Ulusal Mücadele Tarihimiz Üzerine Notlar -1-
‘Ulus sadece tarihi bir kategori değil, belirli bir çağın, yükselen kapitalizm çağının bir kategorisidir.
‘Ulus sadece tarihi bir kategori değil, belirli bir çağın, yükselen kapitalizm çağının bir kategorisidir.’ Aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, kültür, ruhi şekillenme ve istikrarlı yaşam birliği olan topluma ulus denir.
******
Çok önemli tarihi bir dönemden geçiyoruz. Kürd ve Kürdistan siyasetini kendi zeminine kavuşturmaya ihtiyaç vardır. Birçok değerli tarihçi, araştırmacı bunun için gereken verileri ortaya koymuştur. Ancak her siyasi kültürün; tarihi, kendi ideolojik kalıpları içinde yoğurması bugün yaşanan birçok sıkıntının da temelini oluşturmaktadır. Artık sadece sömürgeci devletlerin bellettiği tarihin değil, aynı zamanda empoze edilmek istenen Kürt ‘resmi’ tarihinin de irdelenmeye, sorgulanmaya ihtiyacı vardır. Bu nedenle öncelikle mücadele tarihimizi yeniden gözden geçirmeye ihtiyaç olduğuna inanıyorum.
******
Genel anlamda, bütün Kürt isyanlarını sahiplenmek gerekir; lakin, Kürt direniş geleneğinin sahiplenilmesi, isyanların objektif ve bilimsel temelde değerlendirilmesi önünde engel değildir.
İlk Kürt isyanlarının geliştiği, 19.yy. koşullarında, Kürdistan’da kapitalist pazar ekonomisi ve bunun üzerinde şekillenen ulusal hareketlerden söz etmek mümkün değildir. 19. yy. isyanlarını burjuvazinin önderlik ettiği klasik ulusal kurtuluş hareketleri olarak değerlendirmek abartılı bir yaklaşımdır. Kürdistan’da; o dönemde ne burjuva sınıfı oluşmuştu ne de Kürt milliyetçiliği isyanlara damgasını vurabilecek bir yoğunluğa sahipti. Osmanlı imparatorluğu gibi dönemin en gerici ve despot yönetimi altında, kelimenin gerçek anlamında dünyadan tamamen tecrit edilen Kürdistan’da gerçekleşen tüm isyanlar, ağırlıklı olarak mahalli düzeyde ve çağdaş öncülükten yoksun hareket etmek zorunda kalmıştır.
Ne var ki, 19.yy isyanlarının ulusal bir karakter kazanmayarak mahalli düzeyde kalması, direnişlerin Kürd ve Kürdistani perspektiften yoksun oldukları anlamına gelmemektedir. İstisnasız tüm direnişlerin esas amacı Kürtleri Osmanlı sömürgeciliğinin tasallutundan kurtarmak ve isyanın gerçekleştiği bölgelerde otonom veya bağımsız bir Kürdistan oluşturmaktır. Öncülük anlamında tüm Kürdistan’ı kapsayan bir perspektiften yoksun olmalarına karşın, her isyanın gerçekte bağımsızlık ve özgürlük idealine sıkı sıkıya bağlı ve bunu hedeflediğine dair en ufak bir kuşkumuz yoktur.
İsyanlar yüzyılı olarak tarihe geçen bu direnişlerin daha sonra Kürdistan’ın dört parçasında gelişen ve günümüze kadar devam eden ulusal kurtuluş mücadelesine temel teşkil ettiğini, tüm hareketlerin bu zemin üzerinde geliştiği ve bu direniş geleneğini devralarak sonuca gitmek istediği tartışılmaz bir gerçektir.
Şeyh Sait ve en son Dersim dahil olmak üzere 20.yy’ın ilk yarısında gerçekleşen tüm isyanlar, aralarında bazı nüans farklılıkları bulunmasına karşın özü itibariyle 19.yy isyan geleneğinin bir devamı ve aynı mahalli özellikler taşımaktadır. Şüphesiz Şeyh Sait, Dersim ve özellikle de Koçgiri ve Ağrı direnişlerinde milliyetçi düşünceler daha belirgindir, fakat bazı girişimlerde bulunulmasına rağmen dış destekten tamamen yoksun ve geçmişte olduğu gibi yine mahalli düzeyde kalan ve Kürdistan geneline hiçbir biçimde taşmayan isyan geleneği özü itibariyle aynen tekrarlanmıştır.
******
Güney Kürdistan; 1930- 1958 Dönemi
20.yy Kürt isyanlarında, bu dönemde, tek istisnai durum Güney Kürdistan’da yaşanmıştır. Güney Kürdistan direnişi, Kuzeyin aksine, daha başından itibaren dış dünyayla bağlantı halinde; ya ilişki içerisinde, ya da Berzenci hareketinde olduğu gibi çatışmak zorunda kalmış, ancak her halükarda dışa açık bir politika izlemiştir.
Irak’ın İngiltere ve Suriye’nin Fransa tarafından işgal edilmesi, Güney Kürdistan direnişinin, kaçınılmaz olarak erkenden dışla temas kurmasına neden olmuştur. Bölgenin yeniden dizayn edildiği bu dönemde, ilgili tüm devletler, çıkarlarına göre Kürtlerle ya ilişkiye geçmek, ya da çatışmak zorunda kalmıştır. Türk devleti; Kuzeyde, kendi içinde kopuk ve tecrit bir konumda isyana kalkışan her direnişi, dışla temas kurmadan rahatlıkla imha ederek bastırırken, Güney Kürdistan’ın coğrafik konumundan dolayı, Barzaniler önderliğinde gelişen Kürt direnişini dar bir bölgeye hapsederek bastırmak mümkün olmamıştır. Kuzeyde geri cepheye dayanmadan isyana kalkışan Kürt direnişlerinin tersine Barzani hareketi Doğu Kürdistan gibi geniş bir manevra sahasına dayanarak peşmerge savaşını başlatmıştır. Saldırılar karşısında sıkışan peşmergenin her seferinde Doğu Kürdistan’a geri çekilmesi, sadece Barzani direnişini imhadan kurtarmamış, aynı zamanda hareketin sürekli ve kesintiye uğramadan devam etmesini sağlamıştır. Barzani hareketinin en karakteristik özelliği, kuzeyde ömrü birkaç ayı geçmeyen ve saman alevi gibi parlayıp sönen isyanların tersine, uzun soluklu ve kesintiye uğramayan bir mücadele geleneğini yaratmış olmasından ileri gelmektedir.
Peşmergenin Doğu Kürdistan’ı geri cephe olarak kullanması, kuşku yok ki, Barzani hareketini bir bakıma ve zorunlu olarak İran şahına mahkum etmiş ve İran devleti ile daima ilişki içerisinde bulunmasına neden olmuştur. İran şahının bu zorunlu ilişki biçimini istismar ettiği ve Kürtlere her zaman düşmanca bir yaklaşım içerisinde bulunduğuna dair hiç kimsenin şüphesi yoktur. Zaten güney devrimini anlatan bütün kitaplarda Barzani’nin gerçekte hiçbir zaman İran Şahına güvenmediği ve daima tedbirli davrandığını yazmaktadır. Fakat İran Şahı ve devletinin suistimaline ve düşmanca tutumuna rağmen, peşmergenin Doğu Kürdistan’ı üslenme, eğitim ve manevra sahası olarak kullanması, netice itibariyle Kürt direnişini tasfiye olmaktan kurtarmış ve dış kapıların her daim açık kalmasına neden olmuştur.
Barzani hareketinin ilişki ve ittifak anlayışına çok ağır eleştiriler yöneltilmektedir. Yöneltilen eleştirilerin objektif ve hakkaniyet ölçüleri içerisinde değerlendirilmesine ihtiyaç vardır. Kuzey Kürdistan’da yenilgiye uğrayan tüm direnişlerin esas nedeni, mahalli düzeyde kalmaları ve geri cepheye dayanmadan dış destekten tamamen yoksun hareket etmeleridir. Kürdistan tarihinde ilk defa bu kısır döngüyü yıkan, daha başından itibaren geri cepheye dayanarak dışla temas kuran ve tecrit olmaktan kurtulan Barzani hareketi olmuştur. Kürdistan tarihi açısından önemli olan, Kürtlerin makus talihini, tarihte ilk defa tersine çeviren Barzanilerin dış dünyayla temasa geçerek uzun soluklu ve kesintiye uğramayan bir direniş geleneğini yaratmış olmasıdır.
Barzani hareketinin dışla teması sadece İran devleti ile sınırlı değildir. Başta İngiltere olmak üzere Arap devletleri ve daha sonra Sovyetler Birliği, İsrail ve en son Amerika ile bir biçimiyle sürekli ilişkide olunmuştur. Diğer tüm Kürt isyanlarının liderleri, tecrit içerisinde çaresiz kaldıklarında ya yenilgiyi kabullenerek boyunlarını uzatmış, ya da teslim olmayı yeğlerken; Barzani, Muhabat cumhuriyetinin yıkılmasından sonra son derece cüretli bir karar alarak ve Mao’dan sonra en görkemli uzun yürüyüşlerden birini gerçekleştirerek Sovyetler Birliğine ulaşmayı başarmıştır. Barzani’nin İran, İsrail ve Amerikan ilişkilerine bakarak haksız ve mesnetsiz suçlamalarda bulunan kesimler vardır; oysa Barzani’nin dış ilişki mantığına sadece Kürt ulusal çıkarları yön vermektedir. Şayet suçlamalarda bulunan kesimlerin iddia ettikleri gibi, emperyalizme kendisini peşkeş çeken bir mantıkla hareket etmiş olsaydı, Barzani’nin hiçbir ideolojik yakınlık his etmediği Sovyetler Birliğine iltica etmesi asla mümkün olmazdı. Kimi bazı Kürt liderlerinin daha önce yaptığı gibi, sömürgeci devletlerden herhangi birisine sığınmayı öneren dayatmalarda bulunulmasına rağmen, Barzani’nin, bırakalım teslim olmayı, Muhabat cumhuriyetinin yöneticilerini de kendisiyle birlikte Sovyetler Birliğine götürmek için yoğun bir çaba içerisinde bulunduğunu görmekteyiz.
Barzani’nin Kürd ulusal çıkarlarına ve Kürd ulusunun kurtuluşuna sarsılmaz bir inançla bağlı olduğunu, zorluklar içerisinde geçen uzun yürüyüş ve Sovyetler Birliğinde yapılan her türlü hakaret, yanlış yaklaşım ve tecrit yaşama rağmen sergilediği onurlu duruştan anlıyoruz.
********
Barzani hareketi başladığında, aslında Güney Kürdistan sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan son derece geri ve aşiret sisteminin tamamen egemen olduğu bir yapıya sahipti. Bu açıdan bakıldığında, güneyin Kürdistan’ın diğer parçalarından ayırt edici hiçbir yanı bulunmamaktadır. Hatta birçok bakımdan daha geri özelliklere sahipti. Güney Kürdistan direnişinin özgünlüğü, objektif koşulların farklı olmasında değil, öncülüğün karakterinde aranmalıdır. Kuzeydeki isyanların tersine Barzani hareketi, devrimin başından itibaren peşmerge savaşını aşiret ve mıntıka çeperlerinin dışına taşırarak Kerkük dahil, güney Kürdistan’ın tüm alanlarına yaymayı hedeflemiş ve sadece askeri değil, aynı zamanda propaganda, siyasal ve örgütsel çalışmalara büyük bir önem vermiştir. Barzaniler öncülüğünde gelişen direnişin doğu ve kuzey Kürdistan’ı manevra, eğitim ve üslenme merkezi olarak kullanması, dış devletlerle ilişki ve irtibat içerisinde bulunması ve peşmerge savaşının siyasal ve örgütsel çalışmalarla birlikte ülke geneline yayılması, güney devriminin, daha başından itibaren ulusal demokratik bir muhtevaya sahip olduğunu göstermektedir.
Aslında PDK dahil daha sonra siyaset sahnesine atılan Güney Kürdistan’ın tüm parti örgütlerinin program ve stratejik hedefleri, çağdaş ulusal kurtuluş hareketlerinin amaçlarına yakın talepleri içermektedir.
Kuşku yok ki, KDP, sosyalist, sosyal demokrat bir parti değildir. Ancak milliyetçi, muhafazakar bir parti olduğu ve daha devrimin başından itibaren ulusal talepleri çok belirgin bir tarzda formüle ettiğine dair en ufak bir kuşku yoktur. Kuzey Kürdistan’daki isyanların tersine, güney devriminde milliyetçi damar ve ulusal talepler bağnazlık derecesinde savunulmuş, örneğin direnişin yenilgisi ve on binlerce şehit verme pahasına Kerkük konusunda hiçbir taviz verilmemiştir.
Kısaca, kuzeyde bilinçli tarzda oluşturulan ve ne yazık ki bizimde yıllarca savunduğumuz algının tersine, Kürdistan tarihinde; ulusal kurtuluş mücadelesi PKK ile değil, 1930’lu yıllardan itibaren başlayan Güney Kürdistan devrimi öncülüğünde başlamıştır.
Devam edecek ….
21 Şubat 2014
Botan Ahmed. N. TAŞ
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Nerina Azad
Bu makale toplam: 16663 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:16:00:34