze kadar sürdürülen asimilasyon politikası geçmişte yapıldığı gibi zenginleştirilerek iletişim tv vs. enstrümanlar kullanılarak sürdürülmektedir. Ancak son yirmi yılda çok daha tehlikeli ve sinsi oto asimilasyon çalışmaları yürütmektedirler. Bununla ilgili bazı belirlemeler yapmak istiyorum. Oto asimilasyon politikası maalesef bugün ana akım Kürd hareketi tarafından “Türkiyelileşme” adı altında yürütülmektedir. “Türkiyelileşme” politikası ile Kürd toplumu gönüllü asimilasyona yatırılmıştır. Bugün en büyük tehlike budur. Türk düşüncesinin yani Türk siyasal sisteminin 100 yıldır başaramadığını, “Türkiyelileşme” adı altında Kürdlerin eliyle daha hızlı bir şekilde başarılmıştır.
Eğer bir Kürd genci, Kürdistan’ın en önemli sembolü olan Kürdistan bayrağını nesne ya da bir bez parçası olarak görüyorsa ve “Kürdlerin devlet olması onların en doğal hakkıdır” düşüncesine “ilkellik”, “ilkel milliyetçilik” olarak yaklaşıyorsa burada Kürdler açısından büyük bir tehlike var demektir. Eğer bir Kürd genci miras olarak Şeyh Saidi, Seyid Rıza’yı, Gazi Muhammed’i ya da Mela Mustafa Barzani’yi değil de Mahir Çayan ve Deniz Gezmişi görüyorsa; eğer şair Cigerxwin’i değil Nazım Hikmet’i tanıyorsa burada ruhen milli bir bitiş söz konusudur. Son yirmi yılda Kürdi ve Kürdistani duygu ve milli bilinçten yoksun yetiştirilen bu gençlik Kuzey Kürd hareketinin eseridir. Bu gençlik “ağasız, patronsuz, karısız, kocasız ve devletsiz bir dünya” istediklerini ifade etmektedirler.
1980’lerin başında silahlı savaşla başlayan sözüm ona Kürd siyasal hareketinin 40 yıllık muhasebesi yapıldığında Kürdlerin kaybettikleri ne? kazandıkları ne? Bunu düşünmek lazım. Yukarıda sömürgecilerin uygulamalarını ve resmî ideolojinin asimilasyon politikalarının ne denli pervasız olduğunu ana hatlarıyla gördük. Son 40 yıllık savaşın başlangıcından bugüne kadar 6 bine yakın Kürd köyü boşaltıldı. 6 milyonu aşkın Kürd insanı Kürdistan’dan koparılarak Türkiye metropollerine dağıtıldı ve milyonları bulan bu kitle asimilasyon politikaları ile sosyal, kültürel, ruhsal eritilme süreci yaşıyorlar.
Bu olguya baktığımızda 1916 Büyük Kürd Tehcirinde Kürdistan’dan Batı Anadolu’ya sürgün edilen Kürdler aklıma geldi. O yıllarda İttihat-Terakki’nin bir amacı yukarıda ifade ettiğimiz gibi Kürdistanı Kürdsüzleştirmekti. 1916 yılında göçe zorlanan insan sayısı 1 milyon 200 bindi. Ancak 1990’lı yıllarda göçe zorlanan insan sayısı 6 milyon civarında. 1990’lı yıllardaki Türk metropollerine ve Avrupa’ya yönelik büyük göç dalgaları Kürd milli bilincine mi yoksa Kürdistan’ın Kürtsüzleştirilmesi prosesine ya da asimilasyon politikasına mı hizmet ettiği sorgulanmalıdır.
Kürdler adına hareket ettiğini söyleyen bu siyasi hareket, bu vahim durumu görüp “Vatansızlaştırma” politikasını tersine çevirmek için adım atma yerine, resmî ideolojinin tam da istediği projeyi ısrarla bugüne kadar sürdürmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir olgudur. Eğer siz özgürlük savaşı yürüttüğünüzü söylüyorsanız bu savaş sizin ülkenizi Kürdsüzleştiriyorsa burada bir durmanız gerekiyor. Burada bir yanlışlık var deyip frene basmanız gerekmez mi? Ama maalesef bu süreç hiç aksatılmadan devam etti, ediyor. Bağımsızlık idealleriyle yollara düşen 100 bine yakın genç büyük bir düş kırıklığıyla “Türkiyelileşme” projesine kurban edilerek aramızdan ayrıldı. Bu süreçte Kürdlerde milli mefkûre, milli şuur ve milli ruh, bağımsızlık fikri tarihin çöplüğüne atıldığı söylendi. Kürd gençleri bağımsızlık idealiyle kandırıldı ve sonuçta bu idealden vazgeçildiği söylenerek dağ fare doğurdu.
Dünyada kendi ülkesini sömürgeleştiren sömürgecilerin devletlerini demokratikleştirmek için evlatlarını ölüme gönderen sanıyorum bir başka siyasal örgüt ve toplum yoktur. Kürd gençleri hâlâ Türkiye’nin ve Suriye’nin demokratikleştirilmesi için ölüme gönderilmekte ve hendeklere gömülmektedir.
40 yıllık süreçte Kürdlerin kayıpları sadece bunlar değildir. Kürd toplumunun aydın kuşağı ve en eğitimli genç kesimi bu süreçte ya sürgün edilmiş ya dağa gitmiş ya zindana atılmış ya da toprağa gömülmüştür. Üç dil hatta 7 dil bilen parlak binlerce öğrenci mühendislik, tıp vs. bölümlerden, üniversitelerden koparılıp kirli savaşta heba edilmişlerdir. 40 yıl önce Kürd toplumunda Kürdçe konuşma oranı ile günümüzde Kürdçe konuşma oranı kıyaslandığında büyük bir düşüşün olduğu görülür. Bunca büyük bedel, ağır kayıp ve yıkıma rağmen Kürd milli bilinci ve Kürd dil bilinci gelişmesi gerekirken tam aksine tersi bir durum gerçekleşmiştir. Yaşanan bu süreçte, tıpkı Osmanlı, İttihat- Terakki ve Kemalist dönemlerinde olduğu gibi Kürd aydınları ve ileri gelenleri çeşitli biçimlerde ustaca enteresan gerekçe ve bahanelerle tırpanlanmıştır. Bu konunun tez ya da doktora çalışması olarak değerlendirilmesi gerekir. 40 yıllık süreçte istatistikler ortaya konulursa Kürd tarihinin en büyük aydın kırımının olduğu görülecektir. Doğrusunu söylemek gerekirse, Türk projesi organize bir biçimde tek merkezden idare edilerek hayat bulmuştur.
Şöyle ki; sözüm ona Kürd Hareketi, hayatın her alanında yani cezaevlerinde, dağda, bütün kurum ve kuruluşlarda toplantılarda Türkçe konuşmaktadır. Hiç Türkçe bilmeyen Kürd kadınları parti ve dernek toplantılarında Türkçe konuşmaya özendirilmişlerdir. Ve bugün bu kadınlar Kürdçe’yi konuşamıyorlar.
Türkçe öğretme projesi sadece Kuzey Kürdistan’da değil Güney, Doğu ve Batı Kürdistanlı gençler içerisinde de yaygınlaştırıldı. Güney Kürdistan’da Doğu, Güney ve Batı Kürdistanlı karşılaştığım gençlerin Türkçe konuştuklarına defalarca şahit oldum. Şaşırdım ve endişeye kapıldım. Bu durumun iç asimilasyonun vardığı boyutu göstermesi açısından ilgi çekicidir.
İsmail Beşikçi Hoca’nın söylediği gibi, Kürdçe seçmeli ders konusu aslında Kürdlere hakarettir. Ancak yine Hoca’nın söylediği gibi, bu imkân da zorlanmalı, seçmeli de olsa Kürdçe tercih edilmelidir. Keşke bu olanaktan 9 yıl önce faydalansaydık. Eğer o dönemde Kürdler seçmeli dersi değerlendirselerdi bugün bir milyonu aşkın insan Kürdçe okuma ve yazmayı öğrenmiş olacaklardı. Aslında bu imkân zorlanarak, milyonlara varan başvurularla, devlet zor duruma da sokulabilirdi. Ana akım Kürd hareketi, gidip Türk parlamentosunun koltuklarında oturacağına, hiç olmazsa bu imkânı zorlayıp, büyük kitlesini harekete geçirseydi daha iyi bir iş yapmış olurdu. Aksine 2012 tarihinde çıkan seçmeli ders olanağına ana akım Kürd hareketi karşı çıktı. 9 yıl boyunca Kürd çocuklarının bundan faydalanması için hiçbir etkinlik ve kampanya yapmadı. Kulaklarının üzerine yattılar. Hatta yüzü aşkın Kürd Belediyesi, Kürdçe okul ve kurs açma imkanları olmasına rağmen hiçbir adım atmadılar. Her nedense Kürdlerin içinde ya da merkezinde bazı odaklar buna izin vermedi. Hatta Kürdçe çalışmalar yürüten bazı derneklerin çalışmaları dahi engellendi.
Kürdler hiçbir milletin yaşamadığı kırım, asimilasyon ve acıyı yaşadılar. Buna rağmen Kürdlerde milli bilinç gelişmedi ve gelişmesine izin verilmedi. Ana akım Kürd siyasi hareketi demokrasi, barış, kardeşlik, insan hakları ve “Türkiyelileşme” kavramları adı altında özellikle ‘milli bilincin’ gelişmesine izin vermedi. Milli bilici ve dil bilincini savunanları “ilkel milliyetçilikle” suçlayarak özellikle Kürd toplumunda ulus, vatan, toplum ve tarih bilincinin gelişmesini istemediler. O yüzden bir kısım Kürd genci tarihsel, kültürel ve milli değerlerinden koptu. Enteresan olan 1970’li yıllarda Kürdlere “ilkel milliyetçilik suçlamasını Türk solu yapıyordu. Bugün bu görevi sözüm ona Kürd hareketi yapıyor.
Kürd toplumunun iki kuşatma altına olduğunu görüyoruz. Birinci kuşatma Türk resmî ideolojisi tarafından yapılmaktadır. Kürdlerin, 100 yıldır başta sürgün, demografik yapının değiştirilmesi, eğitim sistemi olmak üzere bin bir enstrümanla asimilasyona uğratılıp Türkleştirilmesidir. İkinci kuşatma ise Kürdlerin eliyle Kürdlerin milli bilincinin ve dil bilincinin yok edilmesi olan oto asimilasyonla “Türkiyelileştirilip”, Türkleştirilmesidir. Açık söylemek gerekirse ikincisi yani oto asimilasyon projesi birincisinden daha tehlikelidir.
Maalesef ana akım Kürd hareketi dışındaki Kürd partilerinin de Kürd diline yeterince ilgi göstermediklerini görüyoruz. Örneğin İki Kürd partisinin genel başkanına bütün toplantılarında, basın açıklamalarında kısacası hayatın her alanında Kürdçe konuşmaları ve tercüman kullanmaları ile ilgili yaptığımız öneri olumlu karşılanmasına rağmen pratikte uygulanmadı. Bu durumun not düşülmesi gerekir.
Asimilasyon ve oto asimilasyon politikası Kürd toplumunda derin tahribatlar yaptı. Hiçbir millette olmayan acayiplikler Kürdlerde var. Müslüman, Alevi ya da Hıristiyan hiçbir Türk ben Aleviyim, Müslümanım ya da Hıristiyan’ım demez. Hangi millettensiniz diye sorduğunuzda Türküm der. Hristiyan, Protestan, Katolik ya da Ortodoks hiçbir Alman, ben Hristiyan’ım, Protestan’ım, Katolik’im, Ortodoks’um demez. Kimliğin nedir diye sorulduğunda Alman’ım der. Alevi bir Kürde, Ezidi bir Kürde, Müslüman bir Kürde sen hangi millettensin diye sorduğunuzda ulusal kimliğini değil dinsel kimliğini hatta dilsel lehçesini öne çıkarır. Alevi’yim, Ezidi’yim, Müslümanım ya da Zaza’yım, Kurmanc’ım der. Bu durum milli bilincin Kürdler içerisinde çok zayıf olduğunu gösterir. Böyle bir kimliksizliği ne Türklerde ne Araplarda ne Farslarda ne de başka milletlerde görebiliyoruz.
Asimilasyon ve oto asimilasyon politikalarının kültürel soykırım olduğunu bir diğer deyişle Beyaz Soykırım olduğunu vurgulamadan geçemeyiz. Dünya literatüründe bilindik kavram olan Soykırım diğer bir deyişle Jenosit ya da Holokost, Kürdçede Qirkirin diye ifade edilir. Jenosit ya da Fiziksel Soykırım ile Beyaz Soykırımı kısaca kıyaslamak istiyorum. Fiziksel soykırımda toplum fiziki olarak ortadan kaldırılır. Bu eylem, toplumların ruhunda ve belleğinde derin yaralar ve travmalar oluşturur. Fiziki Soykırımı yapan güç lanetlenir. Soykırımcı güce karşı öfke, kin ve nefret oluşur. Fiziki olarak ortadan kaldırılan toplum Jenositti yapan güce bir katkı sağlamaz.
Ancak Beyaz Soykırıma yani asimilasyona uğrayan toplum yine ortadan kaldırılır. Ancak asimile edilen toplum, kendisini asimile eden topluma dönüştürür. Bir başka deyişle Beyaz Soykırıma uğrayan toplum kendisini Beyaz Soykırıma uğratan topluma dönüşür. Ve ona güç katar. Kin, nefret, öfke oluşmaz. Soykırıma uğrayan toplum eksilir ama Soykırım yapan toplum ise bir kat daha artmış olur. Soykırım yapan toplumun nüfusu soykırıma uğrayan toplumun sayısı kadar çoğalır. Yani nüfusu artar. Bu yüzden Beyaz Soykırım daha yıkıcı ve tahrip edicidir.
Resmî ideoloji ve türevleri 100 yıldır Kürd dilini yok etmek için akla hayale gelmez planlar hayata geçirdi. Bu planları bozmanın en önemli yolu Kürd diline sahip çıkmaktır. Asimilasyon politikasını etkisiz kılmanın tek yolu Kürdlerin dillerini okuyup, yazmayı öğrenmeleridir.
Kuzey Kürdistan’da Kürdler, 1956 yılından beri siyasal mücadelenin içerisindedirler. Özellikle 1970’li yıllarda birçok Kürd siyasi grubu ve hareketi ortaya çıktı. Kürd gençleri ve siyasetçileri, Kürd ve Kürdistan gerçekliğini araştırma ve inceleme sürecine girdiler. Bu süreçte Kürd siyasetçileri, 1639 Kasrı Şirin antlaşmasıyla Kürdistan’ın iki parçaya bölündüğünü, 1923 yılında Lozan’da ise beşe bölündüğünü, parçalandığını ve paylaşılıp sömürgeleştirildiğini ve Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden başlayıp, İttihat Terakki döneminden devamla yoğun bir asimilasyon politikasının sürdürüldüğünü tespit ettiler.
Ancak 1970’li yıllardan itibaren örgütlenen Kürd siyasi hareketlerinin geneli, 200 yıla yakındır, Kürd toplumuna uygulanan asimilasyon politikasına karşı bir politika üretmediler. Bunun yerine barış, demokrasi, insan hakları, ekolojik toplum, sosyalizm, feminizm, LBGT hakları vs. olgularla zaman tükettiler. Ve hala tüketmeye devam ediyorlar. Türk siyasal sisteminin inatla ve ısrarla yürüttüğü asimilasyon politikasını niye sürdürdüğünü idrak edemediler. Ve bu asimilasyon politikasının panzehiri olan Kürd Dil Bilincini ve Kürd Milli Bilincini geliştirmek olduğunu, akıl edemediler. Bu akıl edememenin en büyük nedeni, Kürd Tarih Bilinci eksikliğidir. Kürd siyasetçileri, 230 yıldır Kürdistan’da yapılan sömürgecilik uygulamalarını anlayıp kavramış olsalardı ve bu tarihi kesit içerisinde sürgünleri, demografik yapı değişikliği politikasını ve asimilasyon politikalarını irdeleselerdi, anlasalardı ve buna uygun politikalar geliştirselerdi bugün Kürdlerin hali böyle olmazdı.
Kuzey Kürdistan’da Kürdler açısından en büyük ulusal mücadele Dil Harekatıdır. Tıpkı Bengal halkının mücadelesi gibi. İkincisi de Milli Bilinç Hareketidir. Güney Kürdistan’da herkes Kürdçe konuşmaktadır. Kuşkusuz bu büyük bir kazanımdır ancak yeterli değildir. Güney Kürdistan’da ki en büyük eksiklik başta Milli Bilinç ve Tarih Bilincidir. Bu eksikliklerin kısa zamanda giderilmesi elzemdir. Kürdistan’ın Güney parçasının en acil ihtiyacı, Milli Bilinç Hareketinin eğitim ve öğrenim ve hayatın her alanında geliştirilmesidir. Kürdlerin en kıymetli kalesi olan Güney Kürdistan’da, eğer Milli Bilinç geliştirilmezse Kürd çocukları ve gençleri çok rahat bir şekilde, “solcu”, kendilerini Kürd ifade eden anti Kürd gruplar ve DAİŞ gibi radikal İslamcı örgütler tarafından kandırılıp Ortadoğu’nun sömürgeci devletlerinin sömürge fabrikalarının çarkları içinde farklı kimlik ve kişiliklere dönüşüp kendi milletinin düşmanları haline gelme ihtimali gözden uzak tutulmamalıdır.
Toplum olarak eğer bir statünüz yoksa bir devletiniz yoksa özgür bir yurdunuz yoksa sosyalizm, ekolojik toplum, demokrasi, barış, çok kültürlülük, insan hakları vs. gibi kavramların hiçbir anlamı yoktur.
Örneğin, bir ev yapabilmeniz için önce bir arsanızın olması gerekir. Yani önce arsa sahibi olmalısınız. Arsanız eğer işgal edilip üzerine bir gecekondu kurulmuşsa önce bu sorunu çözmeniz gerekir. Arsa hazır hale geldikten sonra projelendirmeniz gerekir. Bu arsa, bağımsız tapu olabilir ya da komsu arsalarla birlikte bir site şeklinde de projelendirilebilir. (Federal sistem ya da özerklik) Sonuçta her iki halde bir evin sahibi olursunuz. Daha sonra binanızı inşa edersiniz ve evinizin etrafını duvarla çevirirsiniz. Yani dışarıdan gelecek saldırılara karşı güvenlik önlemi alırsınız. Tüm bu işlemler bittikten sonra evin ince işlerine başlarsınız. Yani boya badana, elektrik tesisatı, dekorasyon vs. bütün yapılması gereken her şeyi yapıp evi yaşanır bir hale getirirsiniz.
Burada evin ince işleri demokrasi, çok kültürlülük, toplumun bütün fertlerine sosyal adalet, her kese insan hakkı, başka etnik guruplara dil ve kültür hakları, feminizm, ekoloji vs.dir. Sizin arsanız olmadan yani bir statünüz olmadan evin içini yani demokrasisini vs. konularında çaba sarf etmeniz havanda su dövmektir.
Onun için toplumumuzun ayakta kalması için öncelikle dilimize, sanatımıza, kültürümüze, edebiyatımıza sahip çıkmamız gerekir. Bunların en başında dil gelir. Eğer dil olursa diğer olgular peşi sıra gelir. Ulusu ayakta tutabilmek için başta dil olmak üzere kültür, sanat ve bilimi sütun(kolon) yapmak zorundayız. Kolon ve kirişler olmadan nasıl ki bir binanın ayakta kalması mümkün değilse dil, kültür, sanat ve bilim sütunları (kolonları) olmadan ulus ayakta kalamaz.
Yukarıda sıraladığım birçok olgudan da anlaşıldığı üzere, Kürd dilinin resmi eğitim dili olması için verilecek mücadele insani, meşru ve ahlaki bir mücadeledir. Hiçbir devlet ve hiçbir güç doğal ve insani olan ve İslam’a göre Allah’ın bir ayeti olan, Kürd dil mücadelesinin karşısında duramaz.
Eğer Ehmedê Xanî, Feqîyê Teyran, Haci Qadîrê Koyî, Qazî Muhammed, Mela Mustafa Barzani, Şeyh Said, Seyid Rıza ve bu uğruda şehadete ulaşmış bütün insanlarımızın ruhlarının şad olmasını istiyorsak bir yerden başlamak zorundayız. Bu son derece insani ve ahlaki olan Kürd diline sahip çıkmaktır. Onun için, çocuklarımızı ve torunlarımızı seçmeli derste olsa, yetersiz de olsa bu imkândan yararlanması için, derse kaydetmeliyiz. Aksi halde çocuklarımız ve torunlarımız, milyonlarca Kürd gibi beyaz soykırıma uğrayacaklardır. Bu prosesin gerçekleşmesini istemiyorsak, yetersizde olsa seçmeli derse evet demeliyiz.
Nasıl ki bir bebek yaşaması için anne sütüne ihtiyacı varsa, toplumlarında yaşaması ve kalıcılaşması için ana dilde eğitime ihtiyacı vardır. Ana dilde eğitim hakkı, yaşamsal bir haktır. Seçmeli ders hakkını kullanarak sürecin geliştirilmesi ve temel insan hakkı olan Kürd dili eğitiminin resmi ve zorunlu eğitim olması için mücadele son derece meşrudur.
7 Şubat tarihinde kayıt süresi biten seçmeli ders kampanyası önümüzdeki yıl daha da artırılmalı ve Kürd dilinin zorunlu eğitim diline dönüştürülmesi için sivil ve barışçıl mücadele boyutlandırarak sürdürülmelidir. Unutulmamalıdır ki asimilasyon ve oto asimilasyon politikası Kürd diline sahip çıkarak, Kürd dilini eğitim ve öğretim dili haline getirerek ve Kürdçe dil hareketini büyüterek bertaraf edilebilir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.