Osmanlının dağıldığı, Türkiye Devleti’nin kurulduğu Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki sürecin, günümüzde, Suriye, Irak ve İran’da meydana gelen gelişmelerle benzerlikler taşıdığı, jeopolitik değişimlerden dolayı, Kürdlere yeni fırsatların doğduğu şeklinde değerlendirmeler yapılmaktadır. Olabilir. Dikkat edilirse kargaşanın, huzursuzluğun olduğu ülkeler, Kürdleri egemenliklerinde tutan ülkelerdir. Kürdler o dönemde tarihi bir haksızlığa uğradı, ülkeleri dört-beş parçaya bölündü. Kürdistan coğrafyası içinde, doğal olmayan sınırlar çizildi. Ortadoğu’da, son yüz yıldır, bitmek tükenmek bilmeyen huzursuzlukların ana nedeni, mezhep ayrılıkları ve İsrail-Filistin meselesinden çok, büyük Kürd coğrafyasının bu parçalanmışlığıdır. Ve bu nedenle, Ortadoğu’da dengeler bir türlü yerine oturmuyor.
Kürdlerin o dönemdeki bölünmesinde, Müslümanlık ekseninde Türk-Kürd kardeşliğini savunan, Osmanlıcılık yapan, Kürd ileri gelenlerinin etkisi az değildi. Kürdlerin içinde bulunduğu şartlar bir yana, bugün de Kürdler arasında yeni Osmanlıcılık anlayışlarının var olduğu görülmektedir. Türk Tarih Tezinin kuruluş kodlarını bilmeyenler, doğuşunu, yaratılış genlerini, derin yapısını anlamayanlar, Türkiye’de, İttihat-Terakki politikalarının günümüzde de devam ettiğini göremezler. Bu yapıyı bilmeyenler, mevcut siyasi sorunların çözümünden söz ederken sorunların bir matematik problemi gibi çözülebileceğini sanıyorlar.
Geç Osmanlı dönemine kadar, Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde onlarca ulus vardı. 1911 gizli Selanik kongresinden sonra, iki yıl önce, güçlü padişah Abdülhamid’i devirerek Osmanlı iktidarını eline geçiren İttihat-Terakki Cemiyeti (Fırkası, Partisi), özellikle, 1912-1913 Balkan savaşları sonrasında, Balkan halklarının imparatorlukla yollarını ayırmasıyla, tek ulusa dayalı bir devlet kurulması gerektiği sonucuna vardı. Proje kısaca şuydu: Ermeniler ve Rumlar sınırların dışına itilecek veya yok edilecek, Araplardan vazgeçilecek ve Kürdler asimile edilip mevcut yapıyı entegre edilecekti. Pontus, Süryani, Yahudi gibi Gayrimüslimler ve Çerkez, Laz, Arnavut gibi diğer Müslüman unsurlar, az olmalarından dolayı tehdit olarak görülmüyorlardı.
1913-1923 yılları arasındaki on yıl içinde İttihatçılar ve onların devamı Kemalistler, bu projeyi adım adım gerçekleştirdiler. Önce Ermenilerin ve Rumların mevcudu, bilinen yöntemlerle (tehcir, öldürme, mübadele) belirli bir oranın altına, tehlike olmayacak sayıya indirildi. Araplar İngilizlere teslim edildi. Mübadele, 1915 Ermeni Tehciri ve 1916 Kürd Tehciri, hep bu projenin parçaları olarak uygulandı. Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde, yeni ulus devlet için tek engel olarak Kürdler kalmıştı.
Birinci Dünya Savaşı mağluplarından Osmanlı mirasçısı yeni hareket (Kuvayi-i Milliye, Müdafaa-i Hukuk veya Kemalist hareket), 1918’den 1923 yılına kadar beş yıl boyunca, koca emperyalist devletleri oyalayarak, bıktırarak, Lozan’da istediğinden fazlasını aldı. Ortada bir savaş yokken 1918-1923 sürecine, Kurtuluş Savaşı Yılları, Millî Mücadele Yılları veya Yedi Düvele Karşı Savaş Yılları gibi isimler verildi. Kürdlerin yoğun olarak yaşadığı bölge, 19. yüzyılın sonlarından itibaren, Ermeni reform bölgesi, Vilayet-i Sitte (Altı Vilayet) olarak adlandırılmıştı. Savaş sonrasında, bu bölgede, Batılı Hristiyan güçlerin desteğiyle Büyük Ermenistan kurulacağı propagandası yapılıyordu. Bununla birlikte, Sevr-Lozan arasındaki 1920-1923 sürecinde, Kürdler, çeşitli kafa karıştırıcı, aldatıcı, hileli yöntemlerle; çeşitli siyasi manevralarla, en çok da din etkeniyle, Kemalist hareketin yanında yer almaya zorlandı. Batılı emperyalistlerin, Lenin liderliğindeki SSCB’nin çıkarları ve bazı Ermeni çevrelerinin yanlış tutumları da bunda etkili oldu.
Tek ulusa (Türk ulusuna) dayalı devlet yapılanması projesi, büyük oranda, 1923’te Lozan Antlaşması ile tamamlansa da kalabalık olan Kürdler sistem için, Erken Cumhuriyet Dönemi’nde de “sorun” olmaya devam etti. 1918-1923 yılları arasındaki meclis ve kongrelerde neler söylendi neler? Bu süreçte, Batılı güçler, İngiltere ve Fransa ve Rusya ile yapılan ikili görüşmelerde; kongrelerde, meclislerde Kürdler hep gündemdeydi. Kürdleri yanlarında tutmak için; son Osmanlı Hükûmet yetkililerinin Kürdistan Teali Cemiyeti’yle yaptığı görüşmelerde, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin kuruluşlarında, Mustafa Kemal’in Kürd ileri gelenlerine gönderdiği telgraflarda-mektuplarda, Erzurum ve Sivas kongrelerinde, Amasya Tamimi’nde, TBMM’de yapılan konuşmalarda, 1923 İzmit Basın Toplantısı’nda hep Kürdler, Kürdistan vardı. Henüz kimse Kürdler yok demiyordu. Hep bir şeyler yapılacakmış gibi davranılıyordu. Kısa bir süre sonra, bu söylem ve vaatlerin samimi olmadığı, dönemin gereği bir oportünizm ve pragmatizm (fırsatçılık ve faydacılık), yanıltma ve aldatmaya yönelik politikalar olduğu görülecekti.
Çeşitli süreçlerde, Kürd ulusal varlığını yok etmek için akıl almaz yöntemlere başvurulurken bir taraftan da Kürdlerin yeni devletin kurucusu olduğu şeklinde bir algı yaratıldı. Kürdler için ulusal haklar tanınacağı çokça ifade edildi; hep bir şeyler yapılacakmış gibi bir görünüm verildi ama hiçbir şey yapılmadı. “Miş gibi” yapmak dün de bugün de bir taktik olarak kullanıldı.
Lozan Kongresi Türkiye Baş Delegesi İsmet Paşa, Lozan’da, Türkler ve Kürdler olarak haklarını savunduklarını belirtirken Ankara’daki meclisin Türklerin ve Kürdlerin ortak meclisi olduğunu da iddia etti. Meclisteki Kürd mebuslar da bunu onayladı. Türklerin ve Kürdlerin birlikte yaşadıkları coğrafya, Misak-i Milli Belgesi adıyla ilan edilmesine karşın Kürdlerin yoğun olarak yaşadığı Musul bölgesi İngilizlere bırakıldı/satıldı.
İşlem tamamlanıncaya kadar (Lozan’a kadar), Kürdlerden de Türkler gibi “kurucu unsur” diye söz edildi. Bu söylem hâlen ifade edilse de Kürdler kurucu olmadığı gibi, esas olarak Kürd inkârı da o süreçte başladı. Ondan sonra, Türkiye Türklerindir dendi. Hiçbir resmi akit, sözleşme, antlaşma yapılmadı. Söylenenler, resmî belge hâline getirilmedi; hep miş gibi yapıldı. Söylenenleri belgelere bağlamayan/bağlayamayan Kürdler, aldandılar, aldatıldılar.
Lozan’dan sonra, asırlardır var olan Kürdler ve Kürdistan birden yok sayıldı ve adına “Kürd Sorunu” denen bir şey çıktı ortaya. 1925 ve Ağrı isyanlarıyla, Dersim direnişiyle Kürdler buna itiraz etseler de geç kaldılar. Bundan sonraki süreçlerde, İngiliz sömürgesi Irak’taki Kürdler (Başur) ve Fransa sömürgesi Suriye’deki Kürdler (Rojava) görece olarak daha iyi durumda olsalar da Türkiye Kürdleri (Bakur), sürgün, öldürme, asimilasyon politikalarına maruz kaldılar. Hâlen Kürd varlığı, Türkiye’deki sistem için beka sorunu olarak görülüyor. Son süreçlerde, kendi iradesi dışında, uluslararası jeopolitik durum nedeniyle, Başur ve Rojava’daki gelişmeler, kuzeydeki egemenlik için can sıkıcı bir hâl aldı.
Osmanlı bakiyesi üzerinde oluşturulan Türkiye Devleti, Kürd inkârı üzerinde kurulurken başından itibaren, zorlukları aşmak için, zaman zaman “Kürd kardeşliğinden” söz edildi ama Kürd ulusal hareketinin gelişmesi de hep şiddetle engellendi. “Kürd”, “Kürdistan” kavramları kullanıp, özerklik anlamına gelen açıklamalar yapılsa da kapalı-politik bir dil kullanıldı, zaman kazanıldı. Kürdler için bir şey yapılmazken yapılacakmış gibi bir görünüm verildi.
Daha sonraki dönemlerde, yetkililerin, daha önce söylediklerinin üstü örtüldü, saklandı. Kürd ve Kürdistan sözcükleri metinlerden silindi, Mustafa Kemal’in telgraf, açıklama ve konuşmalarında geçen “Kürd” ve “Kürdistan” sözcüklerine bile sansür uygulandı. Bir politika olarak, Kürdlerin yok olduğu veya Türk olduğu teorisi geliştirildi ve bu büyük oranda Türk halkına, hatta bazı Kürd kesimlerine de benimsetildi. Kürdlerin en küçük taleplerinde hep yabancı parmağı arandı, en küçük direnişleri “isyan” olarak adlandırıldı. İslam kardeşliği veya Halkların kardeşliği söylemleri, Kürdlerin inkârı için bir araç olarak kullanıldı. Kürd ulusunun tarih sahnesinden silinmesi için her şey yapıldı, yapılıyor.
Kürdleri egemenliklerinde tutan dört ülke, yüz yıldır mevcut statükoyu koruyup aralarında işbirliği yaparken Kürdler de davalarından vazgeçmediler; güçleri oranında kurtuluş ve özgürlük mücadelesine hep devam ettiler, ediyorlar. Hedeflerine ulaşmak için büyük bedeller ödediler. Büyük kayıpları, az da olsa kazanımları oldu. Gelinen noktada, her şeye karşın ulusal statü olarak, Başur ve Rojava daha iyi durumda.
Son dönemlerde, bölgenin içinde bulunduğu jeopolitik durumdan dolayı, dört bir tarafta sıkışma söz konusu. Hiçbir şey yapılmadığı, yapılmayacağı hâlde yine yapılacakmış gibi, miş gibi yapılıyor. Yapılmayacak şeylerden, çözülmeyen, çözülmek istenmeyen sorunların çözümünden söz ediliyor. Hâlen buna inanan Kürdler olsa da yapılan bir şey yok; aldatma, oyalama hep devam ediyor. Burada, akla şöyle bir soru gelmesi gerekir: Bu sorunu yaratanlar ve bugüne kadar getirenler, bu sorunu kendi iradeleriyle çözerler mi?..
Ortadoğu’da, özellikle Suriye’deki son gelişmeler üzerine, Kürd meselesi de gündemde. Esad’ın devrilmesi ve cihatçı grupların Suriye’de yönetime gelmesi, Kürdlere ne sağlayabilir?Bu grupların, hegemonik güçlerin, en çok da Türkiye’nin desteğiyle, Kürd bölgelerine saldırmayacaklarını kim iddia edebilir? Dikkat edilirse daha önce aynı cephede görülen üç ülkeden Rusya ve İran denklemin dışında, Türkiye hâlen denklemin içinde! Coğrafyası, kuzeyin bir ili kadar olmayan Suriye Kürdlerinin, en azından statüsünden söz edilebiliyor. Statünün kırıntısı bile olmayan, asimilasyon canavarının pençesinde inim inim inleyen Bakur’daki büyük Kürd kitlesinin geleceğini konuşan yok. Onlar Allah’a emanet…
Yine sahte çözüm teorileri, yine aldatma, oyalama. Miş gibi yapma, yeni yeni taktikler. Kürdleri egemenliklerinde tutan güçlerin, Kürdlerin hayrına bir şey yaparlar mı? Uluslararası güçlerin, konuyu çözeceği teorileri ne kadar gerçekçi? Kürdler söz konusu olunca herkes yine miş gibi yapıyor. Bazı Kürdler de evlerinde otururken onlara adına bir şeyler yapılacağını sanıyorlara, hâlen miş gibi yapan tutumlara inanıyorlar.
Bölgenin kadim halkı Kürdler, binlerce yıllık tarihlerine, zengin kültürlerine ve bölgede büyük nüfus yapısıyla oluşan güçlerine güvenerek ve tarihi gerçekleri bilerek hareket etmek zorundadırlar. Boş sözlerin, miş gibi yapmanın, ezberlerin, yanlış algıların, komplo teorilerinin bir faydası yok. Sorun, uluslararası bir hâl aldığından yeni dünya düzeninde doğru ittifaklar yapma gereği vardır. Unutmamak gerekir, tarihi haksızlıklara uğrayan Kürd ulusunun haklılıktan gelen bir gücü vardır. Kürdler, bu gücü, her şeyden önce birliklerini sağlayarak kullanabilirler…
Tüm yaşanmışlıklara karşın Kürdler birliklerini sağlamış değiller ve esas sorun da bu. Ehmedê Xanî’nin birlik için çığlık attığı üç yüz elli yıldan bu yana sorun bu. Kendi ulusal çıkarları etrafında birleşemeyenleri, bir strateji geliştirmeyenleri, haklarını açıkça savunmayanları, garip garip tutumlar ortaya koyanları, başkası da kale almaz. Aralarındaki birlik sağlamayanlar, başkalarıyla nasıl ittifak yapabilecekler? Dünyanın büyük güçleri de kimseye, hatır için bir şey yapmazlar. Hep başkalarından bir şey beklemek, artık saflığın da ötesinde, bir travmadır. Kürdler, Başur’da, Rojava’da, dünden bugüne bir şeyler yaptıkları için, dünya da onları gördü/görüyor. Bir şeyler söylemek veya yapmak zorunda kalıyorlar. Büyük kitle Bakur’u gören var mı?..
Kürdler, Osmanlının dağıldığı süreçteki tarihi fırsatı değerlendiremediler. Aldanmalar ve aldatılmalar yaşandı. Bugün yeni fırsatlar var deniyor. Fırsatlar, doğru değerlendirilirse fırsattır, değilse zaman kaybetmektir. Zamanın ruhunu anlamak lazım; zaman, bazı şeylerin ilacıysa beraberinde bazı şeylerin de ölümünü getirir.
Miş gibi yapanlara değil, kendine güvenmek lazım. Tarih derslerle doludur. Unutmamak gerekir, tarihini bilmeyen, kendini bilemez…
CT
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.