1970’lerin ortalarında Kürdistan’da birden fazla siyasi hareket ortaya çıktı ve her biri on binlerce kitleyi etkiledi. Kuzey Kürdistan’da o zamana kadar ki en geniş örgütlenme idi. Bu örgütlenme o zamana kadar hep yenilgilerin en büyük sebebi kabul edilen bölgesel, aşiretsel ve mezhepsel sınırları kırarak toplumun en geniş kesimleri içinde sağlanmıştı ve öncekilerden farklıydı. Önemli bir farklılığı da kırsala hapsedilmemişti ve gerek ideolojik olarak gerekse motor gücünü oluşturan kesimler açısından sınırları aşan, uluslararası destekçi ve müttefikler yaratma potansiyeline sahip, öncekilerinden avantajlı önemli bir özelliğe sahipti. Tüm bu özellikleri ile sosyalist ideolojilerine rağmen geniş toplum kesimlerine hitap ediyordu ve açık taleplerinden dolayı milli özellikleri daha belirgindi. Örgütlü başkaldırının en modern, en anlaşılabilir görüntüsüydü.
Tüm bu parti ve örgütlerin ortak paydası onları bir arayışa iten, örgütlenmelerini zorlayan Kürdistan’ın özgürlük talepleri idi. Süreç bu milli duygu ve talepler üzerinden güçlenip boyut kazanacağına ideolojik kaygılar öne alındı ve süreç bu kaygılar üzerinden yürütülmeye çalışıldı. İçinde Kürdistan’ın özgürlük mücadelesinde en ufak bir katkısı görülmeyen Çin ve Sovyetler Birliği gibi ideolojik alanları etkinleştirme mücadelesi veren sosyalist devletlerin peşine takılarak Kürdistan ortak paydasında bir araya gelmekten uzaklaşıldı.
1970 sonlarına doğru çoğu örgüt ideolojik gerekçelerle bölündü ve hiç de tasvip edilmeyen çatışmalar yaşandı. 1980 darbesi kısmen zayıf düşmüş, bazıları küçülmüş, kitle üzerindeki güvenirliği zayıflamış örgütleri dağıtmaya yetti ve darbeyle birlikte örgütlerin çoğu kadrosu ya tutuklandı veya dışarı kaçmak zorunda kaldı.
Bundan sonrasında yeni bir süreç başlayacaktı. Kürdistan’ın diğer parçalarına geçmiş değişik örgütlerin bazı kadroları yeni direniş alanları yaratmayı beceremediler ve çoğu Avrupa devletlerine geçmenin imkanlarını zorladı. O dönem Suriye’de Şam’da bulunan IKDP’nin önemli kadrolarından biri olan Felakeddin Kakayi ölümünden birkaç ay öncesi yayınlanan yazısında tanıklığını şöyle izah etmekteydi: “Değişik Kuzey Kürt partilerinin birçok kadrosu Avrupa’ya gitmek için yol arayışında iken PKK Avrupa’dan savaşmak için kadrolarını Kürdistan’a çağırıyordu.” Kanımca bu olay sonraki sürecin belirleyeni oldu.
1984 yılında “Bağımsız Birleşik Kürdistan” şiarıyla PKK silahlı mücadeleyi başlattığında Kürt halkının hem cezaevlerinde bulunan evlatları üzerinde dünyada eşi benzeri çok az görülen baskı işkence vardı hem de halkın tamamı baskılarla sindirilmeye çalışılıyordu. Osmanlı’nın son dönemlerinden başlayarak cumhuriyet döneminde devam eden sayıları onları bulan Kürt başkaldırıların aylarla ifade edilen kısa sürede bastırılması Kürt toplumu içinde yeni başkaldırı ile ilgili kaygılı bekleme sürecinin yaşanmasına yol açtı. Hareketin direneceğinin anlaşılması üzerine Kürt halkının önemli bir kesimi desteğini sunmaktan çekinmedi. Binlerce genç Bağımsız Kürdistan’ı hedef gösteren PKK saflarına katılarak savaş alanlarına yürüdü. Savaşmaya gücü yetmeyenler güçleri ve becerileri oranında bir şekilde destek vermekten çekinmediler.
Kuzey Kürdistan’ın 1980 öncesi sayıları 10’a yaklaşan siyasi partileri önemli ölçüde dağılmış, bir kısmı varlıklarını korumaya çalışsa da halkın dikkatini üzerine çekecek görünürde değillerdi. PKK dışındaki örgütlerden Özgürlük Yolu (TKSP) 80 öncesine göre örgütsel gücünü büyük oranda kaybetmesine rağmen yayın ve diğer çalışmalarıyla ayakta kalan tek hareket oldu.
Apo’nun 1999’da Türkiye’ye teslim edilmesi ile yeni bir süreç başladı. PKK adı ortadan kaldırıldı, silahlı güçler geri çekildi. Sorgu belge ve görüntülerinden anlaşıldığı kadarıyla birileri ona yeni bir yol işaret etmişti. Kürdü ve Kürdistanı çağrıştırmayan ve devleti rahatsız etmeyen yeni bir ideolojiye ihtiyaç vardı. Apo, Leslie Lipson’un “Demokratik Uygarlık” tezini baz alarak “demokratik cumhuriyet” fikrini attı ortaya. Demokratik Türkiye içerisinde Kürtlerin de kendilerini ifade edebilecekleri bir yönetim istemi Kürtlerden çok Türk sol çevrelerin sempatisini aldı. Bunun bile anlaşılır bir yönü vardı. Kürtlerin kafalarını iyice karıştırmaya yetmiyordu bu. Sorunu daha da anlaşılmaz kılmak için ek adımlar atmak gerekiyordu. Arkasından Paris Komünü yandaşı Gustave Lefrancais’ten etkilenen ABD’li düşünce adamı Murray Bookchin’in “ekolojik toplum, cinsiyet özgürlükçü toplum, komünal konfederasyon” tezini esas alan içinde devleti barındırmayan “Demokratik Ekolojik Toplum, demokratik konfederalizm, özgür kadınlar toplumu gibi bugün PKK’ye yön veren ideolojinin temeli atılmış oldu. PKK yöneticilerinden Mustafa Karasu’nun son günlerdeki yazısında altını çizdiği “artık devletsiz, patronsuz, ağasız, “karısız”, “kocasız” bir dünyayı düşünmenin zamanıdır,” ve Cemil Bayık’ın Stêrk tv.de “ Defalarca Kürt partisi olmadığımızı söylememize rağmen ısrarla bize Kürt partisi diyorlar. Biz Ortadoğu halkları Özgürlük partisiyiz. Bizim hedefimiz bir devlet, bir Kürdistan değildir, tüm Ortadoğu halklarını özgürleştirmektir. Giderek özgür bir dünya yaratmaktır” söylemleri Apo’nun kopya ideolojisinin ürünleridir. KCK’nin programı da bu ideoloji üzerinden inşa edilmiştir.
Bu ideoloji ve inançla hareket eden PKK, Kürdistan’ın tüm parçalarında Kürtlerin doğal yaşam seyrini etkilediği gibi milli mücadele perspektifini de etkilemekte ve dipsiz karanlık bir uçuruma doğru itmektedir. Güney Kürdistan’da tüm zamanların en büyük fırsatını yerle bir etmek için Şengal ve diğer yerlerde Bağımsızlık sürecini engellemek hedefiyle harekete geçmiştir.
Tüm bu belirlemeler yazının esas amacı olan Kuzey Kürdistan’daki siyasi durumu anlatmak içindir. PKK’nin geçmişte savaşması, savaşı durdurması, tekrar başlatması karşısında tedirginliğini ifade eden insanlara karşı bazı PKK yandaşları “sizi anlayamıyoruz, savaşmayınca neden savaşmıyorsunuz, savaşınca neden savaşıyorsunuz diyorsunuz. Her durumda eleştiri halindesiniz” diye rahatsızlığını ifade etmişlerdi. PKK 1999’dan sonraki değişimleri kendi iradesi ile yapmamıştı. Düşünen insanın aklında hep karanlık bir kuşku bırakmıştı. Apo’nun “dünyanın bütün orduları da üzerime gelse bir daha asla savaşmayacağım” demesinden birkaç yıl sonra yeniden savaş kararı alması birçok PKK kadrosu tarafından da kuşku ile karşılanmıştı. Tüm bu kuşku ve endişelere rağmen Kuzey Kürdistan toplumu ve Türkiye’nin değişik bölgelerinde yaşayan Kürtler üzerinde büyük bir etki yaratmıştır ve süreci tek başına yürütmektedir. PKK’nin kendisini bağladığı ideolojisi Kürtlerin mutlu geleceğini kurmaya uygun olmasa da toplumun çok büyük bir kesimini etkilemektedir. Demokratik mücadele kararını alkışlayan kitle aynı şekilde savaş kararını da alkışlayabiliyor. Mürit şeyh ilişkisi düzeyinde bir ilişki.
PKK’nin kontrolünde kurulmuş legal partiler Kürt partisi olmadıklarını defalarca söylemelerine rağmen insanlar onları Kürt partisi olarak kabul edip desteklerini sunmaktadırlar. Kürtlerin fiziksel ve duygusal dünyasından uzaklaşmış önemli sayıdaki Kürdistan dışında yaşayan Kürt, PKK’nin yürüttüğü süreç üzerinden yeniden Kürt duygusal dünyasına ait hissediyor kendilerini ve PKK’ye eleştiriyi asla kabul etmiyorlar. Alternatif göremedikleri için PKK’nin darbelenmesini asla istememektedirler. Bunun kendi içinde olumlu bir yanının olduğunu da söylemek lazım.
PKK’nin hendek savaşları gibi binlerce insanı ölüme sürüklemiş akıl dışı hareketlerinden sonra küskünlüğe rağmen toplumun önemli kesimi desteğini sürdürmeye devam etmiştir.
Daha onlarca benzer örneği verebileceğimiz bu durum Kürtlerin PKK’nin siyasetini yeterince sorgulamadığı veya başka bir alternatif görmediği için onun zayıf düşmesini istemediği gerçeğidir. Kürt toplumu PKK’ye mahkum bırakılmıştır. Bunun nedenini bilmek için arif olmaya gerek yoktur. En önemli neden Kürdistan toplumuna alternatif sunamayan, siyasi süreci projelendirmeyi beceremeyen bizleriz. PKK’yi eleştirmeden önce aynayı kendimize tutmalıyız.
Bugün odalara (alanlarda diyemeyeceğim) sıkışmış, projeden yoksun birçok siyasi partimiz vardır ve her gün benzer isim ve programlarla yenileri çıkmaktadır. Hak-Par; bileşenleri ile, programı ile önemli bir proje idi ama fikirlerde zaman uyumlu yenileşmeler yaratılamadığı için 1980 öncesi bağlılıkları üzerinden kümelenmeleri ve kendi nostaljik partilerini kurmak için ayrışmalar yaşanması Kuzey Kürt siyasetini daha da dibe çekmiştir. Bununla birlikte Güney KDP’sinin akıl almaz bir şekilde Kuzey’de yeni parti kuruluşlarına neden olan kanalları beslemeleri birkaç kopya partilerin kuruluşuna yol açtı. Bağımsızlık sürecini yürüten beyinlere yakışmayan hareketler.
Önündeki süreci projelendiremeyen hiçbir faaliyet başarı şansına sahip olamaz. Kurulan partilerimizin çoğunluğu süreci yürütmeye uygun projeye ve uygulanabilir çalışma programına sahip olmadıkları, birbirlerinden alan çalmak için var oldukları için ne kitlelerle bağlantı kurabildiler ne de partilerini genişletebildiler. Tam tersi gittikçe daraldılar ve daralmaya devam edecekler gibi. Kuzey’de kitlelerle ilişki kuracaklarına Güney’de siyasi aktörlerle fotoğraf karesine girip sosyal medyada servis edip bununla Kuzey siyasetine tutunmaya çalıştılar. Büyük çoğunluğu dostum arkadaşım olan bu insanlar yapılan eleştirilere kızacaklardır. İçlerinden en az birisi çıkıp parti kuruluşundan sonra ‘kitlemiz kurucu sayımızın birkaç katına çıktı’ diyebilirse haksız olduğumu kabul edeceğim. Öyle olmadığı biliniyor.
Kitleyi adeta PKK’ye mahkum eden bizim yanlışlarımız, beceriksizliğimiz oldu. Süreç bizim açımızdan tıkanmıştır. İyimser olmak için ortada bir sebep göremiyorum. PKK’yi eleştirmeden önce en büyük çuvaldızı kendi beynimize batırmalıyız. 11.05.2017
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.