Dünya insanlığı hayatını kurtarmak, anlamlandırmak ve daha da mutlu hale getirmek için bir dini veya ideolojiyi tercih ederken biz Kürtler galiba hayatımızı zehir etmek, anlamsızlaştırmak ve dünyamızı yıkmak için bir dini veya ideolojiyi tercih ediyoruz. Bugün gerçekte Kürtlerin ve dünyanın Ortadoğu barışı için bağımsız bir Kürdistan\'a ihtiyacı varken biz Kürtler işgal altındaki Kürdistan\'da devrim peşindeyiz. Bazılarımız ise işgalci ülkeler adına ittihad-i İslam peşinde. Oysaki İslam\'ın işgal altındaki Kürdistan\'da Kürtlerin ümmetçiliğine, ittihatçılığına ihtiyacı yok; İslam\'ın ihtiyaç duyduğu şey Kürtlerin ümmetin özgür, onurlu ve bağımsız bir bileşeni olmalarıdır. Kürtlerin devrimciliğine ve ümmetçiliğine sadece Kürdistan\'ı işgal eden ülkelerin ihtiyacı var. İşgal altında devrimcilik ve ümmetçilik bir mankurtlaşmadır. İşgali altında olduğunuz ülkeyi demokratikleştirmeye veya İslamileştirmeye çalışmak ise sanırım ortaya çıkan yeni bir tür köle zihniyetidir.
20. Asrın son çeyreğinde ortaya çıkan Kürt hareketleri, Kürt halkının mağduriyetini ve bu mağduriyetten doğan öfkesini ideolojik ve dinsel argümanlarla anlamsız ve altından çıkılmaz bir mücadele yöntemiyle berhava ettiğini ne yazık ki söylemek zorundayız. Son kırk yıldır özellikle Kuzey Kürdistan’da Kürt halkının bu öfkesini ideolojik ve dinsel ütopyalarla çarçur eden malum hareketlere karşı yine ne yazık ki Kürt halkının aklını ve sağduyusunu ortaya çıkarıp Kürt halkı lehine kazanıma dönüştüren bir milli hareket de ortaya çıkmadı. Varsa yoksa devrim! Birileri işgal altında inim inim inleyen bu mazlum halka sosyalist devrim ütopyaları satarken diğerleri ümmetin bu halka reva gördüğü zulüm ve işkenceye rağmen bu halkı bu ümmeti kurtarmaya davet ediyordu. Kendini kurtarmaya gücü yetmeyen Kürt halkına halkların kurtuluşu yada ümmeti kurtarma görevi yüklemek aslında bu işgali derinleştirmekten başka bir anlamı yoktu fakat işgalcilerin rahleyi tedrisatından geçen Kürtler bu gerçeği ortaya çıkaracak ne milli bir düşünce ne de milli bir hareket ortaya çıkarabildiler.
Arap Baharı denilen süreç ile birlikte Suriye denilen Arap çadırında ortaya çıkan karışıklıklar Kürtlere en azından Batı Kürdistan’da bu makûs tarihi değiştirecek bir fırsat sundu fakat Kuzey Kürdistan’ın hastalıklı kurtuluş ideolojisi kaşla göz arasında oraya da hakim oldu. Batı Kürdistan’daki Kürt çocuklarının sergilediği kahramanca direniş elbette taktire şayandır fakat mesele bu destansı direnişin milli bir kazanıma dönüşüp dönüşmeyeceğidir. Tüm çanlar Batı Kürdistan ile Güney Kürdistan’ın birleşmesi için çalarken Suriye çadırında kalmayı diretmek tam bir tarihi sorumsuzluktur. Her şey elbette imkan dahilinde olur fakat söylemleriniz doğru değilse ortaya çıkan imkan da sizi kurtarmaz. Demokratik Suriye söylemi Kürtlerin söylemi olamaz. Bu söylem ancak eski Suriye’yi kurtarmaya çalışan Arapların söylemi olabilir. Araplar Kürtleri Demokratik Suriye söylemi ile altan alıp Suriye’yi bir bütün içerisinde tutması gerekirken Kürtlerin bunu dillendirmesi tam bir trajedidir. Eğer bir yerde birlik ve barış söylemlerini mağdurlar dile getiriyorsa siyaset eşyanın tabiatına aykırı yürüyor demektir. Demokratik Suriye söylemi Kürtlerin kaderlerini yine eskisi gibi devam etmek istediklerinden başka bir anlama gelmiyor ne yazık ki. Eğer Batı Kürdistan’daki Kürtler kaderlerini değiştirmek istiyorlarsa Suriye’deki rejimin niteliği onların ilgilenebilecekleri son mesele olması gerekir. Ayrıca Kürtler ve dünya Kürtlerden Suriye’de devrim yapmalarını, Suriye’yi demokratikleştirmelerini değil her şeyden önce kendi aralarında demokratik bir ilişki geliştirmelerini beklentisi içerisindedir. Kendi aralarında demokrat olmayı beceremeyenlerin Suriye’yi demokratikleştirme iddiaları traji-komiktir.
Batı Kürdistan’da tarihi gelişmeler olmakta. Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesi bir milattır. Kürtler bu tarihi kavşakta doğru söylemler ve doğru eylemler geliştirmek zorundadırlar. Kürtler, Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesini doğru okumaları gerekir. Türkiye\'nin Rus uçağını düşürme nedenini anlayabilmemiz için Türkiye\'nin Suriye\'deki iç savaşa müdahil olma nedenini doğru anlamamızdan geçiyor. Türkiye Rus uçağını mecburiyetten düşürdü. Düşürmek zorundaydı. Türkiye Suriye\'de olayların patlak vermesinden bu yana Batı Kürdistan\'da kendince geleceğinin savaşını yani ikinci Kurtuluş Savaşı\'nı veriyor. Batı Kürdistan\'da geleceğinin savaşını verdiğini düşünen Türkiye devleti bir taraftan Kuzey Kürdistan\'ı Çözüm Süreci adı altında kontrol altında tutmaya çalışırken diğer taraftan Batı Kürdistan\'daki ikinci Kurtuluş Savaşı\'nı bildik ittihatçı karanlık yöntemlerle sürdürüyordu. Kuzey ve Batı Kürdistan\'daki Kürtlerin statüsüzlüğünü kendi varlık nedeni olarak gören Türkiye devleti sahadaki dezavantajından dolayı uluslararası Selefi terör gruplarıyla istihbarat örgütlerinin ilişkilerini de aşan bir ilişki ağı geliştirdi. Fakat başta IŞİD olmak üzere bu terör grupların uluslararası güçlerin hedefi haline gelmesi ve özellikle IŞİD\'in yine uluslararası güçlerin yardımıyla Kürtlere yenilmesi ile Türkiye\'yi bu ikinci Kurtuluş Savaşı\'nı kaybedeceği korkusu sardı. Cerablus hattını bu savaşın son stratejik cephesi olarak gören Türkiye\'nin gözü Rus uçağını düşürecek kadar karardı.
Bu aşamadan sonra Türkiye’nin uluslar arası alanda daha da tecrit olacağını öngörmek için kâhin olmaya gerek yok fakat mesele bu da değildir. Türkiye dışında Suriye’de bulunan tüm uluslararası güçler Kürtlerle ilgili herhangi bir stratejik yaklaşımları yok, sadece Türkiye’nin var o da ne yazık ki olumsuz anlamda. Keşke Türkiye Kürtlerin muhtemel kazanımlarını engellemek için değil de hem kendisinin hem de Kürtlerin muhtemel kazanımlarını genişletmek için Suriye’de olsaydı. Böylece hem Türkiye hem de Kürtler bu kadar yıpranmaz ve bu kadar zor duruma düşmezdiler. Fakat Türkiye Kürtlerin statüsüzlüğünü kendi varlık gerekçesi olarak gördüğü müddetçe mevcut durum değişmez. Bu durumda kazanmak için Batı Kürdistan’dakilerin yapabilecekleri tek şey kalıyor; kaderlerini Güney Kürdistan ile birleştirmeleri. Kaderini Güney Kürdistan ile birleştiren Batı Kürdistan hem uluslararası güçlerin stratejik ilişki ağına girer hem de Türkiye’nin yıpratıcı ve zorlayıcı engellemelerinden bir nebze de olsa kurtulur. Belki de Türkiye’nin bu ölümcül ontolojik korkusu ve endişesinin yersiz olduğunu, yanlış yerde ikinci Kurtuluş Savaşı verdiğini birileri ona anlatır ve Türkiye ile Kürtler yeni bir yol haritasıyla Ortadoğu’da hayatlarına daha doğru bir zeminde birlikte devam edebilecekler.
Son olarak şunu kesinlikle belirtmek gerekir ki Batı Kürdistan, Güney ve Kuzey Kürdistan’ın siyasi, ekonomik ve askeri desteği olmazsa Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin kaderini paylaşmak zorundadır. Daha da önemlisi tek başına Kuzey Kurdistan’ın şu anda Batı Kürdistan’ı kurtaramayacağı gerçeğidir. Hem uluslararası diplomasi hem de diğer yönlerden Batı Kürdistan’ın tek gerçek nefes borusu Güney Kürdistan’dır. Dolayısıyla Batı Kürdistan’ın Rojava Devrimi’ne değil Güney Kürdistan’ın şemsiyesine ihtiyacı var. Demokratik Suriye söyleminin sonucu, Kürtler açısından Kemalist Türkiye veya Humeynici İran devriminin bir tekrarından başka bir şey olmayacaktır. Halep oradaysa arşın burada.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.