IŞİD’e karşı başlatılan Musul operasyonu sona doğru yaklaşırken ve Rakka operasyonun eli kulağındayken IŞİD sonrası savaşın da ilk çatışmaları 18 Mayıs 17’de Esad güçleri ve Şii destek gruplarının Suriye, Ürdün ve Irak sınırındaki Muhaliflerin ve ABD özel kuvvetlerinin denetiminde olan El Tanaf üssüne yaklaşmaları üzerine ABD savaş uçaklarının bu güçlere karşı hava bombardımanı düzenlemesiyle başlamış oldu. ABD savaş uçaklarının bu bombardımanıyla başlattığı savaş, Şii Hilali ile Sünni Hilali savaşıdır; savaşın ABD savaş uçaklarının bombardımanıyla başlaması bu gerçeği değiştirmez.
Peki Şii Hilali ile Sünni Hilali savaşı ne demektir? Kısacası Tahran’ın Bağdat, Şam ve Lübnan üzerinden Akdeniz’e ulaşma çabasıyla bu Şii hilalini kesmek için Arap Yarımadası’ndan başlayıp Ürdün üzerinden ve Suriye-Irak sınırı boyunca Türkiye’ye kadar uzanacak Sünni Hilali kurma çabasıdır. IŞİD sonrası savaşın ismine böylece Şii-Sünni Hilali Savaşı dememizde de bir sakınca yoktur.
Trump’ın ilk yurt dışı gezisinin ilk durağı olan Suudi Arabistan ile imzaladığı 380 milyar dolar tutarındaki silah antlaşmasıyla bu savaşın Sünni cephesindeki uluslararası siyasi ve askeri altyapısı oluşturulmuş oldu. Buna karşılık İran ise kamuoyunun dikkatini çekmeden daha önce Rusya ve Çin ile yaptığı askeri ve siyasi anlaşmalar, sahada oluşturduğu mezhep temelli askeri örgütlenmeler ve nihayet bazı Kürt örgütleri ile oluşturduğu ittifaklar ile bu savaşa çoktan hazırlığını yapmıştı.
Sünni cephenin finansörlüğünü ve önderliğini üstlenme arzusunda olan Suudi Arabistan 50 Müslüman(Sünni) ülkeden devlet başkanları, başbakanlar veya bakanlar düzeyindeki lideri Trump’ın huzurunda toplayarak bu niyetini deklere etmiş oldu. Deklere etmesine etti de fakat Suudi Arabistan’ın dolayısıyla Sünni cephenin işi hala çok çok zordur.
Sünni ve Şii cephenin bu savaştaki avantajları ve dezavantajlarına kabaca baktığımızda Sünni cephenin parası ve arkasındaki ABD desteğine rağmen hayli dezavantajlı olduğunu hemen fark etmek mümkündür. Öncelikle Sünni cephe çok başlı ve kendi içerisinde çok çelişkilere sahip. İçinde Türkiye, Mısır ve Suudi Arabistan gibi görünüşte büyük devletler var ama kendi içlerindeki rekabetleri dolayısıyla avantajdan çok dezavantajın kaynağıdırlar. Buna ek olarak ve en önemlisi Türkiye’nin Kürtler dolayısıyla izlediği milliyetçi tutum Sünni cephenin başarısı önündeki en büyük handikaptır. Nitekim ABD’nin ayırdığı 500 milyon dolar ile ve Sünni Arap ülkelerin Türkiye üzerinden Suriye muhalefetine sağladığı tüm olanaklar Türkiye’nin bu tutumundan dolayı başarısızlığa mahkum oldu. İran ve Rusya’nın masrafsız Kürt kartı Suriye’de Sünni cephenin başarısızlığını garantiledi. Önümüzdeki Şii-Sünni Hilali savaşının galiplerini veya mağluplarını yine büyük oranda Türkiye’nin tutumu belirleyecektir ve büyük ihtimalle İran galip gelecektir fakat az bir ihtimal olsa da Sünni cephe ve ABD’nin Türkiye’nin bazı hırslarını frenleyerek sonucu değiştirebilirler.
Sünni cephenin ve dolayısıyla ABD’nin İran’ı sınırlandırma ve Şii hilalini kesintiye uğratma çabasının önündeki engellerden diğeri hiç kuşkusuz sahadaki dezavantajlarıdır. Sünni cephenin ve ABD’nin silah ve parasal avantajlarına rağmen sahada son derece zayıftırlar. ABD’nin son umutla Suriye’deki Kürt güçlerine el atmasıyla elde ettiği avantajlar olmasaydı Suriye’de bugün Sünni cephenin esamesi bile okunmazdı. Fakat buna rağmen hala dezavantajlıdırlar çünkü Suriye’deki Kürt kartı kimin elinde olursa olsun İngilizcesiyle hala ‘Wild Cart’tır yani her an pozisyon değiştirebilir. Nitekim bir iki gün önce YPG sözcüsü değiştirildi. Bu tip örgütlerde bu tarz nöbet değişimleri demokratik teamüller ile olmaz daha ziyade operasyoneldir ve bu operasyonun sahibinin kim olduğunu henüz kamuoyu bilmiyor. Eğer bu operasyonun sahibi İran ise ABD’nin dolayısıyla Sünni cephenin işi daha da zordur.
Sünni cephenin başarısı hiç kuşkusuz Kürtlerin bir bütün olarak Şii eksenden çıkmasıyla mümkündür. Aksi taktirde savaşın uzaması ve bunun da kaçınılmaz sonucu olarak Sünni cephenin yenilmesidir. Çünkü İran devlet olarak yıpratma savaşlarında çok tecrübeli ve maharetlidir. Yıllarca ambargoya maruz kaldığı halde İran-Irak savaşını sekiz yıl sürdürebilmiş ve dünyanın tüm desteğine rağmen Saddam’ı iflasa sürükleyerek bugünkü hayalindeki Şii Hilaline adım adım yaklaşmıştır. Kürtlerin bir bütün olarak bu eksenden çıkması ise Türkiye’nin izleyeceği politikalara bağlıdır. Türkiye Ortadoğu’daki Kürt gerçeğini kabul ettiği oranda Ortadoğu’da IŞİD sonrası hem avantajlı bir konum elde eder hem de sosyolojiye uygun istikrarlı bir düzenin kurulmasına büyük katkıda bulunur. Tabii bu bir tercih meselesi Türkiye Ortadoğu’da Kürt gerçeğinin ortaya çıkmasındansa pekala Şii hilaline örtülü destek de verebilir.
İran’ın yani Şii cephenin avantaj ve dezavantajlarına gelince avantajları dezavantajlarından daha fazladır fakat onun da kaderi Kürtlerin elindedir tabii Kürtler bunun farkındaysa. Kürtler farkında olmasa bile İran bunun farkındadır. Nitekim Akdeniz’e çıkış rotasını alternatifli hale getirmesi bunun göstergesidir. Rojava üzerinden olmasa bile daha güneyden bunu gerçekleştirme arzusundadır.
Tahran yönetimi zaman içerisinde İran’dan başlamak üzere Lübnan’a kadar paramiliter güçler oluşturarak sahada adeta gayri nizami düzen oluşturmuş. Tek sıkıntısı kendince şu anda Rojava’daki davetsiz misafirler olan ABD güçleri ve Irak-Suriye arasındaki uçsuz bucaksız çöllerdir fakat IŞİD’le savaş perdesi altında gerçekleştirdiği son hamlelerle hedefine bir hayli yaklaşmıştır. Bugün yarın PYD ile sınırdaş olacaktır dolayısıyla Rojava’nın da bu bağlamda İran açısından test süreci başlayacaktır. Eğer ciddi sorunlarla karşılaşırsa daha güneye yoğunlaşacaktır.
İran’ın diğer bir avantajı mevcut statükoyu yani Irak ve Suriye sınırları değişmeden bu amacına ulaşma olasılığıdır fakat Sünni cephenin dolayısıyla ABD’nin bu statüko değişmeden İran’ın bu emelini engelleme olasılıkları son derece zayıftır. ABD muhtemelen Irak ve Suriye’de konfederal bir çözüm öngörerek bunu engellemeye çalışıyor fakat ABD’nin Güney Kürdistan’ın bağımsızlık süreci önünde durması artık ahlaken mümkün olmadığı için bu meseleyle baş etmek için daha farklı projeler üretmek zorundadır. Bu anlamda Irak ve Suriye’deki Sünni bölgeler bir çatı altında birleştirilebilir ya da Ürdün sınırları tedrici bir şekilde genişletilebilir veya bu Sünni bölgeler ayrı devletçikler haline gelebilir.
IŞİD sonrası bölgede hemen ve uzun vadeli bir düzenin kurulması Şii Hilalinin gerçekleşmemesine bağlıdır fakat İran bu konuda çok kararlıdır çünkü meseleye sadece siyasi açıdan bakmıyor aynı zamanda bir inanç meselesi olarak da görüyor. Karşı tarafta bundan da tehlikeli bir sorun var. Tekfirci bir zihniyete sahip olan Arap Sünnizmi (Vahabilik ve Selefilik) Şiiliği bir ‘küfür’ olarak görüyor dolayısıyla Arap İslam’ının şaşalı temsilcisi olan Emevi İmparatorluğu’nun başkentinin yani Şam’ın bu ‘küfür’ devletinin yani İran’ın işgali altında olmasını asla kabul etmeyecektir. Daha bir çok nedenden dolayı Şii Hilalinin gerçekleşmesi bölgenin ateşe atılması anlamına gelecektir. Sadece bir İran-Suud savaşına neden olmayacaktır çok büyük bir ihtimalle bir İran-İsrail savaşına da neden olacaktır. Belki şaka gibi olacak ama Türkiye tarihi bir sorumluluk üstlenerek Kürtlere karşı tutumunu değiştirebilir ve Kürtler de bir bütün olarak Şii ekseninden çıkarak bölgenin bir ateş topuna dönmesini engelleyebilirler.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.