Bu gün 2 Mayıs. Bundan tam 108 yıl önce, 1916 yılında, Birinci Dünya Savaşı sırasında, dönemin Osmanlı Hükûmeti İttihat-Terakki Cemiyeti (Partisi), hazırladığı dört talimatnameyle, savaş bölgesi Erzurum, Bitlis, Van vilayetleri çevresinden, çoğu Kürd olan bir milyona yakın insanı sürgüne, ölüme gönderdi. “1916 Kürd Tehciri” olarak adlandırılan bu sürgün çok az bilinmektedir. Son zamanlarda bundan söz ediyoruz. Konu, saklandığı, bilinmediği için, bazılarınca inandırıcı gelmiyor, yadırganıyor, küçümseniyor; hatta 1915 Ermeni Tehciri’ni gölgeleyici bir girişim olarak algılayanlar da oluyor.
Osmanlı iktidarı İttihat-Terakki Hükûmeti, Birinci Dünya Savaşı’nda başarılı olmadı, savaştan yenilgiyle çıktı. Zaten İttihatçılar, savaşın ilk yılından sonra bu savaşı kazanamayacaklarını anlamışlardı. Savaşın karanlığı içinde, öncelikle, tek ulusa dayalı bir devlet projesi için engel gördükleri, Ermeniler ve Kürdlerden kurtulmanın yollarını aradılar. 1915 ve 1916 tehcirleri bu anlayışla gerçekleştirildi. Daha savaşın başlangıç aylarında, 24 Nisan 1915 tarihinde, İstanbul’da birçok Ermeni aydını tutuklandı, sürgün edildi, öldürüldü.
Savaş sırasında, savaştan çok, farklı etnisite ve dini inançtan insanların iskânı ve asimilasyonuyla uğraşan, nüfus mühendisliği politikaları ve etnik temizlik peşinde olan Talat Paşa liderliğindeki İttihat-Terakki Cemiyeti (İTC) Hükûmeti; önce Gayrimüslim unsurları sınırların dışına atmak, sonra da Türk olmayan Müslüman unsurları Türkleştirmek amacındaydı. Bu amacının en büyük hedefi önce Ermeniler-Süryaniler-Rumlar, sonra Kürdlerdi. Bir soykırım boyutuna dönüşen 1915 Ermeni Tehciri, herkesçe bilinmektedir. Ancak “1916 Kürd Tehciri” diye adlandırılan Kürd Tehciri, genel kamuoyu tarafından bilinmemektedir.
1916 yılı başlarından itibaren, bu gün 13 vilayeti kapsayan, Erzurum, Bitlis ve Van vilayetlerinde yaşayan çoğu Kürd, yüzbinlerce insan mülteci durumuna düştü; bölge nüfusu %15’lere kadar indi. Başlangıçta, kitleler, Rus ve geri dönen Ermenilerin korkusuyla kaçtı. Daha 1915 yılı bahar aylarında, Van bölgesi ve İran sınırından kırk bin Kürd insanı göç etmek zorunda kaldı veya göç ettirildi. İTC Hükûmeti, daha önce de planlandığı şekilde, “zorunlu göçü”, “zorla göç” hâline getirdi; gizli bir politikayla, asimilasyon amaçlı bir tehcire dönüştürerek, kitleleri Anadolu içlerine sürdü. Diğer taraftan, Kürd ve Ermenilerden boşalan yerlere, savaş sırasında ve sonrasında Kafkas ve Balkanlardan getirtilen Türkçe konuşan Müslüman unsurlar yerleştirildi.
Hem 1915 Ermeni Tehciri hem 1916 Kürd Tehciri, Dahiliye Nazırı Talat ile vilayetler ve mutasarrıflıklar arasında gerçekleşen, şifreli, gizli talimatlar şeklindeki telgraflarla yönetildi. 24 Nisan’da başlatılan Ermeni Tehciri’ni, Batılıların fark etmesinden sonra, Talat Paşa, bu telgraflardaki talimatlara kanuni bir kılıf bulmak için 29-30 Mayıs 1915 tarihlerinde, Osmanlı Meclis-i Mebusan ve Sultan Reşad’a üç maddelik bir kanun onaylatmak zorunda kaldı.
Ermeni Tehcirinin 1915 yılı içinde, kolaylıkla, hiçbir Ermeni direnmesiyle karşılaşmadan gerçekleştirilmesi üzerine, İttihat-Terakki’nin İstanbul merkezinde bu kez Kürd Tehciri için düğmeye basıldı. 1916 Mart ayında itibaren Kürdlerin savaş bölgesinden kaçmaları (sürülmeleri) için Talat Paşa vilayetlere telgraflar yağdırdı. Diyarbakır Vilayeti’nden gelen bir telgrafta konun iyi anlaşılmadığı görülünce, dört talimatname hazırlandı, vilayetler ve mutasarrıflıklar dört gruba ayrılarak, bu talimatnameler şifreyle gönderildi. 1916 Kürd Tehciri, 2-4 Mayıs tarihlerinde ve değişik zamanlarda hazırlanıp vilayetlere gönderilen talimatnameler ve çok sayıda şifreli telgrafla yönetildi.
Birbirinden küçük farkları olan bu talimatnamelerin ilki, 18 Nisan 1332 (2 Mayıs 1916) salı günü, gizli bir telgraf şifresiyle, Diyarbekir Vilayeti’ne gönderildi.
“Bab-ı Âli, Dâhiliye Nezareti
İskân-ı Aşair ve Muhacirin Müdüriyeti
Umumi No: 5445, Hususi No: 10
Diyarbekir Vilayetine (Şifre)
C. 18 Nisan (1)332 şifreye.
Kürd mültecilerin Urfa, Zor gibi güney bölgesine göndermek caiz (doğru) değildir. Bunlar oralarda ya Araplaşacak veya milliyetini muhafaza ederek gayr-i müfid (faydalı olmayan) ve muzır bir anasır (zararlı bir unsur) hâlinde kalacağından ve amaç hâsıl olmayacağından mültecilerin sevk ve iskânları, aşağıdaki şekilde olması lazımdır:
1-Türk mülteciler ile Türkleşmiş kasaba ahalisi, Urfa, Maraş, Ayintap cihetlerine sevk ve oralarda iskân olunmalıdır.
2-Kürd mültecilerin, gittikleri yerlerde aşiret hayatı yaşamamaları ve MİLLİYETLERİNİ MUHAFAZA ETMEMELERİ için, aşiret reislerini derhal ayırmak gerekli olduğundan, bunlar arasında ne kadar nüfus sahibi ve eşraf var ise, bunların ayrılarak Konya, Kastamonu vilayetleriyle Niğde ve Kayseri sancaklarına ayrı ayrı sevk edilmelidir.
3-Sefere tahammüllü olmayan alil ve ihtiyarlar ile kimsesiz ve fakir kadın ve çocuklar, Maden kasabasıyla, Ergani ve Behremaz (Sivrice) nahiyeleri gibi Türk köylerinin yoğun olduğu yerlerde ve Türkler arasında müteferrikan (dağınık olarak) iskân ve iaşe edilecektir.
4-Sabıkalı olanların dışındaki mülteciler, Amasya, Tokad livalarıyla Malatya’nın münasip mahallerinde müteferrikan (dağınık) iskân edilmek üzere sevk edilecektir.
5-Sevk edilen yerlerle muhabere edilmekle birlikte, oralardaki dağıtım ve iskân hakkında yapılacak işlemler, ne kadar mültecinin, hangi tarihte, nerelere sevk edildiği bakanlığımıza bilgi verilecektir.
Fi 19 Nisan (1)332 (2 Mayıs 1916), Nazır Talat”[1]
Dâhiliye Nezareti, İskân-ı Aşair ve Muhacirin Müdüriyeti (İAMM) başlığı ve Nazır Talat imzasıyla Diyarbekir Vilayeti ‘ne şifreyle gönderilen bu telgraf, Kürdlerin sürgünü ve iskânıyla ilgili olarak hazırlanan bir talimatname şeklindedir; maddeler hâlinde ne yapılacağı belirtilmektedir. Kürd Tehciri, Ermeni Tehciri’nde olduğu gibi, açık bir hükûmet kararıyla değil, Dahiliye Nazırı ve İttihat-Terakki Lideri Talat’ın emirleriyle, talimatlarıyla (şifreli-gizli telgraflar ve tabi Enver’in bilgisiyle), farklı bir yöntemle gerçekleştirilmiştir.
Bu talimatnamenin Diyarbekir’e gönderilmesinden iki gün sonra, 4 Mayıs 1916 günü, yine “Dahiliye Nazırı Talat” imzasıyla, “Kürdlerin iskanına ayrılan Türklerin yoğun olduğu yerler” ve “Türklerin iskanına ayrılan Kürdlerin yoğun olduğu yerler” şeklinde ikiye ayrıldıktan sonra, vilayet ve mutasarrıflıklar üç gruba ayrılarak, aynı içerikte, küçük farklarla hazırlanan üç ayrı talimatname, şifreli telgraflarla ilgililere ulaştırılmıştır.
1. talimatname, Kürd bölgesine yakın, Urfa, Maraş ve Antep mutasarrıflıklarına (BAO DH ŞFR 63/187). Bu talimatnamede, “Kürd mültecileri bilahare de memleketlerine iade edilmeyecekleri” belirtilerek gereğinin yapılması isteniyor.
2. talimatname, Kürdlerin dağıtılacağı, Ankara, Konya, Bursa, Kastamonu vilayetleri ve Kayseri, Niğde, Kütahya mutasarrıflıklarına (BAO DH ŞFR 63/188). Bu talimatnamede, “Hiçbir vakit yerli ahalinin yüzde beşini (%5) geçmemek üzere, köylere tevzi ve iskanı” deniyor.
3. talimatname, Rus işgal bölgesi sınırındaki, Sivas, Ma’muretü’l-aziz (Elâzığ) ve Erzurum vilayetlerine (BAO DH ŞFR 63/189). Bu talimatnamede de “Milliyetlerini muhafaza etmemeleri için aşiret reislerinden ayrılarak iskanları” deniyordu.
Bu dört talimatnamenin vilayetlere gönderildiği sırada, Talat, Enver’e gönderdiği bir telgrafta da şöyle diyordu: “Vilayet-i Şarkiye’den gelen Kürd mültecilerin, Kürd ve Arapların birlikte meskûn oldukları yerlerde iskânlarının uygun olmayacağı, harp mıntıkasından Anadolu içlerine sevklerinin uygun olacağının gerekli yerlere tebliğ edilmiştir…” [2]
Savaştan sonra geri dönmenin zorlaştırılması için, kafilelerin mümkün olduğu kadar uzaklara gönderilmesi emrediliyordu. Kürdlerin, daha sonra da memleketlerine iade edilmeyecekleri konusu, Muhacir Talimatnamesinde de yazılmıştı. Talimatnamenin 12. maddesinin sadeleştirilmiş hâli şöyledir:
“Kürt mültecileri; miktarı üç yüzü aşmayacak şekilde ufak kafilelere ayrılacak ve silahlarından arındırılarak değişik bölgelere gönderilecek ve orada genel nüfusun %5’ini geçmeyecek şekilde yerleştirilecektir… Kürt reisleriyle, molla ve nüfuz sahibi kişiler diğer kişilerle birlikte sevk olunacak ve orada bunlar, diğer kişilerle ilişkide bulunmayacak şekilde ayrılacak ve hükümet gözetimi altında bulundurulacaktır." [3]
Kürdlerin savaştan sonra da yerlerine iade edilmeyecekleri uyarısı, daha sonraları da sık sık tekrarlanmıştır. Bir nevi gizli emir niteliğindeki bu karara, sonraki yıllarda İTC karşıtı yetkililer dâhil, herkes uymuştur. Çeşitli yazışmalarda hem yerleşme şekline hem geri dönmeme kararına uymayanların cezalandırılacağı da belirtilmiştir. Yazışmalardan anlaşıldığı üzere, Ankara, Adana, Konya, Hüdavendigar ve Kastamonu vilayetleriyle; Kayseri, Niğde, Kütahya, Eskişehir, Amasya ve Tokat mutasarrıflıklarının iskân mıntıkası olduğu ısrarla belirtilmekte, bunun dışındaki yerlere yerleştirme yapılmaması ihtar edilmektedir. Daha sonra bu listeye, Canik (Samsun), Sinop, İçel (Mersin), Aydın, Teke (Antalya), Isparta, Burdur, Menteşe (Muğla) gibi Kürdlerin bulunmadığı başka vilayet ve mutasarrıflıklar da eklenmiştir. Kürdlerin iskân bölgesinin ısrarla Adana-Sivas hattının batısı olduğu belirtilmiştir.
Ağırlıklı olarak 1916 yılı içinde gerçekleştirilen bu tehcir, saklı tutulan, bilinmeyen bir dramdır. Resmi rakamlar bile, göçertilen ve büyük bölümü Kürd olan insan sayısının bir milyondan fazla olduğunu gösteriyor. Bu kitlelerin yarısından fazlası, yol koşulları, salgın hastalıklar, açlık, çocuk ve yaşlı ölümleri şeklinde gerçekleşmiş; kalanlar da Anadolu içlerinde asimilasyon canavarının elinde yok olmuşlardır. Kitlelerin yüzde onu bile savaştan sonra yurtlarına dönememiştir. 1917 yılındaki bir Ayan Meclisi toplantısında, bir üyenin sorusu üzerine, hükümet yetkilisi, "Bir milyon, belki daha fazla kişinin göç ettiğini (ettirildiğini), yaklaşık 500-700 bin arasında bedbahtın hayatını kaybettiğini" belirtiyordu. Yine, Aşair ve Muhacirin Müdüriyet-i Umumisi Müdürü Hamdi Bey, 22 Aralık 1917 tarihli Osmanlı Meclis-i Mebusan toplantısında, müdüriyetine ulaşıp iaşelerinin karşılandığı mülteci sayısının bir milyon 77 bin kişi olduğunu açıklıyordu.[4]
1916 Tehciri, uzun süre Kürdlerin hafızasında “Mihacirê Serhedê” diye yer alsa da bunun nedenleri, Kürdler için getirdiği yıkımın üzerinde kimse durmamıştır. Bu öyle bir dramdır ki, "Dê weledê xwe davêtin" (Anneler, evlatlarını atıyordu) şeklindeki bir ifade de hafızalarda yer aldı. Kürd hafızası, Kürd bilinci zayıf olunca bu dram daha sonra pek dile getirilmedi, siyasi yönü üzerinde hiç durulmadı, üzeri örtüldü, saklandı.
Birinci Dünya Savaşı yıllarındaki Kürd Tehciri’nin yüz binlerce mağduru ve tanığı vardır. Geçmiş yıllarda, Bingöl çevresinden Konya’ya gönderilen Halıcı Ailesi, Van’dan İstanbul’a gönderilen Arvasi Ailesi, Bitlis’ten Konya’ya gönderilen Yüksel Ailesi ve Yaşar Kemal, Ruhi Su, Atıf Yılmaz gibi bazı tanınmış kişilerin durumunu açıklamaya çalışmış; on binlerce, yüz binlerce insanın kendi kimliğini bilmeden veya kimliğini saklayarak Anadolu içlerinde bulunduğunu belirtmiştim. Yaşar Kemal’in babası Sadık Bey, amcası Tahir Bey, Hacer halası ve özellikle annesi Nigar Hanım; Van’dan, Diyarbakır’a, Urfa’ya, Adana’ya kadar; yaklaşık bir buçuk yıl süren muhacirliklerini anlatıyorlar. Yaşar Kemal, Fransız gazeteci Alain Bosquet ile yaptığı, “Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor” adıyla kitap hâlinde yayımlanan söyleşide, annesinin aktarımıyla, bu sürgünle ilgili önemli bilgiler veriyor.[5] Zaman zaman bazı Ermeni çevrelerinin Yaşar Kemal’e kızmasının bir nedeni, kitaplarında bu tehcirden çokça bahsetmesindendir.
Talat Paşa’nın emirleri, talimatları, şifreli-gizli telgrafları, dönem boyunca devam etmiştir. Talat, özellikle 1916 yılında, vilayetlere, mutasarrıflıklara, diğer devlet yetkililerine gönderdiği çeşitli talimat ve yazışmalarda, Kürdlerin mutlaka Batı’da eritilmesi ısrarını belirtti. Sadece BAO’daki (Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde), yüzlerce bu tip talimat ve telgrafın bir listesini “1916 Kürd Tehciri”adlı kitabımızın sonuna ekledik.[6]
Yüz yıla yayılan Kürd sürgünü (siyasi göçü) ve asimilasyonu, 1916 yılında başladı ve hâlen bir başka şekilde devam ediyor. 1916 Nisan ayı sonlarında, Kürd Tehciri ile ilgili olarak hazırlanan dört talimatnameden ilki, yukarıda görüldüğü gibi 2 Mayıs 1916 tarihinde Diyarbekir Vilayeti’ne gönderilmiştir. Bu tarih, 24 Nisan gibi sembol bir gün olarak kabul edilebilir. Bu önemli olayın toplum hafızasında yer alması için, Kürdlerin “2 Mayıs” tarihini hafızalarına kaydetmeleri gerekir!..
2 Mayıs 2024 - CT
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.