Güney devriminin diğer bir belirgin özelliği, çoğu zaman yenilginin eşiğine gelmesine, hatta bazen yenilmesine rağmen kesintiye uğramadan sürmesidir. Peşmerge savaşının kesintiye uğramadan sürdürülmesinin en önemli nedeni, halkın gösterdiği eşsiz fedakarlık ve devrime her şart altında sahip çıkma iradesinin gösterilmesidir. Şayet güney devrimi ulusal bir hareket ve ulusun tüm katmanlarını kapsayacak bir yaklaşım tarzına sahip olmasaydı, yenilgiye uğramasına rağmen peşmerge savaşının kesintiye uğramadan sürmesi mümkün değildi. Kuzeyde gelişen tüm isyanların kısa sürede yenilgiye uğraması ve ardından bir daha toparlanarak direnişe devam etme mecalinin gösterilmemesinin esas nedeni ayaklanmaların mahalli düzeyde kalması ve özellikle de ulusal taleplerin açık ve net bir biçimde dile getirilmemesidir. Kuzeydeki tüm isyanların hala ulusal karakterde olup olmadıklarına dair yapılan spekülasyon ve tartışmaların sür git devam etmesi bu belirsiz durumdan kaynaklanmaktadır.
Kuşku yok ki, Kuzey Kürdistan’daki tüm isyanların ulusal bilinçle yoğrulmadığını ileri sürmek haksız bir değerlendirmedir. Tersine her hareket esas itibariyle ulusal bir karakter taşımaktadır. Fakat kuzeydeki tüm isyanların istisnasız olarak mahalli düzeyde kaldıkları ve ağırlıklı olarak dini temelde motife edildikleri tartışılmaz bir gerçektir. Buna karşılık güney devriminin baştan sona Kürt ve Kürdistan ideali üzerinden şekillendiğini tarihe objektif bakan hiç kimse inkar edemez. Kuzey isyanlarında ideolojik yönlendiriciliğin izine dahi rastlanmaz ve gerçekte belirlenmiş bir program ve stratejiye sahip oldukları dahi tartışmalı bir pozisyondayken, güney devriminde amaç ve hedeflerin tespitinde en ufak bir belirsizlik yoktur. Talepleri yetersiz bulunabilir, fakat otonomi talepleri çok net formüle edilmiş ve otonominin gerekli kıldığı tüm hedefler en ince ayrıntısına kadar programa dahil edilmiştir. Örneğin, Kürt nüfusuna göre bütçe, memur oranı, peşmerge ve polis sayısı, Kürdistan’ın idaresi, devlet kademelerinde yer alacak yönetici düzeyine dek bütün ayrıntılar belirlenmiş ve müzakere konusu yapılmıştır. Aslında günümüzün çağdaş partilerinin sahip olduğu programlardan hiç de aşağı kalır talepler öne sürülmemiştir. Bu konuda güney devrimine öncülük yapan kesimlerde düşünce sistematiği çok nettir. Milliyetçi karakterde bir hareket geliştirilmiş ve peşmerge gücü buna göre motive edilmiştir.
Bu dönemde, kuzeyde, neredeyse özgürlük ve demokrasi kavramları sözlük düzeyinde dahi bilinmezken, Güney Kürdistan’da demokrat, daha sonra sosyalist partiler amacına uygun bir tarzda kurulmuş ve devrimin öncülüğünü yürütmüşlerdir. Irak komünist partisinin asıl örgütlendiği, güç kazandığı yer Kürdistan’dır. Zaten üyelerinin büyük çoğunluğunun Kürt olduğu Komünist partisi peşmergenin yanında ve onunla ittifak halinde hareket etmiş ve Kürtlerin mücadelesinden hem etkilenmiş ve hem de etkilemiştir. Barzani hareketinin yönetim ve komutanlarının ağırlıklı bölümü Sovyetler Birliğinde yıllarca kalmış ve ulusal kurtuluş ve sosyalizmden etkilenerek yurda dönmüşlerdir.
Kısaca, hangi cepheden bakılırsa bakılsın, peşmerge savaşı ilkel milliyetçi bir hareket olarak gösterilmesine rağmen, pratik göstergeler, Güney Kürdistan’da Barzaniler önderliğinde gelişen mücadelenin ulusal demokratik bir muhtevaya sahip olduğunu göstermektedir.
Bu konu hakkında dönüp dolaşıp tekrar durmamızın nedeni, direniş tarihimizin çarpıtılmış olmasından kaynaklanmaktadır. PKK çağdaş ulusal kurtuluş hareketinin ilk defa kendi öncülüğünde başlatıldığını ileri sürmektedir. PKK; yaptığı propaganda sonucu, KUKM ilk defa 1970’lerden sonra kendi öncülüğünde Kuzey Kürdistan’da geliştirildiğini, hiçbir sorgulamaya mahal vermeden Kürtlerin bilincine şırınga etmiş ve bunu önemli oranda başarmış görünmektedir. Oysa gerçekler bunun tersini kanıtlamaktadır. Öncelikle bu algının şiddetle bertaraf edilmesine ihtiyaç vardır. Bu yanılgı aşılmadan Kürt mücadelesini kendi gerçek tarihsel zeminine oturtmak ve ulusal muhtevasına kavuşturmak mümkün değildir.
Güney Kürdistan’daki partiler ideolojik mücadeleye gereken önemi vermediği ve aydınları soranca yazdıkları için PKK tarafından çarpıtılarak piyasaya sürülen yanlış tarih algısı, ne yazık ki kuzeyde yanlışlığı, doğruluğu hiç araştırılmadan olduğu gibi kabul görmektedir. Bu algının düzeltilmesine ihtiyaç vardır; çünkü, PKK resmi tarih durumuna getirdiği bu çarpıtmayı, sadece kuzeyde değil, Kürdistan’ın dört parçasına egemen kılmaya çalışmaktadır.
Şüphesiz bu algının yerleşmesinde sadece PKK’nin suçu yoktur. Bu konuda diğer örgütlerin, hepimizin ve özellikle de Kürt aydın ve siyasetçilerinin olumsuz rolü bulunmaktadır. Kürt aydınlarının; PKK’nin mücadeleyi sıfırdan başlattık iddiası karşısında tepki duyarak ve kendilerini kanıtlamak amacıyla bizde sıfırın altından, yani eksilerden taşıdık buraya getirdik türünden savunmaya geçmesi, aslında mücadeleyi yine kendinden başlatma yanlışının tekrarından başka bir anlam taşımamaktadır. Oysa tarihi gerçekler ne Öcalan’ın iddia ettiği gibi ulusal kurtuluş mücadelesinin ilk defa PKK önderliğinde başladığını ve ne de 1970’ler öncesi Kürt aydınlarının sıfırın altından direnişi geliştirdiklerini kanıtlamaktadır. Bu abartılı ve benmerkezci yaklaşımların tersine, Güney Kürdistan’da, yarım yüz yıldır kesintisiz bir şekilde süren peşmerge savaşı tüm Kürdistan’ı ve özellikle de Kuzey Kürdistan’ı yoğun bir şekilde etkisine almış ve adeta nüfuz etmediği köy ve şehir bırakmamıştır. Kaldı ki 1970’ler öncesi dönemde, mücadeleyi eksilerden getirdiklerini söyleyen aydın kesim içerisinde Kürtlük bilinci gelişmiş olmasına rağmen, Türk solunun etkisinde kalarak Kürdistan için daha çok yol, su, elektrik gibi hizmet taleplerinin ötesine varmayan bir mücadele anlayışına sahip olduğunu görmekteyiz. Çaba ve ödedikleri bedele saygı duymamıza karşın, 1960’ların sonu ve 1970’li yılların başında Dr. Şıvan- Sait Kırmızıtoprak- öncülüğünde gelişen Kürdistani çıkışa kadar, aslında aydınlar arasında Kürd ve Kürdistan kavramı bırakalım stratejik açıdan, henüz teorik düzeyde bile izaha kavuşmuş değildir. Oysa aynı dönemde Güney Kürdistan’da peşmerge savaşı Irak devletiyle otonomi müzakerelerine başlayacak kadar güçlü bir düzey yakalamıştı.
Kuzey Kürdistan’da, Kürt sorununun teorik düzeyde tartışılmaya başlandığı dönemde Güney Kürdistan’da aralarında PDK, Sosyalist ve Komünist partilerinin de olduğu BAAS karşıtı güçlerin peşmerge sayısı yüz binleri aşmış bulunmaktaydı. Tüm bu partilerin stratejik hedeflerinde Kürd ve Kürdistan sorunu gayet net bir tarzda formüle edilmiş ve programa kavuşturularak hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Bu dönemde KDP ile birlikte sosyalist partisinin kitle gücü bir takım çeteleşmiş aşiretlerin dışında tüm toplumu kapsayacak düzeyde örgütlü bir hal almıştı. Sosyalist partisi, kuzeyde olduğu gibi halktan tecrit bir aydın gençlik hareketi değil, en büyük kitlesel hareket olarak askeri ve siyasi temelde örgütlenmiş muazzam bir güce sahipti. Daha sonra YNK’yi oluşturan ve içlerinde kendisini Marksist hareket olarak tanımlayan KOMALA gibi pek çok örgüt cidden kitlesel ve askeri bir güç olarak devrimin kaderini belirleyecek düzeyde rol oynamaktaydı.
Sınırdaki tüm aşiretleri etkileyen ve içlerinde yüzlerce kuzeyli peşmergenin bulunduğu Güney Kürdistan devriminin sanki Kuzey Kürdistan’daki gelişmeleri hiç etkilememiş gibi ele alınması son derece yanlış bir değerlendirmedir. Kuzey Kürdistan’da; Kürtlük bilincinin yeniden yeşermesinde Barzani hareketinin belirleyici düzeyde bir etkisi bulunmaktadır. Aslında sadece Barzani hareketinin değil, daha sonra kendini sol, sosyalist cenahta tanımlayan pek çok kuzeyli örgütün Talabani ile ilişkiye geçerek ve onun desteğini alarak kuzeyde hayli etkin duruma geldiğini biliyoruz.
Kuzey Kürdistan’da, istisnasız tüm Kürt örgütleri, sanılanın tam aksine, Güney Kürdistan devriminden yoğun bir biçimde etkilenmiş ve Kürtlük bilincinin yeniden gelişmesinde Türk solu değil, Barzani hareketi ön ayak olmuş, damgasını vurmuştur. Kuzey Kürdistan’da gelişen ulusal demokratik mücadele, ideolojik açıdan, şüphesiz daha çok Türk solundan etkilenmiş, ancak ulusal bilinç ve motivasyonunu kazanmada kesinlikle Güney Kürdistan devriminin bir devamı olarak şekillenmiştir.
Bu konuda, çok ciddi, stratejik düzeyde bir çarpıtma söz konusudur. PKK kuzeydeki hareketi Türk sol geleneğine dayandırmakta, Öcalan, DEV-GENÇ hareketinden geldiği için PKK’yi Türk sol geleneğinin devamı gibi değerlendirmektedir. Kuzey devriminin kökenini Kürdistan’a değil, Türkiye’ye dayandıran bu yaklaşım tarzı, sadece bir tarih çarpıtması değil, aynı zamanda KUKM ulusal içeriğinden boşaltma ve kökünden kopartarak karaktersiz hale getirmeyi amaçlamaktadır. İsmail Beşikçi’nin ‘ Kürt ulusunun köklerinden kopartılması, sömürgeci zihniyetin tezahüründen başka anlam taşımamaktadır’ manasına gelen değerlendirmeleri dönüp dolaşıp yıllardır tekrarlamasının altında bu gerçek yatmaktadır. İsmail Beşikçi’nin bu konu üzerinde ısrarla durmasının hala tam manasıyla kavrandığı kanısında değilim. Halbuki bir ulusun kurtuluşunda, vatan kavramı, toprağa bağlılık, ulusal bilinç ve yurtseverliğin geliştirilerek halka mal edilmesi kadar stratejik değer ifade bir çalışma olamaz. İdeolojik mücadelenin temeline bu kavramları yerleştirmeyen hiçbir hareketin başarıya ulaşma şansı yoktur. Oysa PKK tam tersine güya kendi farkını, ilericiliğini ortaya koymak açısından, çıkışından bu yana daima Güney devrimini, bu arada özelliklede Barzani hareketini kötülemiş, nasıl sosyalist, ilerici, çağdaş, enternasyonalist bir hareket olduğunu kanıtlamak için kökenini Türk sol geleneğine bağlamayı ısrarla savunmaya devam etmiştir. Kendini Kürde, Kürdistan’a değil, yabancıya kanıtlama zihniyetinin altında, şayet başka bağlantılar yoksa, geri sömürge insanının küçüklük kompleksinin kötü bir versiyonu yatmaktadır. Türk sol geleneğinden geliyorum demek ile ‘benim anam Türk’tür’, ‘beni yanlış anlamayın, ben aslında Türk devletinden kopmuş değilim’ demek arasında hiçbir fark yoktur.
PKK’nin önder kadrolarının Türk solundan gelmesi, ideolojik açıdan Türk solundan etkilenmesi farklı bir olaydır. PKK’nin Kürt mücadelesini köklerinden kopartması ve Güney devriminin mahkum edilmesi temelinde Türk sol geleneğinden geldiğini iddia etmesi, farklı amaçlar taşıdığını göstermektedir. PKK bütün özeleştiri platformlarını Kemalizm’in teşhiri üzerinden yapmaktaydı. Kemalizm’in etkisinde kalmış diye onlarca kadro, savaşçının mahkum edildiğini, hatta infaz edildiğini biliyoruz. Sınıf intiharı kavramının en fazla dillendirildiği, Kemalizm zehrinin beyinlerden parçalanarak akıtıldığı bir geçmişten Kemalizm hayranlığının bu kadar ön plana geçtiği bir tablonun ortaya çıkmasının kendisini Türk soluna dayandırması ile doğrudan bir bağlantısı vardır. PKK hiçbir zaman aslında cidden beyinsel, zihinsel kopuşu sağlayacak, ulusal kimliği, kişiliği oluşturacak bir zemin üzerinde eğitim vermedi, eleştiri özeleştiri mekanizmasını yurtseverlik temelleri üzerinden gerçekleştirmedi. Kemalizm hayranlığının otuz, kırk yıl sonra tekrar dışa vurmasının, Kürdistan’daki tüm kazanımların, değerlerin bir yerlere yamanmasının, peşkeş çekilmesinin altında bu zihniyet yatmaktadır.
Nizamettin TAŞ (Botan Ahmed)
27.03.2014
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.