Kürt-Osmanlı ilişkilerinin başlaması, ilişkinin siyasi niteliği ve bu ilişkinin Kürtlerin geleceğinin belirlenmesinde İdris-i Bidlisi’nin rolü konusunda Kürtler arasında geçmişten beri tartışmalar sürmektedir. Değişik kitaplarda farklı anlatımlarla karşımıza çıkan bu olay, ortaya çıkmış birden fazla akademik çalışma ile söz konusu dönem gelişmelerini daha açık bir şekilde anlamamızı sağlayacaktır. Kürt-Osmanlı ilişkisinin başlangıcında, dönemin birinci şahidi ve baş aktörü olan İdris-i Bidlisi’nin bütün detaylarıyla dönemi anlattığı “Selim Şah-Name”adlı eseri, akademisyen Hicabi Kırlangıç tarafından çevirisi yapılıp (500 sf) doktora tezi olarak yayınlanmış. Ayrıca, İdris-i Bidlisi’yi tüm eserlerinden ve İran, Osmanlı kayıtlarından yararlanarak çok geniş araştıran ve bunun üzerinde doktora tezi hazırlayan Doc. Dr. Vural Genç’in “Acem’den Rum’a İdrisi Bidlisi’nin Hayatı, Tarihçiliği ve Heşt Behişt’in II. Beyazıd Kısmı”(984 sf) değerli çalışması ve yine o dönemin önemli bir aydını ve şahidi olan Şükri Bidlisi’nin “Selimname”si (400sf), bizlere daha sağlıklı bilgileri vereceği açıktır. Bunların yanında ‘Osmanlı Devleti ve Kürtler’( İbrahim Özcoşar-Shahab Vali, Kitayyayınevi, İstanbul 2017) kitabında yazdığı makalesi ile bu eserlere değinen akademisyen Nezahat Başçı’nın yaptığı değerlendirmeler (Hicabi Kırlangıç’ın bazı yerlerde tercüme hatası yaptığını belirtir) bu tarih diliminin anlaşılmasında zihnimizi açıyor.
Birçok tarih kitaplarında farklı anlatımlarla karşımıza çıkan dönem olayları belirtilen bu eser ve incelemelerde birinci tanıklar anlatımıyla ve daha gerçekçi bilgilerle tanışıyoruz. Bu çalışmalar üzerinde yaptığım okumalarıma göre özet olarak şu farklı bilgilerle karşılaşıyoruz:
İdris-i Bidlisi ne bir hain ne de bir Kürt ulusal lideridir. Önceleri Akkoyunlu, Safevi ve nihayetinde Osmanlı sarayında görev yapmış başarılı bir alim ve bürokrattır.
İdris-i Bidlisi, Kürtlerin Osmanlı saflarına kazanılması için Sultan Selim tarafından görevlendirildiğini açıklar.
Bidlisi, bu görevi yerine getirirken kısa bir dönem için de olsa, Kürtlerin tarihte çok rastlanmayan birliğinin sağlanmasında ve ellerinden alınmış olan beylik statülerinin geri kazanılmasında önemli bir rol oynar.
Kürtler, Osmanlı devletini bölgeye davet etmemiştir. Bu iddia Safeviler tarafından ortaya atılmışsa da zamanın tanıkları bunu teyit etmezler. Zaten Osmanlı ordularının Kürtleri kurtarmak için bölgeye geldikleri doğru ve mantıklı durmuyor. Osmanlılar, kendi egemenlik bölgeleri için büyük tehlike gördükleri Safevi devletinin gücünü kırmak için bölgeye gelmiştir.
Sultan Selim, Tebriz’i ele geçirdikten sonra bölgede hakimiyetini kalıcılaştırmak için Kürtlere ihtiyaç duymuştur. Aynı şekilde Kürtler de Safevi zulmünden kurtulmak için Osmanlı’nın yardımına ve korumasına ihtiyaç duymuştur.
Kürtler Çaldıran Savaşı’nda Osmanlıların yanında yer almamıştır. Tüm Kürdistan coğrafyası Çaldıran Savaşı öncesi Safevilerin kontrolünde olduğu için Kürtlerin önemli bir kesimi zorunlu olarak Çaldıran Savaşı’nda Safevilerin yanında yer almıştır. İdris-i Bidlisi’ye görev çıkmasının nedeni de budur.
Kürtlerle Osmanlılar arasında 1514 Amasya Antlaşması diye bir anlaşma yapılmamıştır. Yani Kürt heyeti ile Sultan Selim’in heyeti sorunu müzakere edip anlaştığı bir anlaşma yoktur. Şükri Bidlisi’nin Selimname’sinde bahsettiği birkaç Kürt beyinin Amasya’da Sultan Selim’i ziyaret ettiği bilgisi dışında diğer belgelerde benzer bir bilgi yoktur. Sultan Selim’in İdris-i Bidlisi’ye gönderdiği mühürlü boş kağıtlar, Safevilerden geri alınan beylik bölgelerinin ayrı ayrı ve kendi özgün şartları içinde Kürt beyi ile Osmanlı devleti arasındaki uyulması gereken İdris-i Bidlisi’nin yetkili kılındığı bazı haklar ve şartlarla ilgilidir.
Sultan Selim, Kürtlere, otonom bir Kürdistan’ı yönetmesi için aralarından bir lider seçmeyi teklif etmemiştir. Buna karşı da Kürt beyleri bölgeyi yönetmek için Osmanlıdan bir lider talep etmemişlerdir. Kürt beyleri, Bidlisi’nin yönlendirmesiyle Diyarbekir’i kuşatan Safevi güçlerine karşı Sultan Selim’den savaşı yönetecek bir komutan ve askeri güç talep etmiştir.
Sultan Selim, Kürt beylerine Safeviler tarafından ellerinden alınan, atalarından kendilerine miras kalan bölgeleri Osmanlı Devleti’nin kontrolü altında yönetmeleri için onay vermiştir. Diyarbekir eyaletinin birçok yerleri gibi öncesinden beylik statüsünde olmayan yerler devletin tasarrufuna bırakılmıştır.
Kürtlerin tarihi ve kültürel kodlarının kendilerinden bir lider altında yönetilmesine müsait olmadığını Bidlisi’nin kendisi söylüyor. Kürdistan’ın çoğu yerleri Safevilerden kurtarıldıktan sonra, birlikte görev yaptığı Bıyıklı Mehmed Paşa’nın itirazına kadar, Diyarbekir eyaletinin siyasi yöneticisi olarak Bidlisi görev yapmaktadır. Bidlisi, Kürtlerin kendilerinden (mevcut beyler içinden) bir lider etrafında birleşmelerinin mümkün olamayacağını söylediğinde liderlik için kendini işaret etmiş olabilir.
Tüm bu özet açıklamadan sonra Bidlisi’nin doğumundan ölümüne kadar olan sürede yaşadıkları ve Osmanlı-Kürt ilişkisindeki rolüne bakalım.
İdris-i Bidlisi’nin 1514 Yılına Kadar Olan Hayatı
Bidlisi, bir kayda göre[1] 18 Ocak 1457 Salı gecesi Rey’e bağlı, Nurbahşi tarikatının merkezi kabul edilen Sulakân nahiyesinde dünyaya gelmişti. Babası Hüsameddin Ali, dedesinin adı Şeyh Taceddîn Hacı Hüseyin, dedesinin babasının adı da Mevlânâ Mecdüddîn el-Bidlisi’dir. Tüm bu alimler Bitlis’te yaşadıkları dönemde Bidlis Beyliğinin himayesi altındaydılar.[2] Babası Hüsameddin Ali Bidlisi, Şiiliğe ait Nurbahşîye tarikatına bağlı idi, bir müddet bu tarikatın kurucusu Seyyid Muhammed’in hizmetinde bulunmuş ve orada mektep hocalığı yapmış saygın bir âlim ve kuvvetli bir mutasavvıftı. Nurbahşîye tarikatına olan sıkı bağlılığından dolayı eserlerinde kendisini Hüsameddin Ali el-Bidlisi el-Nurbahşî şeklinde tanıtmıştır.[3] Nurbahş’ın Luristan, Kürdistan ve Azerbaycan’dan gelen 17 tarikat yoldaşı Abhar, Bidlîs, Halhal, Irak-ı Acem, Karahrûd, Kalur, Hurramâbâd, Sultaniya, Burujird, Erbil ve Tebriz şehirlerindendi ve bunlardan yedisi Kürt idi.[4] Şeyh Muhammed Nurbahş’ın bu yedi Kürt müridinden birisi de Bidlisi’nin babası Hüsameddin Ali idi. Hüsameddin Ali, Şeyhinin Sulakan’a yerleştiğini duyunca Bitlis’ten ayrılarak ailesiyle birlikte yanına göçmüştü. Oğlu İdris de, ailesinin Sulakan’a gelmesinden sonra doğmuştu. İdris-i Bidlisi, çocukluğundan itibaren tüm eğitimini babasından ve içinde bulunduğu entelektüel ortamdan almıştı. Yetenekli tarikat yoldaşları, tarikat öğretilerini adeta birer halife gibi yaymak adına yavaş yavaş Sulakân’dan ayrılıp etrafa dağılmaya başladılar. Hüsameddin Ali de memleketi Bitlis’e yerleşti.[5]
Uzun Hasan, Karakoyunlu lideri Cihan Şah’ı öldürdükten sonra (1467) Bitlis vilayetini istila etmesi için büyük bir ordu gönderdi. Bidlis emiri Mîr II. İbrahim üç yıl direndi ama sonuç olarak kaleyi Uzun Hasan’ın komutanına teslim etmek zorunda kaldı. Kendisi de şehrin ileri gelenlerinden on iki aileyi de alarak Tebriz’e hareket etmişti. Muhtemelen Mir İbrahim’in kuşatmanın sona erip şehrin teslim edildiği 1470 yılında yanında Tebriz’e götürdüğü on iki aileden birisi de Bidlisi ailesi olmalıydı.
Hüsameddin Bidlisi tasavvufî faaliyetlerine devam ederken oğlu İdris de hem babasının yanında hem de medresede ilk eğitimini almaya başladı. İdris’in, babasının ruhanî koruması ve yetiştirmesi altında daha genç yaşlarında Tebriz’de ilmî bahislere, felsefî ve tasavvufî tartışmalara katılır. Önemli ulemalar arasında yetişen İdris-i Bidlisi’nin Tebriz’de Akkoyunlu devletinin merkezinde 1481’den önce munşiliğe (divan katipliği) başlar.[6] Sultan Yakub 1478 yılında Akkoyunlu tahtına oturduğu zaman Bidlisi, medrese öğrenimini tamamlamış 21 yaşında bir gençti. İdris-i Bidlisi, Akkoyunlu sarayında oldukça etkin olan Şeyh İbrahim Gülşeni’nin müritliğini yapmaktaydı. (Şeyh İbrahim Gülşeni, Akkoyunlu devletinin sona ermesiyle Mısır’a yerleşir) Bidlisi’nin aldığı eğitim ve şeyhinin koruması onu Fars bürokrasinde görev almasında önemli rol oynamıştı.[7] Akkoyunlu Sultanı Yakup vefat edince taht kavgası şiddetlenir. Tahta oturan Baysungur Mirza’nın yanında yer alan İdris-i Bidlisi, Baysungur’un öldürülmesinden sonra saray çevresinden uzaklaştı. Sultan (Göde) Ahmed tahta oturunca Bidlisi Tebriz’e gelebildi. Göde Ahmed’in öldürülmesi yeniden taht savaşlarına yol açmıştı. Göde Ahmed’in kısa süreli saltanatından sonra 1498’den 1501 yılına kadar Akkoyunlu tarihine taht için mücadele eden Elvend Mirzâ ve Sultan Murad’ın bitmek bilmeyen çatışmaları sürece damgasını vurdu. 1500 sonbaharında egemenlik alanı ikisi arasında paylaşıldı. Elvend’e Azerbaycan, Arminiyye, Diyarbekir, Mugan ve Harran, Sultan Murad’a ise Fars, Kirman, Irak-ı Acem ve Irak-ı Arab verilmek üzere imparatorluk ikiye bölündü. Akkoyunlular desteği ve ittifakı ile önemli bir güç biriktiren Safevi tarikatı genç temsilcisi İsmail, Ağustos-Eylül 1499’da yanındaki tarikat ileri gelenleri ile uzun iktidar yürüyüşü için Lâhîcân’dan ayrıldığında henüz on iki yaşındaydı. 1500 yılı baharında geldiği Erzincan’da kendisine katılan Anadolu ve Suriye’deki Kızılbaş takipçileri ile birlikte Şirvan’a hareket etti. Aynı yıl içinde Elvend Mîrzâ’nın üzerine yürüdü. Nahçivan yakınlarındaki Şarur’da onu yenerek başkent Tebriz’e girdi ve 1501 sonbaharında şahlığını ve 12 İmamcı Şiî doktrinini resmen ilan etti.[8] Bidlisi, 1501 güzünde Şah İsmail’in tahta çıkışından hemen sonra Tebriz’den ayrılmadı. Şah tarafından vezir olarak atanan, eskiden de Sultan Yakub’un veziri olan Melik Mahmud Deylemî’nin yardımıyla İdris-i Bidlisi, Şah İsmail’in sarayında katiplik görevine girdi.[9] Bidlisi 1501–02 kışını Tebriz’de şahın hizmetinde geçirirken 1502 baharında Elvend Mirza, Erzincan tarafındayken topladığı ordusuyla kaybettiği Tebriz’i tekrar ele geçirmek için harekete geçti. Bu haberi alan Şah, Mayıs 1502’de ordusuyla o tarafa yöneldi. Şahın Erzincan yakınlarına vardığından haberdar olan Elvend Mirza onunla karşılaşmak yerine başka bir yoldan Tebriz’e geldi ve tahtı tekrar ele geçirdi. Bu durum Tebriz’e şahın yenilip Elvend’in galip olduğu şeklinde yayıldı. Şah Tebriz’e yönelince, öncesinde şaha biat edenlerin çoğu şimdi onun düşmanına biat ettikleri için öldürülecekleri korkusuyla kaçmak zorunda kaldılar. Bidlisi de korkuya kapılıp anne-babası ve ailesini bırakarak çok sevdiği Tebriz’den İstanbul’a gitmek düşüncesiyle ayrıldı. [10]
1502 yazı ortalarında Tebriz’den’dan ayrılan Bidlisi, neredeyse bir yılını yollarda geçirmişti. Bidlisi, Risâle-i Münâzara-i Rûze ve ʻIyd adlı eserinde, 1502 sonbaharı ve kışında bile hala “uçsuz bucaksız ovalarda ve dağlarda perişan ve çaresiz bir şekilde” dolaşmıştı. Çamurlu mağaralarda saklandığını söyleyen Bidlisi “Bu çölde gece gündüz başıboş bir şekilde arayacak kadar neyimi kaybettiğimi bilemiyorum” diyordu.[11]
Bidlisi, İstanbul’a yetiştiğinde Sultan II. Beyazıd seferde idi. Bidlisi de bilinmeyen bir nedenle 1503 yılında Sofya yakınlarındaki Hristiyan ahalinin yaşadığı Köstendil sancağına bağlı Dupniçe (Günümüzde Stanke Dimitrov) kasabasına yerleşti. Burada manastırdaki inziva hayatı içindeki Hristiyan alimlerle bir dönem yaşayan Bidlisi daha sonra Sofya’ya yerleşti.[12] Sofya’da kaldığı zaman dilimi içinde biri Sultan Bayezid’e (Risâle-i Münâzara-i Rûze ve ʻIyd) biri Şehzade Ahmed’e (Şerh-i Kaside-i Hamriye) ve biri de Şehzade Selim’e (Mirʻâtü’l-ʻUşşâk) olmak üzere üç eser telif etti. Bu şekilde hem padişah hem de şehzadelerinin dikkatini üzerine çekecek, görev talebinde bulunacak, en azından bunlardan birinden himaye görebilecekti.[13]
Birçok yazışmadan sonra nihayet Sultan II.Beyazıd İdrisi’yi İstanbul’a davet etti. Sultanın âlimlere değer verdiğini bildiği için kendi ilmi kimliğini ön plana çıkaran Bidlisi, Bayezid ile olan tanışıklığını ve onun adına kaleme aldığı Mirʻâtü’l-Cemâl adlı eserini bu görüşmeye vesile yapmak istediğini şöyle anlatır:
“Şeref ve iftiharım için gazi sultanın [II. Bayezid] dergâhına gitmek, yolunun toprağına adım atarak bütün insanların sığındığı yer olan kapısını tavaf, sultanla aşinalığım olduğu için, canı gönülden dualarımı arzetmek istedim. İlim ve fazilet onun nazarında kıymetli olduğu için ilmi bir hediyeyi [Mirʻâtü’l-Cemâl] bu görüşme için vesile kıldım. Kendisini görmeme icazet çıkınca küstahlıkla ileriye doğru bir adım attım. Eşiğini öptükten, felek gibi olan sarayının direklerine el sürüp tavaf ettikten sonra onun bağışlar saçan elini öptüm ve huzuruna birkaç kitap bıraktım. Erbab-ı kemâle has olan bir fen ile Mirʻâtü’l-Cemâl’i hazırlamıştım. Kitabın içine tefsir, meani ve beyan ilimlerinden çokça örnekler koymuştum. En fasih olan nazım ve nesirle [kitabı] onun yüce adıyla süsledim.”
Bidlisi, İstanbul’da Sultan II.Beyazıd’in Osmanlı tarihi yazımı ile görevlendirmesi üzerine Heşt Behişt kitabının yazımına başlar. 30 ay süren bu çalışması sonucu Bidlisi beklediği ilgiyi görmediğine inanır. Sarayda bürokratlar arasında büyük bir rekabet sürmektedir. Saraydaki bazı bürokratlar ve vezirler bir Acem bürokratının sarayda itibarının yükselmesini istemezler ve Bidlisi’nin aleyhine çalışırlar.
Muhalifleri Heşt Behişt kitabında Osmanlı hanedanının düşmanları olan İran şahlarını övdüğü yolunda ithamlarda bulunurlar. Bu propagandayla İdris-i Bidlisi’yi padişahın gözünden düşürürler. İdris-i Bidlisi, bu çalışmalarına karşılık Padişahın kendisine ödediği inamdan da memnun değildi. Verilen ödemeleri “küçük çocuklara verilen kuru üzüm ve ceviz”e benzetiyordu. Padişah eser teslim edilirken 50.000 akçe, toplamda da 149.000 akçe inam vermişti. Ama tüm bunlar hem para olarak hem de beklediği terfi açısından Bidlisi’yi tatmin etmemişti.
Bu gelişmeler üzerine Bidlisi Diyarbekir’e gitmek istiyordu. Diyarbekir o tarihlerde Safevî toprağı idi ve Şah İsmail’in en güvenilir beylerinden Ustaclu Muhammed Han tarafından idare ediliyordu. Bu düşünceyle Bidlisi, İran tarafındaki dostlarıyla bu konuda yazışmaya başladı. Buradan gelecek olan olumlu bir cevap üzerine Diyarbekir’e hareket edecek belki de oradan da tekrar Tebriz’e geçecekti. Ancak Padişah buna izin vermeyince Hac için izin istemeye başladı.[14]
Bidlisi’nin, yanında yetiştirip Osmanlı bürokrasisine entegre ettiği oğlu Ebulfazl’ın bu dönemde, Trabzon’daki genç şehzadenin hazine-i âmire katipliğini yapıyordu. Bu konuda açıklayıcı bir bilgi olmasa bile muhtemelen İdris-i Bidlisi Tebriz’den ayrılırken oğlunu da Trabzon’da vali olan şehzade Selim’e göndermişti.
Bidlisi nihayet uzun zamandır almayı beklediği Hac iznini II. Bayezid’in oğlu Selim’in isyanıyla uğraştığı bir anda aşırı ısrarlarının neticesinde alabilmişti. 1511 yazı sonlarında geri döneceğinin teminatı olarak ailesini arkasında bırakarak hayal kırıklığı içinde İstanbul’dan gemiyle ayrıldı. Elli dört yaşındaki Bidlisi, İstanbul’dan ayrıldıktan birkaç gün sonra kendisine tahsis edilmiş senelik zeamet gelirinin kesilmiş olduğunu öğrendi.[15]
1511 sonbaharında Kahire’ye geldiğinde Memluk Sultanı Kanısav Gavri’nin adamları tarafından karşılandı. Daha önce yazılarında yerin dibine batırdığı Memluk sultanını göklere çıkartan methiyeler yazdı. Kahire’de iyi karşılanmasının bir nedeni de daha önce Mısır’a yerleşen ve sarayda önemli bir görevi olan Tebriz’den Mısır’a sığınmış Şeyh İbrahim Gülşeni’nin olmasıydı. Bidlisi, Kahire’de bulunduğu sürece sultan tarafından hoş karşılanmış, ihtiyaçları karşılanmış ve onun meclislerine katılmıştı. Bidlisi, Memlük sultanına da birkaç kitap takdim etti. Bunlardan birisi Memlük sultanı adına kaleme aldığı Risâle fi Esrari’s- Sıyâm adlı eseriydi. Bu eseri Kahire’de bulunduğu 22 Kasım–21 Aralık 1511 münasebetiyle kaleme aldığını söylüyordu. Bidlisi, 1511–12 kışında Mekke’ye gitmek maksadıyla bir müddet kaldığı Kahire’den ayrıldı. Kanısav Gavrî, Hac’a gidecek olan Bidlisi’nin, gideceği her yerde karşılaşacağı güçlükler konusunda kendisine yardım edilmesi için güzergâhındaki tüm idarecilere bir ferman yazdı, ayrıca kardeşinin oğlunu da Bidlisi’nin yanına verdi. [16] Bidlisi Mekke’de kaldığı bir buçuk yıl içinde muhtemelen Memluk Sultanı Kanısav Gavri’nin tahsisatıyla hayatını idame ettiriyordu.
Bidlisi, Mekke’den Şah İsmail’e kasideler yazdı. Bidlisi’nin Mekke’de ikamet ettiğini yazdığı kaside vasıtasıyla haber alan Şah İsmail, bu haber üzerine yazdığı mektubu ve hediyelerini özel bir haberci vasıtasıyla Mekke’ye göndermişti. Şah İsmail mektubunda, Bidlisi’nin Tebriz’e geri dönmesini istiyor, onu hizmetine kabul ettiğini belirtiyordu.[17]
Sultan Bayezid, Nisan 1512’de tahtı oğlu Selim’e bırakmak durumunda kalmıştı. Bidlisi bu taht değişikliğini, İran’a dönme arifesinde iken Mekke sokaklarındaki tellallardan öğrendi.
Osmanlı Safevi savaşı
Selim daha Trabzon’da vali iken Osmanlı Devleti için büyük bir tehlike olarak gördüğü Safevi devletini etkisizleştirmek gerektiğinin farkındaydı. Kızılbaşlık Osmanlı topraklarında gizliden gizliye örgütleniyordu. Babası II. Beyazıd yaşlanmıştı ve istese de doğuya bir sefer yapacak durumda değildi. Kardeşi ve tahtın birinci varisi kabul edilen Amasya valisi Sultan Ahmed, büyük bir orduyla Karaman’da Safevi taraftarlarına karşı savaşmış, her iki taraftan 50 bin kişi ölmüştü. Kardeşler arasında başlayan taht kavgası Safevilerle hesaplaşmayı ileriki bir tarihe ertelemişti. Acem memleketinden büyük şikayetler padişahlık makamına geliyordu. Bölgeden kaçanlar Osmanlı devleti topraklarına yönelmişlerdi. Osmanlı topraklarından da doğuya doğru Kızılbaş akını vardı.
Anadolu Kızılbaşları sık sık başkaldırıyor ve Safevi taraftarlığı yaparak çevreyi rahatsız ediyordu. Şah Kulu İsyanı Şah İsmail’in kışkırtması olarak kabul ediliyordu. Sultan Selim yerini sağlamlaştırdıktan sonra Erzincan tarafındaki Kızılbaşlara ve Safevi devletine ve lideri Şah İsmail’e karşı güçlü bir saldırı için fetvalar çıkarttı. Safevi dünyasını ve bölgeyi çok iyi bilen insanlara duyulan ihtiyaçtan dolayı, Bidlisi’nin dostu olan Cafer Çelebi tarafından Bidlisi Sultan Selim’e önerildi. Trabzon’da Selim’e katiplik yapan ve Selim’le birlikte İstanbul’a gelen Bidlisi’nin oğlu Ebulfazl’ın da Bidlisi’nin önerilmesinde rolü olabilir.
Selim, Bidlisi’yi bir mektupla ve gönderdiği 500 altınla İstanbul’a geri çağırdı. Bidlisi yüzünü döndüğü Şah’a gitmeyi değil, İstanbul’a doğru yola çıktı.
Bidlisi, 1513–14 kışında İstanbul’a döndüğünde Selim’in huzuruna çıkarak “eşiğini öptü”. İran seferi sırasında Selim’in yanında eski ve tecrübeli bir Acem bürokratı olan Bidlisi de yer alacak birkaç danışmandan biri olacaktı.
Bağdat’tan Maraş’a kadar geniş bir bölgeye hükmeden Safevilere karşı savaş hazırlığı yapan Sultan Selim, içeriden ihanete uğramamak için bir emir yayınlayarak Osmanlı topraklarında 7 yaşından 70 yaşına ne kadar Kızılbaş varsa hepsinin adları ve adresleri ile kayıtlara geçirilmesini buyurdu. Henüz sefere çıkmadan tespit edilen 40 bin Anadolu Kızılbaş’ına karşı imha hareketi başlatıldı.[18]
19 Nisan 1514 tarihinde İstanbul’dan harekete geçen Osmanlı ordusu, Sivas’ta 100 bin askerle savaşa hazır hale getirildi. Erzincan’dan Tebriz’e kadar sürecek savaş süresi 40 gün hesaplanarak bunların ihtiyacı olan erzakların taşınması için 60 bin deve hazırlandı. Lojistik hizmetler için 5000 kişi görevlendirildi. Selim’in kendisine doğru yola çıktığını duyan Şah İsmail, Osmanlı ordusu erzak temin edemesin diye Sivas’tan Tebriz’e giden hat üzerindeki Kızılbaş yerleşim yerlerini boşaltmıştı. Safevi devletinin Diyarbekir ve Kürdistan valisi olan Muhammed Han Ustaclu, bölgedeki Türk ve Kürt aşiretlerini yanına katarak Osmanlı ordusunu karşılamak için Osmanlı ordusunun yöneldiği bölgeye doğru harekete geçti ve geçtiği yerlerdeki tüm ekinleri, otları Osmanlı güçleri yararlanmasın diye ateşe verdi. Bunun üzerine Sultan Selim İstanbul’a haber göndererek Deniz yoluyla Trabzon üzerinden binek hayvanların yemi için de 100 bin deve yükü hazırlanmasını buyurdu.[19]
23 Ağustos 1514 Çarşamba günü iki ordu Çaldıran denilen yerde karşı karşıya geldi. Çaldıran Savaşı’nda Kürtler Safevilerin safındaydı. Tüm Kürdistan Safevilerin kontrolünde olduğu için Kürt aşiretleri Safevi ordusu içinde yer almak zorunda idi. Bazı Kürdistan Emirleri zaten Şah tarafından tutuklanmış, bazıları bir süre sonra serbest bırakılmış, bazıları da kaçabilmişti. Diyarbekir ve Kürdistan valisi olan Muhammed Han Ustaclu’nun birliğinde Türk, Arap ve Kürt aşiretlerinin güçleri yer almaktaydı. Yenilen Şah İsmail güçleri geri çekildi. Muhammed Ustaclu, Çaldıran Savaşı’nda öldürüldü. Osmanlı ordusu Safevi güçlerini Tebriz’e kadar kovaladı ve Tebriz’e girdi.
Osmanlı askerlerinin elde ettikleri talan mallarını ailelerine ulaştırmak için geri dönme talepleri yükselmişti. Ayrıca orduyu ve hayvanlarını beslemek için de yeterli erzak bulmak problem oluyordu. Bu durumda Safevi güçlerinin saldırma ihtimali fazlaydı. Sultan Selim, kışı Tebriz’de geçirmenin sakıncalarını danışmanlarına danıştı. Danışmanlarından Bidlisi, Sultan’ın danışması üzerine Tebriz’den çıkmasına karşı olduğunu beyan etmişti ama Sultan, 14 Eylül 1514 günü, İlkbaharda tekrardan Tebriz’e dönmek düşüncesiyle Amasya’ya geri dönme kararı verdi. Sultan Selim 23 Kasım 1514 günü Amasya’ya vardı. Bu arada meydana gelen bir olay da Çemişgezek Beyi Rüstem Bey’in Çaldıran Savaşı’ndan sonra Sultan Selim’i 150 kişilik bir heyetle ziyaret etmesidir. Çemişgezek beyi Rüstem Bey’in babasının önceleri beylik bölgelerini Safevilere terk ettiği gerekçesiyle Sultan Selim, ziyaretçilerin hepsini kılıçtan geçirmiş ve Rüstem Bey’in başını oğlu Pir Hüseyin Bey’e göndermişti. Buna rağmen Pir Hüseyin Bey, Sultan Selim’in huzuruna çıkmıştı. Sultan Selim, Pir Hüseyin Bey’i cesaretinden dolayı kutlamış ve Çemişgezek beylik bölgesini kendisine vermişti.
1514-1515 kışında Sultan Selim, Tebriz şehrinden hareketi sırasında İdris-i Bidlisi’ye Kürtleri Osmanlı’nın saflarına çekmesi için görev verir. Aldığı emir üzerine Bidlisi Urmi ve Uşni’den Amed’e, oradan Malatya’ya kadar olan coğrafyada Kürt mirleri ile ilişkiye geçmek için harekete geçti. Bidlisi, bu görev konusunda şunları söyler: “Bu hakir kula olan irsi bağlarından ve yakınlıklarından kaynaklanan eski ilişkiler ve dostluk yoluyla arada tam irtibat söz konusuydu. Müjdeler dolu menşurları ve İslam sultanının fetihname hükümleriyle Kürtlerin ve Diyarbekir’in büyük beylerine yaptığı daveti bildirdim.“ [20]
Şah İsmail tarafından Kürt beylerinin tutuklanması ve beyliklerinin gasp edilmesi
Bölgedeki bütün Kürt beyleri Uzun Hasan’ın istilasından etkilenmiş beyler olarak başlangıçta Şah İsmail’i zorunlu olarak desteklemişler, ona bağlılıklarını bildirmişlerdi. Mesela bölgedeki Kürt beyleri arasından en nüfuzlu olan Bidlîs beyi Emir Şeref, Şah İsmail‘i Harput dönüşü Ahlat’ta karşılamış, ona itaatini arz etmiş, Şah İsmail ise kendisine hilat hediye ederek Bidlîs beyliğini resmen tanımıştı. Şah İsmail Hoy kışlağına geldiğinde Emir Şeref ve aralarında Hısnkeyf hâkimi Melik Halil Eyyubi, Cezire hâkimi Şah Ali Bey Bohti, Hizan hâkimi Mir Davud, Sason hâkimi Ali Bey’in de bulunduğu on dört Kürt beyi ile ona itaatlerini arz etmek için Hoy’a gitmişlerdi. Başlangıçta iyi karşılanan bu Kürt beyleri daha sonra Diyarbekir hâkimi Han Muhammed Ustaclu’nun kışkırtmaları sonucu Şah İsmail tarafından tutuklandı. Yerlerine beyliğe Safevi emirler atadı. Şah, bu beyler arasından sadece Sason beylerinden Şah Ali Bey’i ve Şirvan beylerinden Mir Şah Muhammed’i tutuklatmadı. Ayrıca Kızılbaş emirlerini Cizre, Bitlis ve Hakkâri taraflarına gönderdi. Bu çerçevede ele geçirilen topraklardan Atak hâkimi Ahmed Bey’in toprakları Kaçar aşiretine, Eğil beyinin toprakları Kızılbaş komutanlardan Mansur Bey’e, Çemişgezek beyi Pir Hüseyin Bey’in toprakları Nur Ali Halife’ye verildi. Şah İsmail tutuklayıp gözaltında bulundurmak dışında Kürt beylerini bulundukları merkezlerden ve kadim yurtlarından uzaklaştırıp İran içlerine getirmek (Çemişgezek beyleri örneği) ve yerlerine Kızılbaş veya kendisine daha sadık Kürt beyleri atamak ve evlilik yoluyla bağlar kurmak (Hısnıkeyf hâkimi Melik Halil örneği) gibi çok yönlü bir politika izlemişti. Bu olaylar Kürt beyleri ile Şah İsmail arasında bir kırılmaya ve ikili ilişkilerin bozulmasına yol açtı.
Kürt beylerinin Osmanlı ile ittifakı
Şah İsmail tarafından hapsedilmesinden kurtulmuş Kürt beylerinin kadim yurtlarını geri almak için Osmanlı ile ittifak etmeleri kaçınılmaz olmuştu. Bunun ilk davetçisi de İdris-i Bidlisi olmuştur. Doç.Dr. Ahmed Akkündüz’ün: “Koca Müverrih, Bedayi, cilt II.Vrk.452/a-b, Osmanlı Kanunnameleri veHukuk Tahlilleri, Yavuz Sultan Selim Dönemi Kanunnameleri” çalışmasında yirmi beş Kürt yöneticisinin İdris-i Bidlisi’nin aracılığıyla Amasya’ya gittiklerini ve Sultan Selim ile Kürt beyleri arasında bir özerklik anlaşmasının sağlandığını belirtmesine rağmen olayın birinci aktörü olan İdris-i Bidlisi farklı yazıyor. “Onların din ve devlet düşmanlarına muhalefet edip mürüvvet sahibi Sultan’a bağlanmalarının ilk etkeni ve asıl davetçisi bendeniz olduğumdan, her türlü yardım amacıyla benimle yazışmalarda bulundular,” diyor.[21]
İdris-i Bidlisi, Hısn Keyf, Siirt, Bitlis ve Hizan beldelerine giderek o yörenin ünlü melikleri ve hakimleri ile Osmanlı padişahına tabi olmaları ve itaat etmeleri; işgal edilmiş beyliklerini savaşarak kurtarmaları maksadıyla bir toplantı düzenledi. İçlerinde Hısn Keyf sahibi Melik Halil Eyyubi’nin, Bitlis meliki Emir Şeref’in, Hizan meliki Emir Davut’un, Sason hakimi Ali Bey’in, Nemran hakimi Abdül Bey’in ve İzzeddin Şir Bey’in oğlu Melik Abbas’ın olduğu yirmi beş kişinin katıldığı bir toplantı meydana geldi. 25 kişilik Kürt emirleri heyetinin Amasya’da Sultan Selim’le yapıldığı iddia edilen toplantı, Bitlisi ile yapılan bu toplantı olsa gerek.
Tebriz’in alınmasından sonra Sultan Selim’e biat edip meliklik berat ve sancağı alan Bitlis hükümdarı Emir Şeref, emirliği altındaki bölgeleri ve kalelerini egemenliği altına aldı. İsmail Şah’ın damadı olan Melik Halil Eyyubi, Kürdistan beyleri ve büyükleriyle ittifak ederek hala Muhammed Ustaclu’nun kardeşinin elinde bulunan Hısn Keyf kalesiyle şehrini uzun kuşatmalar sonucu geri aldı. Ali Bey, Herzen kalesini geri aldı. Sason hakimi Muhammed Bey de Herzen memleketlerini kuşatıp geri aldı. Diyarbekir civarındaki bütün Kürdistan beyleri içinde, soyluluk ve seyyidlikle adlanmış olan Ahmed Bey Zorakki, Atak kalesini, Miyafarikeyh şehrini ve başka yerleri geri aldı. Tebriz tarafına yönelişi sırasında Karaman civarında Sultan’ın eşiğini öpen Cemşid Bey Merdisi, Palu kalesini ve ülkesini ele geçirdi. Kasım Bey Merdisi, Egil kalesiyle bağlı yerleri ve Hani’yi bileğinin gücüyle ele geçirdi. Amid halkının yardımı ve desteğiyle Ahmed Bey ve Kasım Bey yiğitlik görevlerini yerine getirdi. Aynı şekilde Buhti ve Cezire hakimi de Musul’a hakim olan Safevi güçlerini donanmış bir orduyla yenilgiye uğrattı. Soran hakimi Seyyid Bey, Erbil ve Kerkük memleketini ele geçirdi. Diyarbekir ve Kürdistan etrafında Kürt büyüklerinin çoğu, kendi atalarından kalma kalelerini ve şehirlerini iktidarları altına aldılar. [22]
Diyarbekir ve Mardin Bölgelerinin Kurtarılmasında Kürt-Osmanlı İşbirliği
Diyarbekir, Selim’in doğu siyasetinde önemli bir yere sahipti ve buranın ele geçirilmesi Osmanlı devletinin bölgedeki idaresi açısından oldukça önemliydi. Çaldıran sonrasında Sultan Selim’in teşviki neticesinde şehir Akkoyunlu Sultan Murad tarafından kuşatılmışsa da bu harekât başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Padişah bu defa Bidlisi’nin nasihat gücünü denedi. [23] .Netice olarak bu tebliğ işe yaramış, Amid şehri ileri gelenleri Safevî birliklerini şehirden çıkarmış, padişahtan yardım beklemeye başlamışlardı. Şah İsmail, şehri tekrar ele geçirmek için Muhammed Han Ustaclu’nun kardeşi Karahan’ı görevlendirdi. Şehir, Karahan’ı desteklemek için gelen Ruha hâkimi Durmuş Bey’in ve Mardin, Hısnıkeyf, Harput ve Ergani’deki Safevî birliklerinin de katılımıyla 1515 kışında çok büyük bir orduyla kuşatıldı. Şehir halkı bir taraftan kuşatmaya direnirken diğer taraftan da Bidlisi aracılığıyla sultandan yardım talebinde bulundular. Haberi alan Sultan Selim, derhal Hacı Yiğit Ahmed komutasındaki bir birliği gönderdi. Bu yiğit komutasındaki birlik bir gece baskınıyla çemberi yararak kaleye girdi. İç savunma güçlendirildi.
Diyarbekir kuşatmasını kırmak için savaşa davet edilen Kürt beyleri, güçlerinin Safevilerin topladığı büyük orduya yetmeyeceğini açıktı. İdris-i Bidlisi, Bayburt’a olan Bıyıklı Mehmed Paşa’dan yardım istedi ama Paşa, ancak Sultan Selim’den emir aldığını beyan ederek reddetti. Bunun üzerine İdris-i Bidlisi Kürt beyleri adına Sultan Selim’e yardım içerikli bir mektup yazdı. Sultan Selim muhtemelen Bidlisi’nin kaleme aldığı Kürtler adına yardım talep eden bir mektup üzerine Bıyıklı Mehmed Paşa’ya emrini iletti. Bidlisi, bu konuda olayı şöyle dile getiriyor: “Onların din ve devlet düşmanlarına muhalefet edip mürüvvet sahibi Sultan’a bağlanmalarının ilk etkeni ve asıl davetçisi bendeniz olduğumdan, her türlü yardım amacıyla benimle yazışmalarda bulundular. Kürt melikleri ve beyleri, Kızılbaş’ın Amid’i kuşatma amacıyla yaptığı saldırıyı ortadan kaldırmak için söz ve gönül birliği etmekle birlikte liderlik ve komutanlık için Sultan’ın devlet erkânından birinin bir grup askerle birlikte gönderilmesini istemekteydiler. Ayrıca, bu komutan ordu yönetirken Osmanlı kanunuyla amel etmeliydi ve kendi özlerinde bağımsızlık davasında olan bu meliklerin tamamı da Sultan’ın gönderdiği kişinin emir ve yasaklarına tabi olmalıydılar.”
Bidlisi’nin aynı konuda söylediklerine bakarsak Kürt beylerinin bu talebinde Bidlisi’nin yönlendirmesi olduğunu düşünmek çok da yanlış olmaz. “Yıllarca zulüm ve baskı yüzünden zayıflayıp güçsüzleşen bu taife, kendi başına o sapkın topluluğa ve orduya karşı koyma gücüne sahip değildir. Çünkü Kürt beldelerinde çeşitli taife kralları ile çeşitli kavimler ve aşiretler bulunmaktadır. Allah’ın sünneti, tevhit kelimesinde ortak bulunmak ve yüce peygamber ümmeti olmak dışında onların hiçbir işte ittifak etmeleri konusunda cari değildir.” [24]
En başından beri Sultan Selim’in Kürt beyleri için düşündüğü atadan miras kalan yerlerde beyliklerinin geri verilmesiydi. Kürt beylerinin talebi de bu yöndeydi. Bu arada söz konusu olan talep edilen liderlik olayı Diyarbekir kuşatmasını kırmak ve Safevi güçlerinin bölgeden kovulmasında askeri bir konuydu. Ancak Safevilerden kurtarılacak Diyarbekir eyaleti ve çevresi Osmanlı Devleti tasarrufunda olacağı belli olduğu için Bidlisi, Kürt beyleri içinde kendilerinden bir lidere itaat etmeyecekleri beyanı ile liderlik için kendini işaret etmiş olabilir. Zaten Diyarbekir alındıktan sonra Diyarbekir’e Osmanlı adına iki yönetici görevlendiriliyor. Bıyıklı Mehmed Paşa bölgede asayişi temin etmek için, siyasi yönetim için de Bidlisi görevlendiriliyor.
Bidlisi, Kürtlere Osmanlı yardımının sağlanmasındaki rolünü şöyle açıklıyor:
“O sıralarda Sultan’ın ordusundan Kürtlerin yardımına gelen yoktu. Ancak adı İdris olan ve Bitlis’i imar etme fikrinde olan bir kulu, din sultanının alametleriyle onların arasında bulunuyordu.
Onun eli en güzel yardımcıya her zaman duadaydı.
Beldelerin meliklerini ve ordularını toplayarak düşmanı defetme fikrine düştü.
Bütün Kürt büyükleri için o rahat vaktinde bunu uygun gördü. Hizan’dan, Sason’dan ve bütün Şirvan’dan Şeref Bey ve bütün büyük beyler, o toplantıda ( 25 Kürt beyinin katıldığı toplantı İK) ben davetçi kulla ittifak ederek söz birliğine vardılar,” diyor.[25]
Kürt beylerinin komutasında Kürt ordusu ve Kürt beylerinin istemiyle Padişah’ın görevlendirdiği Bıyıklı Mehmed Paşa komutasında 20 bin Osmanlı askeri bölgeye gelerek Safevi ordusu ile savaştı. Safevi ordusu Mardin’e doğru geri çekildi.
Mardin yakınlarındaki Koçhisar (Kızıltepe) bölgesinde Kürt-Osmanlı ordusuyla Safevi-Kürt ordusu karşılaştı. Asıl büyük savaş burada oluyordu. Her iki tarafta de güçlerini takviye ettiler. Sultan Selim, Şadi Paşa’nın bölgeyi terk etmesi üzerine Hüsrev Paşa komutasında büyük bir kuvvet daha göndermişti. Bidlisi, Ordunun mevzilenmesini ve bu mevzilenme içindeki Kürt güçlerini şu kelimelerle dile getiriyor: “Koçhisar ve Mardin Beylerbeyi, ordunun kalbinde yüce sultanlık sancağıyla yer aldı ve iki bin tüfekçi yeniçeri kalpteki ordunun önünde hazır bulundu. Top aletleri ise gezici arabalara yerleştirildi. Sağ tarafta Hüsrev Paşa, Karaman ve Anadolu beyleri ve askerleriyle altı bine varan yiğit süvariyle birlikte yerini aldı. Müjdelenmiş sol kanattaysa Kürt büyükleri ve beyleri, savaşçı yiğitlerden oluşan yaklaşık kırk bin kişilik bir orduyla yerleştiler. Bendeniz ise Kürt taife krallarıyla Osmanlı komutanları arasında uyum ve anlaşmayı sağlamak için yerini aldı.
Sağ yanda Hısn Keyf hakimi Melik Halil Eyyubi, Sason hakimi Muhammed Bey, Şirvanat beyleri ile Egil hakimi Kasım Bey; her biri sancak ve tuğları, kabile ve aşiret mensupları ile birlikte hazır bulunmuşlar, sol yanda da Bitlis hakimi Melik Şeref, Nemran hakimi Davut Bey, Atak hakimi Zorraki Ahmed Bey, Şah Veled Bey Süleymani ve Hacûkî beyleri kabile ve aşiretleriyle birlikte hazırlanmışlardı. Sol kanatta Çemişgezek hakimi Pir Hüseyin Bey ile Arapkir hakimlerinden Orhan, kendi halkı ve Dulkadirli bey ve askerlerinin de ittifakıyla yerini almıştı.” Osmanlı askerlerinin ve Kürt birliklerinin takip ettiği Safevi güçleri kaçarak Tel’afır yoluyla Musul ve Kerkük’e ulaştılar. Oradan da Tebriz’e geçtiler. Geride kalan Safevi güçleri Mardin, Hısn Keyf Kalesi, Ergani, Siver (Siverek ), Sincar, Ruha, Çermük ve Birecük gibi Diyarbekir’de Kızılbaş elinde kalmış olan kalelere sığındılar. Mardin kalesi Karahan’ın kardeşi Süleyman ve diğer bazı Kızılbaş komutanlarca savunmaya alındı. Mecburen iş, savaşa ve çatışmaya kadar vardı. Kürt mücahitler kaleyi kuşattılar. Kuşatma yaklaşık iki yıl sürdü. Sonrasında Mardin kalesi de ele geçirildi.[26] Osmanlı tarafında yer alan Kürt beylerinin haricinde hatırı sayılır derecede Kürt ümerası da Şah İsmail’e bağlılığını devam ettiriyordu. Hakkâri beyleri, Bradost beyleri, Sason beyleri, Pazuki beyleri ve Zengine beyleri bunlar arasındaydı. Bidlisi’nin Osmanlı sultanı adına yürüttüğü faaliyeti Safevî tarafında Şah İsmail adına Hakkâri Kürt ümerasından Emir Zahid yürütüyordu.[27]
Kürt beyleri ve Osmanlı güçlerinin Safevi güçlerine karşı elde ettiği zaferden sonra Sultan Selim, Bıyıklı Mehmed Paşa’ya, İdris-i Bidlisi’ye ve Kürt beylerine bol miktarda altın ve çeşitli değerli hediyeler gönderdi. Bu hediyelerin yanında mühürlü boş kağıtlar da gönderdi. Sultan Selim’in Bidlisi’ye gönderdiği mektupta; bu boş kağıtların her birine, her Kürt beyinin beylikleri ile ilgili özel konumları işlensin ve atalarından miras kalan yerlerde miras hakları belirlensin, kayda geçsin. Bidlisi konuyla ilgili şunları yazmakta: “İslam sultanı, Hısn Keyf eyaletinin ve bağlı yerlerin adı geçenin (Melik Halil) ataları zamanındaki kanuna göre kendisine teslim edilmesine dair hüküm gönderdi…. Kürdistan melik ve hakimlerinin ihtiyaçlarının tanzimi ve haklarının belirlenmesi Sultan’ın kutlu emriyle bendenize yüklenmişti. …Bu fakir, Melik Halil’i Sultan’ın kutlu emri uyarınca kaleye çıkartıp atalarından kalan hükümet tahtına oturttu.”[28]
Yukarıda Diyarbekir ve çevresi Safevilerden temizlenince vilayet yönetimine bıyıklı Mehmed Paşa ve İdris-i Bidlisi’nin oturtulduğunu belirtmiştik. Bidlisi’nin yerel halk üzerindeki etkisinden rahatsız olan Bıyıklı Mehmed Paşa, rahatsızlığını ve Osmanlı devleti açısından ileride doğabilecek tehlikeleri Sultan Selim’e bildirince, Sultan Bidlisi’yi Şam’a çağırıyor ve beraberinde Mısır seferine götürüyor.
Bu olayı Bidlisi’nin anlatımından okuyalım:
“Adı geçen paşanın ( Bıyıklı Mehmed Paşa ) daha önce zikredilen bazı durum ve olaylarla ilgili tedbirsizliğinden ve başına buyrukluğundan, akıl ve görüş sahiplerinin tavsiye ve nasihatlerini kabul etmemesinden kaynaklanan infialden dolayı hükümetin, hükümdarlığın, enaniyet ve başına buyrukluğun, ortaklığı, paylaşmayı, nasihatı ve akılcı müşavereyi kaldırmayacağını düşünerek kutlu meclise şunu arz etti: “Mevlana İdris, hükümete bulunması, Kürt beyleriyle arasında olan dostluk ve o beldelerdeki halkın geneliyle sahip olduğu yakınlık ve tanışıklık yoluyla o kavmin başvurduğu ve sığındığı bir kişidir. Bu yüzden onlar ve başkaları, kendisine başvurmaktadırlar. Özellikle yüce dergahtan art arda ona gönderilen inamlar ve iltifatlar onun itibarının artmasına neden olmuştur. Meşhurdur ki ‘Yüz derviş bir kilime sığar da iki hakim bir iklime sığmaz’. Dolayısıyla bendenize o vilayet halkının daha az teveccüh ettiği müşahede edilmektedir. Ya kendilerini başka bir hizmete emir buyursunlar ya da bendenizi o memleketin hükümetinden af buyursunlar. Korkulur ki muhalefet nedeniyle aniden bir olay olur da bu kulların infialine neden olur,”
“Akıl ve bilgi sahibi Sultan’ın ben fakirin (İdris-i Bidlisi’nin) hizmet ve sohbetine gönlü meyilli olduğundan, ıslah edilmesi amacıyla bu kulun huzura yönelmesi yolunda kutlu emir gönderdiler.[29]
1516 Kasım’ında Bıyıklı Mehmed Paşa’dan mektubu alan Sultan Selim, İdris-i Bidlisi’yi Şam’a yanına çağırdı. Sultan Selim, Bidlisi’yi Mısır seferi boyunca yakınında tuttu ve ona büyük değer verdi. Daha önce belirtildiği gibi Bidlisi’nin Tebriz’deki Şeyhi ve çok değer verdiği Şeyh İbrahim Gülşeni Memluk sultanı Kanısav Gavri’nin himayesinde Kahire’de yaşıyordu. İdris-i Bidlisi ile Şeyh İbrahim Gülşeni arasında şeyh-mürit ilişkisi vardı. Memluk sultanı Kanısav Gavri ise Bidlisi Hac’a giderken kendisine çok değer vermiş ve Hac’da kaldığı sürede geçimi sağlanmıştı. Bidlisi ister istemez bu insanlara yakınlık duyuyordu. Mısır fethi sırasında ve sonrasında Mısır halkın çok büyük eziyetler ediliyordu. Bidlisi birkaç defa şikayetleri Sultan’a bildirmiş ama sonuç alamamıştı.
Mısır’ın fethinden sonra Sultan, İdris-i Bidlisi’ye 500 flori inamda bulundu ama Bidlisi bunu kabul etmeyip geri gönderdi. Amacının mal-mülk değil, Mısır’da Sultan’ın adaleti sağlaması olduğunu ileti. “Zulüm ortadan kaldırılmazsa artık bendenizin adalet isteme gücü kalmamıştır. Padişahın izniyle bu şehirden göç etmek mecbur olmuştur.” ifadeleri padişahı çok kızdırdı. Bidlisi’nin sert eleştirilerine öfkelenen padişah donanma ile İstanbul’a gönderilmesini emretti.[30] İstanbul’a gelişinden sonraki son üç yılını padişahın çevresinden uzakta, gözden düşmüş bir vaziyette bu tür ilmî faaliyetlerle geçirdi. Artık eskisi gibi padişahtan himaye görmüyordu, kendisine herhangi bir görev ve paye de verilmemişti. İstanbul’da dervişane bir hayat sürerken “ömür sermayesini yoluna harcadığı” Selim 21–22 Eylül 1520’de vefat etti. Selim’in vefatından iki ay sonra da 17 Kasım 1520’de 63 yaşındaki İdris-i Bidlisi vefat etti.[31]
İdris-i Bidlisi’nin Selim Şah-Name adlı eseri, İdris-i Bitlisi’nin ölümünden sonra oğlu Ebu’l-Fazl Mehmed tarafından toparlanıp temize çekilmiştir.
İbrahim Kureken
[1] (Ragıp Paşa Kütüphanesi’nde üzerindeki temellük kaydında sahibi ve kâtibi İdris b. Hüsameddin el-Bidlisi kaydının yer aldığı mecmua içib bkz., İdris-i Bidlisi, Mecmûʻa, Ragıp Paşa Ktp., nr. 919. Akt. Vural Genç, Acem’den Rum’a İdris-i Bidlisi’nin Hayatı, Tarihçiliği ve Heşt Behişt’in II. Beyazıd Kısmı, Türk Tarih Kurumu yayını s.29
[2] 112. TD, nr. 413; Şeref Han Bidlisi, Şerefnâme, c.1 s. 415. Akt.Genç, age.
[3] Genç, age s.29
[4] Bashir, The Nurbakhshiye Between the Medival and Modern Islam, s.68–69. Akt. Genç, age. s.33
[5] Genç, age s.33
[6] Genç, age. s.44-47
[7] Genç, age. s.62
[8] Genç, age.s.91-105
[9] Genç, age. s.111
[10] Genç, age. s.119-136
[11] Genç, age. s.136-140
[12] Genç, age. s.145
[13] Genç, age. s.150
[14] Genç, age. s.191-198
[15] Genç, age. s.228
[16] Genç, age. s.229-232
[17] Genç, age. s.237
[18] Hicabi Kırlangıç, İdris-i Bidlisi Selim Şan-Name, Hece yay. Ankara 2016. s.175
[19] Kırlangıç, age. s.183, 205
[20] Kırlangıç, age. s.285
[21] Kırlangıç, age.s.307
[22] Kırlangıç, age. s.305)
[23] Emecen, Yavuz Sultan Selim, s. 166 akt. Genç. Age. s.266
[24] Kırlangıç, age. s.266,313)
[25] Kırlangıç, age. s.307,310)
[26] Kırlangıç, age. s.333-334
[27] Genç, age. s.282
[28] Kırlangıç, age. s. 338-342
[29] Kırlangıç, age.s.356
[30] İdris-i Bidlisi, Selim Şah-nâme, s. 366–367. Akt. Genç, age. s.289,292,294)
[31] Genç, age. s.299)
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.