16 Ekim tarihinde Irak Ordusu ve İran kontrollü Haşdi Şabi güçleri Kürtlerin içindeki hainlerin yol göstericiliği altında Kerkük’e girdi. Kardeşi tarafından ihanete uğrayıp büyük bir şaşkınlık yaşayan diğer Peşmerge güçleri çarpışmadan geri çekildi. Ardından bilmediğimiz, izah etmekte güçlük çektiğimiz nedenlerle Peşmerge’nin yeterli direnci göstermeden geri çekildiği Xanekin, Şengal ve tartışmalı bölgeler diye anılan diğer bölgeler tek tek Haşdi Şabi’nin işgaline maruz kaldı.
İşgalden günler önce Kürdistan’ın tarihi düşmanları İran, Türkiye ve Irak Kürtlerin bağımsızlığa doğru yürüyüşünü sonlandırmak için işbirliği yapmışlardı ve kesintisiz tehditleri ile saldırı hazırlığı yapmaktaydılar. ABD, uyarılarına kulak asmayan Kürtlerin burnunun sürtünmesini istiyordu açıkça. Güney Kürdistan yönetimi tüm bu tehditlere karşı dik durdu. Hepimizin iftiharla desteklediği bu dik duruş Güney Kürdistan’ın olası saldırılara karşı hazırlıklı olduğunu düşünmemize neden olmuştu. Övündüğümüz 40-50 milyon nüfusumuzla bu tehditkar güçlere karşı koyacağımız inancı bazı kuşkulara rağmen ağır basıyordu hepimizde. Haşdi Şabi’nin bu kadar kolay Kürdistan’ın kalbine saldırması ve işgali, ABD’nin açıkça İran tarafından yönetilen bu saldırıyı desteklemesi, içinde az da olsa Kürdi duygu taşıyan herkesi yere yapıştırdı. Kelimenin tam anlamıyla yarı ölü hale geldik. Cansız bedenler halini aldık. Kobani saldırıya uğradığında da aynı ruh halini yaşamıştık. Birçok yerde ayakta durmak için, birbirimize yaslanmak için toplaştık.
Neler yaşamadık ki, neler düşünmedik ki. Bu yarı ölümümüzle neler yapabileceğimizi düşünmeye başladık. Bir ateş topu olsak da düşmanın bağrına mı düşsek? Bir fırsatını bulup cepheye gitmeyi düşünenlerimiz de oldu muhakkak. 64 yaşında biri olarak savaşamasam bile direnmeden geri çekilen peşmergelere ve Kürdistan’daki tüm gençlere “bak hiç acımıyor” demeyi çok istedim.
ABD ve Batı birkaç gün öncesine kadar kahramanlıklarını göklere çıkarttığı Kürtlere tekrardan aşağılık bir şekilde yüz çevirmişti. Herkesin kendi duygusal ölçüsüne göre girdiği bunalım bir gün sonraki sonradan uydurma olduğunu öğrendiğimiz bazı zafer haberleriyle biraz ruh geldi bizlere. Gece yarılarında aradık birbirimizi, biliyorduk namuslu hiçbir Kürt üzüntüsünden uyumamıştı. İyi ki bu uydurma haber geldi ve kendimize geldik. Şimdi daha sakin olayları değerlendirebiliyoruz.
Kürtlerin bu yenilgisi Türkiye’de birkaç istisna dışında büyük bir zafer olarak kutlandı gönüllerde. 1920’lerde, 1946’da 1970’lerde Türkiye devleti sürekli Kürt kazanımlarının karşısında yer aldı. Ortak düşmanlarla birlikler geliştirdi. Kürde tanınan hak savaş nedeni sayıldı. Tarihte dünyanın herhangi bir yerindeki Kürdün kırılması hep Türkiye’nin zaferi kabul edildi. Namuslu bir Kürt bunu asla unutamaz, unutmamalıdır. Bütün ikazlarımıza rağmen Türkiye’ye gereğinden fazla bel bağlayan Güney Kürtleri de unutmamalıdır.
Devlet imkanlarından nemalanan Kürtlerde birkaç kişin memnuniyetsizlik işareti görülse de ağırlık olarak derin bir sessizlik hakim. Bazı şahıslar katıldıkları televizyon programlarında savundukları iktidarın bu düşmanca siyasetini haklı çıkarmak için yoğun çaba sarf ediyorlar. PKK çevresinin genellikle bu yenilgiden fırsat yaratmaya çalışması zaten beklenen bir olaydı. Kerkük’teki küçük çaplı başkaldırının kendileri tarafından örgütlendirildiği yalanını bile yaydılar. Oysaki herkes biliyor ki PKK çevresi hiçbir zaman Kürdistan bayrağı taşımaz. Bu yenilgiden kendine iç rahatlatıcı bir sonuç çıkartmaya çalışan Türkler ve Kürtler Barzani hareketinden başladı eleştirmeye. İktidar işgali, hırsızlık, meclisin çalışamaz duruma gelmesi, Peşmergenin savaşmadan kaçması benzeri eleştiriler Kürtler içinde daha çok PKK yandaşlarının argümanı olarak karşımıza çıktı. Bu eleştiriler beklenmeye şeyler değildi. Sakin zamanda birçoğumuzun da bazılarını dile getirdiği eleştirilerdi.
Esas değinmek istediğim konu Kuzey’deki 10’a yakın Kürt partisinin Türk devlet yetkililerinin düşmanca ve aşağılayıcı söylemlerine karşı pasif duruşlarıdır. Rojhılat ve Rojava’da önemli bir halk kitlesi sokaklara çıktı ama 20 milyondan fazla Kürt nüfusuna sahip Bakur ölü sessizliğine büründü. Parti olduğunuzu iddia ediyorsanız bu tehdit, hakaret ve aşağılanmalara karşı tepki göstermeyecekseniz neden varsınız? Büyük kalabalıklara gerek yok tepki için. Üç beş kişi ellerine devletin tehdit ve hakaretlerine karşı çok basitçe ifade edilmiş bir pankartla valilik binasının önünde birkaç dakikalık gösteri yapmaları hiç de zor bir olay değildi mesela. Bugün ve yarın bu partilerin bir kısmının Ankara’da zorunlu kongreleri ve toplantıları var. Biliyorum ki bazıları büyük laflar söyleyeceklerdir, büyük devrimler yapacaklardır. Tekrarla soruyorum; işlevsiz böyle partilere Kürtlerin ihtiyacı var mıdır?
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.