Üç kişiydiler ama üç ağız, üç yürek, üç yeminli fişek değildiler! Hele Bedirhan, Nazlıcan ve ben hiç değildiler.
Biraz Dalton kardeşlere benziyorlardı ama yine de kendilerine has özellikleri vardı. Biri ilk peygamberin ismini taşıyordu, diğeri son peygamberin ismini, berikisi onlara sadıklığını göstermek için ilahi mukadderat gereği ismi Sıtkı\'ydı. Nereye gitseler beraber. Biri söyler, diğeri süzer Sıtkı da tasdik ederdi.
Büyük bir mirasa konmuştular ama Bedirhan ve Nazlıcan gibi dağlarda savaşarak yada Dalton kardeşler gibi Texas sokaklarını altını üstüne getirerek değil, doksan yıldır kayıp olan bir hazineyi bir kaç tane saf mütedeyyin Kürt kendilerini ararlarken bulmuştular. Bu saf mütedeyyinler hazineyi bulmasına bulmuştular ama sahip çıkmayı bilemeyip eski usul hazineyi alıp Şex, mele ve cemaatin okumuşuna saf duygularla teslim etmişlerdi.
Miras gerçekten büyüktü. Dile kolay tam yüz yıl boyunca Kürdistan\'ın en büyük alimleri mücadeleleriyle, savaşlarıyla, kanlarıyla hatta darağaçlarına yürürlerken “beni bu değersiz dallarda asmanıza pervam yoktur yeter ki torunlarım benden utanmasınlar,” diyerek biriktirdikleri o koca miras…
Evet o koca miras hasbelkader üç çapsız kasaba siyasetçisinin kucağına düşmüştü. Bu çapsız üç kasaba siyasetçisi bu mirasa bakarlarken afallıyorlardı. Miras akıllarını başlarından almıştı. Emeksiz, bedelsiz ayaklarına gelmişti.
Biri her konuşmasına başlarken “benim saçmalama hakkım vardır,” deyip hakkı söyleyen sesleri susturuyordu; diğeri güzel bir Kurmanciyle bir saat konuşur ama ne konuştuğunun anlaşılmaması için fakat ve amalarla muğlaklaştırıyor ve böylece hakkın anlaşılmasını engelliyordu ve en kısa boyluları olan küçük kardeş Şex Bob Türkçe ile Kürtçenin Tüm lehçelerini karıştırarak hiç kimsenin anlamadığı bir konuşma yapmayı beceriyordu. Böylece bu büyük fikri, ameli miras ve Kürt halkının doksan yıllık özlemi bu şarlatanların basit ayak oyunları ve küçük istikbal hevesleri arasında silikleşip kayboluyordu.
Bazen bu üç şarlatan mübalağa yarışmasına giriyorlardı. Biri başlardı Hizbullah’ın kılıcını sallamaya. Hüseyin Velioğlu’ndan Edip Gümüş\'e kadar macerasını anlatırdı. Şöyle böbürleniyordu: “Hüda-Para sezeryanı ben yaptırdım. Hüseyin Yılmaz da kim benim muhatabım Edip Gümüş\'tür Apo\'dur”. Apo\'yu sevmezdi onun için ismini tam söylemezdi.
Diğeri başlardı aşıkların atışmasına benzer sallamaya: Faraşin yaylasından Hak-par\'daki kilikçilik ve ayak oyunlarına kadar ki maceralarına. Kendisinin nasıl bulunmaz bir siyasi deha olduğunu, siyasi oyunlarının içinden nasıl sıyrıldığını bize ballandıra ballandıra anlatıyordu. Onu kesinlikle kızdırmamamız gerektiğini aksi taktirde bizi yalnız bırakıp gideceğini ve böylece bizim de Fethullah Gülen\'in şakirtleri gibi öksüz kalacağımızı anlatır dururdu. Gerçi üç sefer timsah göz yaşları dökerek blöf yapmıştı da ondan nemalanan bir iki tilki ile bir kaç saf onu tekrar nimet olarak başımıza daha güçlü ve kıymetli olarak geri getirdiler.
En son sıra Şexın kerametlerine gelirdi. Şexın abartmaları gerçekten insanın aklının alabileceği türden abartmalar değildi. Şahsen ben fazla dinlemek istemiyordum çünkü rasyonalitemi kaybedeceğimden korkuyordum. Tayyip Erdoğan\'dan başlardı sıralamaya hayranlarının listesini ta dış ülkelere kadar uzatırdı.
Doksan yıldır halkımız bekliyordu. Mele Mıstefa\'yê Barzani\'nin, Seid-i Kürdi\'nin ve bu ikisinin de Seydası olan seydaların seydası Seyda mela Selim-i Dımıli\'nin, büyük Rehber Şex Seid\'in ruhunu diriltecek, Ehmed-i Xani\'nin rüyasını gerçekleştirecek, Cibranlı Halit Beg\'in Azadi\'si tekrar neşvünema bulacak ve Kürdistan azad olacaktı.
Bu hayalin yüzlerce gönüldaşı bir araya gelmiş ve rüyalarını bir birilerine anlatmıştı. Azadi\'yi kuralım tekrar kaldığımız yerden rüyalarımızı gerçekleştirmeye devam edelim diye bir birilerine sarılıp bir birilerini tebrik ediyorlardı bu dervişler.
Ama bu temiz yürekli dervişler emaneti yanlış kişilere teslim etmiştiler. Aslında kendilerince emaneti ehline vermiştiler. Çünkü emaneti teslim ettiklerinden biri büyük önder Şex Seid\'in torunu Muhammed Akar\'dı. Diğeri halka imamlık yapmış yani önderlik yapmış sonra da halkın avukatlığına soyunmuş birisiydi yani Sıtkı Zilan\'dı. Diğeri ise Kürtçe Konuştuğunda Ehmed-i Hani\'nin Nubıhar\'ını okur gibiydi. Siyaseti de iyi biliyordu. Büyük Kürt siyasetçi Abdülmelik Fırat\'ın yanında yani Hak-Par\'da staj yapıp siyaset icazetini almış birisiydi yani Adem Özcaner\'di.
Bu üç şarlatan yan yana gelince bir birini överek, yücelterek temiz yürekli dervişlerin ve küçük şakirtlerin yüreğine güven veriyorlardı ama kendileri bir birilerine güven veremiyorlardı.
Her birisi başka büyük bir ağabeyin namı hesabına kılıç kuşanmıştılar. Birisi Hizbullah’ın kılıcını diğerlerine gösterirken, diğeri PKK\'nin kılıcını kınından çıkarıyordu. Şex ise en büyük kılıcı, AKP’nin yanı devletin kılıcını onlara işaret ediyordu. Doğrusu bu üç kılıç da Azadi\'nin kılıcı değildi. Gerçi bu kılıçların gerçekliği noktasında da çok emin değilim ya. Çünkü bu şarlatanlar namı hesabına kılıç çektikleri tarafından kovulmuş zevattı. Kim bilir belki de kovuldukları yere nispet yapmak yada kovuldukları yere tekrar kabul edilmek veya daha güzel bir mevki için bu kılıçları sallıyorlardı ki nitekim içlerinde kovulduğu yere ilk davet edilip daha üst bir mevki ile ödüllendirilen Şex oldu.
Diğeri de postacıların piri, hayali dernek DDKD başkanı İmam Taşçıer aracılığıyla taltif edilip milletvekili olarak küs olduğu yere gitmeyi planlıyor bir iki tane bugüne kadar kalemleri tutunamayan müsvedde arkadaşıyla.
Elbette helal ve ahlaki dairede kaldığı müddetçe her arzu meşru ve insanidir ancak milletvekili olma arzusunu gerçekleştirmek için ikide bir Azadi’yi bir cepheye sokup oradan da anlamsız ve gereksiz bir şekilde birileriyle kavgalı hale getirmek suretiyle Azadi’nin misyonunu kendi kişisel istikbaline kurban etmek tam bir ahlaksızlık örneğidir.
Geriye de her gün kendi kendine gelin güvey olup Kuzey Kürdistan’daki siyasi yapılara istikamet çizeyim derken bir çuval inciri berbat eden siyasi deha Sıtkı Zilan kalıyor. Muhtemelen ona da Azadi\'nin kapısına kilit vurmak için anahtarı vermişler. Azadi\'nin kapısına kilit vurmasına vuracak da fakat o dışarıda kalacak çünkü Hizbullah’ın gözünde o artık bir münafık ve kabul edilmeyecek. Gerçi talipliler noktasında sıkıntısını olmadığını tekrar edip duruyor ama ben o kanıda değilim. Fakat olsun vazife vazifedir ve vazife kutsaldır. Hüda-Par’a rağmen Hüda-Par adına Azadi’nin kapısına kilit vurmak onun için de herhalde bir şereftir.
Azadi gerçeği budur ey sevgili Kürdistanlı hamiyet ve millet perverler. Hiçbir zaman doğrusu olmamış ve her doğruya bir ama ile fakat ekleyerek ilkesizliği adeta ilke edip kutsayan bu şarlatanlardan biri sizi terk edip gitti zaten diğeri ise son günlerini İstanbul’dan getirdiği, kendi tabirleriyle kırk yıllık tilki siyasetçi arkadaşlarıyla Azadi’ye operasyon yapıp kapağı HDP’ye atmaya çalışıyor.
Son Dalton ise Azadi’nin kapısında elinde anahtarla operasyoncuların gitmesini bekliyor.
Size bir çağrım var ey hamiyet ve milletperver Azadi gönüldaşları. Sorumluluk sizdedir ya Azadi’ye sahip çıkar Azadi’yi bu şarlatanların sıçrama tahtasından kurtarırsınız yada doksan yıllık rüyanıza elveda diyeceksiniz.
Ya Azadi’yi tarihi misyonuna göre yeniden yapılandırır Kurdi ve mütedeyyin Kürt insanın gelecek tasavvurunu şekillendirirsiniz yada Azadi’yi bu üç şarlatanın dansına kurban eder evinize geri çekilirsiniz.
Ya bu lanet operasyona dur diyeceksiniz yada gözünüzün önünde hayallerinizin suya düştüğünü seyredeceksiniz ve kahrolup tekrar doksan yıllık bir kış uykusuna dalacaksınız.
Tercih sizin. Unutmayın her tercih bir vazgeçiştir. Ya Azadi’den vazgeçersiniz yada şarlatanlardan.
Not: Bu yazı bir buçuk ay önce yazılmış olduğu halde şimdi yayınlama gereği duyulmuştur.
Şahidin Şimşek
Azadi Hareketi MYK Üyesi ve Dış İlişkilerden Sorumlu Sekreter
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.