PWD Lideri Nizamettin Taş\'ın Deng Dergisi için yazdığı makelenin tümü;
Güney Kürdistan’da, referandum ve bağımsızlık ilanının yapılıp yapılmayacağı en önemli tartışma konularının başında gelmektedir. Doğrusunu isterseniz, Güney Kürdistan’da, referandum ve bağımsızlık ilanına doğrudan karşı çıkan hiçbir parti ve çevre bulunmamaktadır.
Bu durum bağımsızlık isteminin esas itibariyle halk tarafından benimsendiği, teminat altına alındığı ve buna karşı çıkan hiçbir partinin etkinlik kurma şansının kalmadığını göstermektedir. Bazı parti ve çevrelerin özünde bağımsızlığa çarşı çıkmasına ve bunu boşa çıkarmak için her türlü tertibin içinde yer almalarına rağmen sözde referandum yanlısı görünmelerinin esas nedeni halktan duydukları korkudur.
Güney Kürdistan’da bağımsızlık çizgisinin öncülüğünü yapan ve devlet ilanına gitmek için her cephede yoğun çaba gösteren başkan Barzani’dir. Bireysel düzeyde bazı yalpalamalar görülmesine karşın başta PDK ve YNK olmak üzere bütün parti yönetimlerinin ezici çoğunluğunun bağımsızlıktan yana tavır takınacağına dair en ufak kuşkumuz yoktur. Aynı kararlı tavır ve pozisyonun giderek İslami parti ve hareketlere de sirayet ettiği görülmektedir.
Güney Kürdistan’da, bağımsızlığa karşı en net tavır alan ve devlet kuruluşuna kesinlikle izin vermeyeceğini açıkça beyan eden sadece KCK ve bünyesindeki örgütlerdir. Şüphesiz, PKK, bu yaklaşımını bir takım ideolojik, felsefi argümana dayanarak izah etmeye çalışmaktadır. Esasen, KCK dâhil, hiçbir partinin bağımsızlık çizgisini mutlak anlamda savunma zorunluluğu yoktur, eleştiride bulunma ve farklı bir model önerme hakkına sahiptir. Fakat KCK’nin takındığı tutumun bu çerçevede kaldığını, salt eleştiri yapmakla yetindiğini sanmak büyük bir yanılgıdır. PKK; eleştiriden daha çok, pratik tutum takınmakta, referandum ve bağımsızlık ilanını boşa çıkartmak amacıyla her türlü sabote edici davranış ve ittifak ilişkileri içerisine girmektedir.
Bağımsızlık ilanını sabote eden her girişimin arkasında İran devleti vardır
Güney Kürdistan’da, söylem düzeyinde, tüm parti ve çevrelerin referandum ve devlet ilanına sahip çıkmaları, gerçekte, hepsinin, pratik sahada, bağımsızlık uğrunda yoğun çaba gösterdikleri, buna göre harekete geçtikleri anlamına gelmemektedir.
Devlet kurmak, her ulustan daha çok Kürdlerin hakkıdır. Bunun tartışılması dahi büyük bir suçtur. Devlet kurma hakkının farklı gerekçelere bağlanması, özünde karşı çıkmaktan başka bir anlam taşımamaktadır.
Devlet kurmak bizim hakkımız dedikten sonra, “ toplum henüz hazır değil”, ” zamanlamayı iyi ayarlamak lazım”, “ ya da bölge devletlerinin desteğini mutlak anlamda kazanmak gerekir” diyen çatlak, oportünist yaklaşımlar görülmektedir. Şüphesiz devlet ilanına gidilirken tüm faktörlerin iyi hesaplanmasına ihtiyaç vardır. Sorumlu konumda olan çevrelerin duyarlı davranmasından daha doğal bir durum olamaz. Ne var ki, itirazda bulunan çevrelerin yaklaşımına bakıldığında, siyasi sorumluluğun getirdiği duyarlılıktan çok, tüm bu gerekçeleri özünde bağımsızlık ilanını boşa çıkartmak, aynı anlama gelmek üzere belirsiz bir tarihe ertelemek amacıyla ileri sürdükleri görülmektedir. Gerekçe öne süren kesimlerin ağırlıklı olarak başta İran olmak üzere bağımsızlık karşıtı bölge ve uluslararası güçlerle sıkı ilişkide olmaları haklı olarak endişeye yol açmaktadır.
Referandum ve devlet ilanına karşı çıkan veya ortamı bulandıran kesimlerin geçmişlerine bakıldığında hayırla yâd edilecek olumlu her hangi bir gelişmeye imza atmadıkları görülmektedir. Mezhep ve bölge çelişkilerinden nemalanan, birliğe gelmeyen, sürekli sorun yaratan ve fırsat yakaladığında halkı ayaklandırarak sözde ‘Barzani’lerin sultasına’, özünde ise Kürdistan’daki tüm kazanımların heba olmasına yol açacak kadar tahripkâr bir pratiğin sahibi olan kesimlerin özellikle olur olmaz her platformda referandum ve devlet ilanını sabote edecek bir tutum içerisinde olmaları, dile getirdikleri görüşlerin çok hayırhah bir niyetle yapılmadığı göstermektedir.
Özellikle referandum ve bağımsızlık ilanının gerçekleştirilmek üzere gündeme girdiği her dönemde, aynı çevrelerin bunu sabote edecek tarzda harekete geçmeleri, muhalefet mantığıyla yapılan girişimler olarak değerlendirmeyi giderek zorlaştırmaktadır.
Referandum, bağımsızlık karşıtı tüm güçlerin uykularını kaçırmaktadır. Ellerinden gelse, Kürdleri bir kaşık suda boğmaya hazır olan sömürgeci devletlerin mevcut koşullarda Güney Kürdistan’a müdahale etme koşulları yoktur. Fakat bu durum, bölge devletlerinin bağımsızlık ilanına rıza gösterecekleri anlamına gelmemektedir. Kendilerinin yapamadığı yıkıcı rolü, DAİŞ ve yerli taşeronlarına yaptırmak istemektedir. DAİŞ örgütünün Musul’u ele geçirdikten sonra mezhep çatışmaları temelinde Bağdat’a yöneleceği beklenirken, birdenbire dönüp Kürdistan’a saldırmasının başka izahı olamaz. Henüz tehlikenin geçmediği ve ulusal birliğe en çok ihtiyaç duyulduğu bir dönemde, bazı güçlerin Arap baharına öykünerek halkı ayaklanmaya çağırması, parti bürolarına saldırması, Güneyi yeniden bölmek amacıyla çift başlı yönetim ve ittifak arayışlarına girmesinin reform ve demokrasi arayışı ile bağdaşır bir tarafı yoktur. Söz konusu güçler şayet bu talepleri bağımsızlık çalışmalarının bir parçası ve buna öncülük yaparak gerçekleştirmiş olsalardı, yaklaşımlarına değer biçmek anlamlı olabilirdi. Fakat yeni arayış peşinde koşan güç ve çevrelerin bağımsızlık karşıtı bir tutum sergilemeleri yetmezmiş gibi, yapılan her girişimin bizzat İran devletinin himayesinde gerçekleştirilmesi, ileri sürülen tüm taleplerin içinin boş ve maksatlı bir planın parçası olarak geliştirildiğini açığa vurmaktadır.
Şayet tedbir alınmaz veya boşa çıkartılmazsa, İran devletinin yönlendirme ve kışkırtmaları sonucu Güney Kürdistan’ın geçmişte olduğu gibi yeniden iki parçalı yönetime dönme riski giderek artmaktadır. Daha önce yaptığı girişimlerde sonuç alamayan GORAN hareketinin YNK ile ittifak yaparak sorunu farklı bir boyuta taşıması, bölünme riskinin hafife alınmaması gereken boş bir kuruntu olmadığını bir kez daha kanıtlamaktadır.
Kürd partileri, sorunları çözmekten çok ağırlaşmaktan yana bir yaklaşım göstermektedir
Ne yazık ki, Güney Kürdistan’daki partilerin, yeniden bölünmeye yol açan bu tehlikeli planları boşa çıkartacak kapasite ve sağduyulu yaklaşımları yeterince olgunlaşmış değildir. Partilerin geçmişten ders çıkartarak mevcut sorunları yaratıcı bir tarzda ve büyük bir maharetle çözmeleri gerekirken, adeta hiçbir tecrübenin alınmadığını kanıtlarcasına eski hastalıklı yaklaşımların tekrarından başka bir anlama gelmeyen kısır çekişmeler yüzünden altın tepside sunulan devlet kurma şansı bile tartışmalı hale getirilmektedir.
Aradan yirmi beş geçmesine rağmen, hala başta peşmerge, polis ve istihbarat olmak üzere devlet kurumlarında gerekli merkezi kurumlaşmanın başarılmaması, partilerin ulusal çıkarlardan ziyade kendi pozisyonlarını kaybetmemek kaygısıyla hareket etmekte ısrar ettiklerini göstermektedir.
Bağımsızlık eğilimine öncülük yapan PDK’nin benzer kaygılardan sıyrıldığını söylemek güçtür. PDK’nin mevcut sorunları çözmek yerine, parti kaygılarından dolayı birçok alanda tepkisel hareket ederek yangına adeta körükle gitmesi, krizi yönetme sanatında çok usta olmadığını açığa vurmaktadır. Partilerin mevcut tutum ve duruşları sorunları çözmekten çok ağırlaştırmaktadır. Oysa Kürdistan’ın içinden geçtiği hassas tarihi süreç daha uzun bir süre kriz ve belirsizliği kaldıracak durumda değildir.
Kürdler devlet kurmaya mahkûmdur
Belirtilen bu ve buna benzer pek çok iç ve dış faktör, şüphesiz referandum ve bağımsızlık ilanını tehlikeye sokmakta, yakalanan ve bir daha yakalanması hayli zor olan tarihsel fırsatı riske sokmaktadır. Ancak mevcut yetersizlik ve dıştan yapılan sabote edici her türlü engellemelere rağmen, referandum ve bağımsızlık ilanının gerçekleşme koşulları ve olanakları hala çok güçlüdür ve bunu önleyecek, tarihin akışını nihai olarak durduracak hiçbir iradi güç yoktur.
Her şeyden önce tüm yetersizliklerine rağmen bütün Kürd partileri bağımsızlık çizgisini benimsemekte ve bu uğurda hiçbir fedakarlıktan kaçınmayacak iradi bir duruş sergilemektedir. Yetersiz yaklaşımlar, partilerin bağımsızlık için hiçbir çaba göstermedikleri anlamına gelmemektedir. Tersine atılan adımlar ve yapılan çalışmalar devlet ilanını gerçekleştirecek her türlü alt yapı kurumları ve savunma mekanizmasını daha şimdiden başarmış durumdadır.
Güney Kürdistan’da referandum ve devlet ilanının teminatı halkın garantisi altındadır. Bağımsızlık karşıtı hiçbir eğilimin halk tarafından kabul görmesi mümkün değildir ve devlet kurmaya karşı çıkan hiçbir partinin Kürdistan’da geleceği yoktur.
Irak devletinin tek parça halinde yaşama şansı artık hiçbir şart altında yoktur ve bırakalım Kürdlerin Araplarla bir arada kalması, esasen Şii ve Sünni Arapların dahi birlikte yaşama koşulları tamamen ortadan kalkmıştır. Zaten parçalanan Irak devletinin ne zaman tarih olacağı sadece zamanlama meselesidir.
Güney Kürdistan devlet kurmaya mahkûmdur. Çünkü Güney Kürdistan’ın kaderi her zaman iç koşullardan daha çok dış gelişmeler tarafından belirlenmiştir. Geçmişte olduğu gibi, mevcut durum ve önümüzdeki dönemde dış koşullar sanılanın çok ötesinde belirleyici rol oynamaya devam edecektir. Tıpkı körfez savaşında olduğu gibi, Güney Kürdistan’ın azad edilmesinde koalisyon güçleri nasıl belirleyici bir rol oynadıysa, DAİŞ örgütüne karşı verilen savaş ve Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesinde Kürdlere duyulan ihtiyaçtan dolayı devlet kurmasına zorunlu olarak destek verilecektir. Bu bir tercih meselesi değildir. Başta Amerika olmak üzere, Ortadoğu’da, batının İsrail ve Kürdlerden başka dostu yoktur. İsrail devletinin geçmişte olduğu gibi Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılmasında stratejik rol oynaması hayli zordur. Ortadoğu’nun geleceğinde rol oynamak ve etkinlik kurmak isteyen her güç kaçınılmaz olarak Kürdlerle dost ve stratejik düzeyde destek vermek zorundadır.
Sözün özün kısası, Kürdistan’ın mevcut stratejik konumu, başta Amerika olmak üzere uluslararası güçler açısından, Kürd partilerine bırakılmayacak kadar önem taşımaktadır.
Güney Kürdistan’da, iç dış tüm koşullar bağımsızlık ilanını zorunlu kılmaktadır.
Güney Kürdistan’da, partilerin tüm yetersizliğine karşın, iç-dış bütün koşullar referandum ve bağımsızlık ilanını zorunlu kılmaktadır.
Başta Kerkük olmak üzere ihtilaflı bölgelerin henüz Kürdistan’a bağlanmadığı ve DAİŞ ile kıyasıya bir savaşın sürdüğü koşullarda Kürdlerin bağımsızlıktan vazgeçip yeniden çift başlı bir yönetime rıza göstermesi akla ziyan bir değerlendirmedir. Kürdlerin kapısında bunca sorun ve somut bir tehlike dururken, bölge devletlerinin kışkırtmasıyla referandum ve bağımsızlık ilanı dışında farklı senaryoların peşinde koşanların çok geçmeden beyhude bir çaba içerisinde oldukları görülecektir. Güney Kürdistan’da bıçak kemiğe dayandığında, halkın ve partilerin her defasında kendilerinden beklenilmeyecek tarzda sağduyulu davrandıklarına defalarca tanık olunmuştur. Aynı yaklaşımın bir kez daha gösterileceğine dair en ufak bir kuşkumuz yoktur.
Kürdistan’da DAİŞ örgütü ile ölüm kalım savaşı sürdürülmektedir. Peşmergenin işgal altında bulunan topraklardan DAİŞ örgütünü tamamen söküp atması için daha zorlu operasyonlara ihtiyaç vardır. Ayrıca Musul DAİŞ’ten alınmadan Kürdistan’ın gelecek ve istikrarını sağlamak mümkün değildir. Kaldı ki Kürdistan açısından tehlike sadece DAİŞ’ten kaynaklanmamaktadır. Aslında DAİŞ artık tali planda kalan bir örgüttür. Asıl tehlike Kerkük ve ihtilaflı bölgelerin geleceği üzerinde patlak verecektir. İran ve Irak devletlerinin destekleyerek kışkırttığı Haşti Şabi denilen Şii milis gücü ile daha şimdiden defalarca savaşın eşiğinden dönülmüştür. İlerde başta, aslında isminden başka DAİŞ örgütünden hiçbir farkı bulunmayan HAŞTİ ŞABİ ile kaçınılmaz olarak hesaplaşma gündeme girecektir. Ayrıca bağımsızlık ilanı karşısında Irak ve diğer devletlerin tepkisinin ne olacağı belirsizliğini korumaktadır.
Bu kadar somut tehlikenin kapıda olduğu Güney Kürdistan’da partilerin yetenek ve izandan yoksun tavırlarına rağmen birlikte hareket etmekten ve aralarındaki sorunları ikinci plana atarak güç birliği yapmaktan başka seçenekleri yoktur. Birlikte hareket edilmeden bir partinin tek başına iktidarda kalması mümkün değildir. Kürdistan’ın kazanımlarını tehlikeye atacak bir partinin bırakalım destek bulması, halk tarafından derhal boğulacağı kesindir. Partiler arasındaki çelişkilerin daha fazla derinleşmeden hal çaresine gitmeyi zorunlu kılan gereğinden çok neden bulunmaktadır. Tüm parti ve Kürdlerin topyekûn intiharı anlamına gelecek bu anlamsız yaklaşımın daha fazla sürüncemede kalmadan çözüme kavuşturulacağına inanıyorum.
Başta Amerika olmak üzere müttefik ülkelerin Irak ve Suriye’de geleceğe dönük yatırım yapabilecekleri tek ulus Kürdlerdir. Mevcut durumda Ortadoğu genelinde Kürdlerin konumu hızla soğuk savaş döneminde İsrail ve Türkiye’nin oynadığı role benzer pozisyon kazanmaktadır. Kürdistan artık batı açısından tıpkı İsrail gibi mutlak anlamda korunup kollanması gereken TAMPON devlet konumuna gelmektedir. Geleceğe dönük tüm stratejik planların üzerinde yapıldığı Güney Kürdistan’daki sorunların daha fazla büyümeden hal yoluna gidilmesi için yoğun çaba gösterilmektedir. Amerika ve koalisyon güçlerinin Kürdistan’ı daha uzun bir süre İran ve diğer bölge devletinin tasarruf ve etkilemelerine maruz bırakması kendi çıkarlarına yıkım derecesinde darbe vuracaktır. Amerika’nın, ikinci bir hata işleyerek Irak’tan sonra Kürdistan’ı İran devletine kendi elleriyle teslim etmesi akla ziyan bir değerlendirmedir. Zaten tüm göstergeler tersini kanıtlamaktadır.
Bağımsız devlet ilanı her şeyden önce kendine yeterli bir ekonomik yapının inşasını gerektirmektedir. Ekonominin dibe vurduğu Güney Kürdistan’da, krizin aşılmaya başladığına dair güçlü emareler bulunmaktadır. Hükümetin hayata geçirmeye çalıştığı reform paketinin, giderek günlük yaşama yansıdığı, ticaret ve üretimin giderek canlandığı görülmektedir. Bir tarafta petrol fiyatında bir kıpırdama görülürken, diğer yandan petrole bağlı gelirlerin dışında başta tarım ve hayvancılık olmak üzere farklı gelir ve kalkınma projelerinin benimsenmesi, krizin giderek fırsata çevrildiğini ispatlamaktadır. Hükümetin pratiğe geçirmek istediği reform paketi başta İMF ve dünya bankası olmak üzere uluslararası finans kuruluşları ve batılı devletler tarafından desteklenmekte ve bu temelde kredi akışı sağlanmış bulunmaktadır. Ekonomik krizin had safhada büyüdüğü geçen kış koşullarında yapılan tüm kışkırtmalara rağmen halk ayaklanmamışsa, toparlanma ve gelişmenin gözle görülmeye başladığı bundan sonraki dönemde Kürdlerin referandum ve devlet ilanına karşı çıkmasının hiçbir neden ve gerekçesi kalmamıştır.
Güney Kürdistan’da yeniden iki başlı yönetime dönülmesinin imkânsız olduğunu söylemek, şüphesiz abartılı bir değerlendirmedir. Ancak geçmişte olduğu gibi partiler arasında baş gösteren her çelişkinin mutlak anlamda çatışmaya dönüşeceği gibi peşin hükümlü sonuçlara varmak doğru değildir. O günden bu yana köprülerin altından çok suyun aktığını, halkın olduğu kadar partilerin de kendi geleceklerini tehlikeye atmayacak kadar bilinçli hareket etmeye başladığı ve her seferinde ve tüm kritik aşamalarda şaşırtacak düzeyde sağ duyulu davranarak birlikte tavır aldıklarına tanık olunmuştur.
Güney Kürdistan’da sadece halk ve partiler değil, DAİŞ işgaline karşı aynı cephede savaşan peşmergenin geçmişte olduğu birbirine rahat silah çekmesi kolay değildir. Kaldı ki, daha şimdiden en az yedi devlet kendi inisiyatiflerinde peşmerge eğitimini sürdürmektedir. Ulusal bilinçle donanan ve modern temelde eğitilen peşmergenin bu saatten sonra geçmişte olduğu gibi iç çatışmalara sürüklenmesi imkansız değilse bile oldukça zordur.
Kısaca; DAİŞ savaşında oldukça tecrübe kazanan ve giderek düzenli ordu biçiminde örgütlenen ve koalisyon güçleri tarafında silahlandırılan peşmerge ordusunun, bırakalım yeniden parçalanması, tam tersine giderek ve tıpkı İsrail ordusu gibi rol oynamasına ihtiyaç vardır. Hem Kürdistan devletinin ilanı ve hem de Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesinde yeniden iç çatışmalara sürüklenen bir peşmergeye değil, tam tersine profesyonel bir düzenli orduya ihtiyaç duyulmaktadır.
Sonuç olarak,
DAİŞ örgütüne karşı gösterilen kahramanca direnişten sonra, dünyada hiçbir milletin prestiji Kürdler kadar yüksek değildir. Fırsat yakaladıklarında Kürdleri bir kaşık suda boğmaya çalışan düşmanlarının dahi karşı koymaya cesaret edemedikleri son derece haklı bir konum yakalanmıştır. Bu fırsat elverişsiz koşullar ya da zamanı değil gibi saçma sapan gerekçelere sığınılarak asla heba edilmemelidir.
Güney Kürdistan’da devlet kurmanın zamanı başka bir dönem değil, tam da şu an içinden geçtiğimiz süreç tamamlanmadan gerçekleşmek zorundadır.
Bu konuda eksik olan, şartların elverişsizliği değil, Kürd partilerine egemen olan devlet kurma zihniyetinin yetersizliğidir. Kürdlerin; tam da, 1948 yılında İsrail devleti kurulurken, Yahudilerin benimsediği zihniyete benzer bir yaklaşıma ihtiyacı vardır.
Bu zihniyet benimsendiği an, işte asıl o zaman Kürd devletinin kurulması önünde hiçbir engel kalmayacaktır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.