Bu yazıyı kaleme aldığım saatlerde Afrin’in Cinderes ve Raco ilçelerine yönelik TSK ve ÖSO güçlerinin karadan ve havadan kapsamlı saldırıları devam ediyordu.
Son bir yıldır özellikle Güney Kürdistan ve Rojava’ya yönelik bölge ülkeleri ve uluslar arası güçler arsında masada yapılan anlaşmaların sahada uygulamaya geçmesine tanıklık ediyoruz. Sadece tanıklık etmiyoruz; mazlumu ve mağduru oluyoruz.
Irak’ta ve Suriye’de denilebilir ki, gelişmeler şimdilik Kürtlerin aleyhine işliyor. Kürdistan Federal Yönetimi, “Kürdistan’ın kalbi” Kerkük’ü kaybetti. Şimdi sırada Afrin var.
Elbette Kürtlerin kaybetmesine ilişkin çok şey yazılıp çizildi. Önümüzdeki dönemde de farklı denklemlerle duruma yönelik değerlendirmeler yapılacaktır. Ancak son günlerde Kerkük’e yönelik IŞİD saldırılarının artması ve Haşdi Şabi destekli Irak güçlerinin bölgeden çekilmesine yönelik bilgiler Kürdistan yönetimi tarafından yakından izleniyor. Bölgede yaşanan yeni gelişmeler Kürtlerin elini güçlendirirken önümüzdeki döneme ilişkin atılması gerekli adımlar konusunda zaman kaybetmeden harekete geçmesini zorluyor. Bu kapsamda, yakın zamanda yaşanan gelişmelere dikkat çekmekte yarar var:
16 Ekim krizinden sonra Kürdistan hükümetinin karşı karşıya kaldığı zor süreci hepimiz az çok biliyoruz.
Bütün iç ve dış baskılara rağmen Kürtler, her şeyi göze alarak bu zorlu süreci aşmak için çabaladı ve Irak yönetiminin bütün olumsuz yaklaşımlarına rağmen diyalog ve diplomasi yolunu seçti ve bunu en iyi çözüm olarak esas aldı. Bu temelde beş aydan bu yana Irak hükümetiyle anayasa çerçevesinde gereken bütün adımları attı.
Irak yönetimi, Kürt tarafı ile sorunu çözmüş ve karara bağlamış gibi görünse de pratikte bunun gerekliliğini asla yerine getirmedi. Alınan kararlar, verilen sözler sadece açıklamalarla sınırlı kaldı.
Irak yönetiminin Kürtlere karşı iyi niyet beslemediği açık. Kendine göre sorunları zamana yayarak Kürdistan’ı daha büyük krizlerle baş başa bırakıp tasfiye planıyla sonuca ulaşmak istiyor.
Kürtler. diplomasi yoluyla kısmi de olsa Irak’ın bu planını durdurdu. Ancak bütün gelişmeler gösteriyor ki; hala oyun devam ediyor. Kürt ve Kürdistan üzerindeki tehlike bitmiş değildir.
Geldiğimiz aşamada ortaya çıkan sonuç şu; İbadi hükümeti, dış baskılara karşı her defasında anayasanın arkasına sığındı. Diğer yandan Kürtlerin duygularına hitap ederek umut aşılamaya çalıştı. Bunu yaparken Kürt halkını, Kürdistan yönetimine karşı kışkırtarak hükümeti işlevsiz kılmak istiyor. Bu doğrultuda bazı Kürt çevrelerin de İbadi’ye bu yönlü bazı umutlar ve sözler de verdiğini anlıyoruz.
Açıkçası durum böyle devam ederse süreç Kürtlerin aleyhine dönecek. Zaten temel amaç, Kürdistan federal bölgesini ortadan kaldırmaktır. Bu açıdan fazla zaman kaybetmeden harekete geçmek gerekir. Bu kapsamda Irak hükümetiyle yapılan görüşmeler ve alınan kararların uygulanması için kesin zamanı belirlemenin yanı sıra hem uluslararası hem halk olarak İbadi’ye baskı oluşturacak yol ve yöntemleri hayata geçirmek gerekir .En başta her türlü diplomatik yollari zorlayarak sonuca gitme imkanlarını aramak gerekir.
Düşmanın planları doğrultusunda hareket etmek ve onların belirlediği yolda gitmek tabi ki tehlikeyi arttırır. Belki çok radikal bir tutum olacak ama; alınması gerekli tedbirler arasında savaş durumunu da göz ardı etmemek gerekir. Kerkük üzerinde DAEŞ tehlikesinin tekrar gündemde olması göz ardı edilemez. Görünen o ki, Irak yönetiminin Kerkük’ü savunacak planı ve niyeti yoktur. Bunun için de savaşa dair tüm hazırlıkların şimdiden yapılması kaçınılmazdır. Bu açıdan bütün belirtiler Kürtlerin savaşa hazır olmaları gerektiğini gösteriyor.
Irak’a bağlı silahlı güçlerin Kerkük ve Tuzhurmatu’da halkımıza karşı uyguladıkları vahşet düzeyindeki uygulamaların da kesinlikle bir savaş hali olduğunu söylemek gerekir. Kürt yetkilileri, defalarca, “Kerkük bir işgal durumu yaşıyor” dedi.
Bugüne kadar yaşananlara bakarak, bu durum Kürtlere meşru müdafaa hakkı veriyor.
Ve buna hazırlıklı olmalıyız.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.