Kürdler, yüz yıldır tüm ulusal hakları gasp edilmiş, parçalara bölünmüş ve farklı devletlerin egemenliği altında yaşamak zorunda bırakılmış mazlum bir halktır. Bu haksız durum, Ortadoğu coğrafyasında, ‘Kürd Sorunu’ adı verilen bir sorun ortaya çıkartmıştır. Ancak bu sorun, Ortadoğu’daki huzursuzluğun, ana sebeplerinin başında geldiği hâlde, bölgedeki İsrail-Filistin sorunu, Arap ülkelerindeki çeşitli sorunlar ve emperyal güçlerin Ortadoğu’daki çıkar çatışmalarının gölgesinde kaldı/kalıyor. Bunda Kürdleri egemenliklerinde tutan, başta Türkiye ve İran devletleriyle, onları destekleyen çeşitli emperyal güçlerin sömürgeci-pragmatik politikalarının önemli etkisi vardır.
Mevcut duruma karşı, güçleri oranında yüz yıldır bir şekilde mücadele veren Kürdler, çeşitli hatalar da yaptılar. Zaman zaman kendi ulusal çıkarlarından ziyade din ve ideolojiler adına savaş verdiler. Türkiye’deki mücadele, çeşitli evrelerden geçerek günümüze kadar geldi. Kürdlerin bir kısmı, Cumhuriyet öncesinde ve kuruluş sürecinde, “kardeşlik” adına Osmanlının veya Türkiye’nin yanında yer aldı. Kurucu 1921 Anayasası’nda varlıkları inkâr edilmeyen Kürdler, 1923 yılında Lozan’da, büyük bir aldatmayla karşı karşıya kaldılar. 1924 Anayasası’nda yok sayıldılar ve hayal kırıklığı içinde, 1925-1938 yılları arasında, bu duruma itiraz ettiler, güçleri oranında direndiler.
1938-1958 yılları arasında, yaklaşık yirmi yıllık tam bir sindirilme, suskunluk dönemi yaşandı. Kürdler, 1959-1984 yılları arasında yeniden bir uyanışa girerek, silahsız olarak demokratik yoldan mücadele vermeye çalıştılar. Ancak seslerini duyan olmadı ve asimilasyon bütün boyutlarıyla devam etti. Ve nihayet, 1984’te tekrar silahlar konuştu.
Başından beri, üniter bir devlet olarak yapılanan Türkiye’de, Kürdlere ulusal-demokratik haklarının verilmesi diye bir şey hiç söz konusu olmadı. Hep zamana oynayan sistem, asimilasyonun tamamlanmasını bekledi. Seksenli, doksanlı yıllarda yaşanan onca acılardan sonra, iki binli yılların başında, kısa süreli bir umutlanma oldu. Konu, zamanın hükûmetince “Kürd Açılımı” adıyla dile getirildi. Daha önceleri bu tip girişimler, “ekonomik paket” olarak adlandırılıyordu. Bu kez, biraz farklı bir dil kullanılmıştı, belki faklı bir şey olabilirdi. Ancak bir süre sonra, “Kürd Açılımı” adlandırması değiştirildi, “Demokratik Açılım”, daha sonra da “Milli Birlik Projesi!” dendi. Daha adı bile belirlenmemiş bir sorun, nasıl çözülecekti? Umut çabuk yok oldu…
Hükûmet, devletin etkili ve yetkililerinden de icazet alarak bir cinlik yapmak istedi. Amaç büyük sorunu kökten çözmek değil, günü kurtarmaya çalışmaktı. Bir sorunun var olduğunu söylemek bile, pek çok çevre ve o dönemdeki iki büyük muhalefet partisi tarafından “bölücülük” olarak nitelendirildi. Oysa olan bir şey yoktu, biraz da böyle oyalama yapılacaktı.
Türkiye’de kendini demokrat, sosyal demokrat, aydın, bilim insanı, hatta sosyalist sayan pek çok kesimin de pek çok şeyi Kürd karşıtlığı üzerinden ve bölücülük adıyla değerlendirmesi dramatiktir. Kendilerini haklı göstermek için de akıl almaz senaryolar çiziyorlar. Yarattıkları kuşkulu, puslu ortam ve üretilen komplo teorileriyle toplumu paranoyak hâle getirdiler. En küçük olayda bile, batı illerindeki bazı şehir ve kasabalarda ajite edilen halk, orada çeşitli sebeplerle bulunan Kürdlere saldırdı/saldırıyor. Yarattıkları şovenist ortamın sonucunda meydana gelen bu durumu da hemen emperyalistlere havale etmekten de geri kalmıyorlar. Bahane hazır: Bir yerlerden biri düğmeye basmış!..
Yukarıda belirttiğimiz paranoya sahipleri, genellikle, Kürd diye bir halkın olmadığı, Kürd ulusal haklarını savunanların, “emperyalistlerin piyonu”, “bölücü”, “hain”, “terörist” olduğunu iddia ediyorlar. Kürd deyince, akla hep bölücülük ve teröristlik mi geliyor, Kürdlerin genlerinde bölücülük ve teröristlik mi var? Bölücülük Kürdlere has bir hastalık mı? Yoksa Kürdlerin bölücülüğe maruz kalmasından kaynaklanan bir paradoks mu bu? Bölünen Kürdler, “Bölücülükle” suçlanan Kürdler...
Kürdlerin her türlü hak isteğini “bölücülük” olarak nitelemek, kandırılmışlık diye aşağılamak, emperyalizmin oyunu olarak görmenin neresi doğru? Kürdlerin içinde, bilinciyle hareket edebilen hiç kimse yok mu? Sadece “korucular” ve “işbirlikçi Kürdler” mi makul? Sık sık, olumsuz ve kötü bir şey olarak “Kürdçüler” diye bir kavram kullanılıyor. “Ne mutlu Türküm diyene”, “Tanrı Türk’ü korusun”, “Bir Türk dünyaya bedeldir”, “Asil Türk milleti…”, “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur”, “Türküm, doğruyum, çalışkanım…”, gibi ifadeleri kullananlar “Türkçü”, “ırkçı” olmuyor da “Kürdler bir halktır ve Kürd olarak kalmalıdırlar.” diyenler neden “Kürdçü”, “ırkçı” oluyor?
Kıbrıs’taki yüz binlik halk için istenenlerin çeyreğini Kürdler için istemek neden bölücülük oluyor? Filistinliler için, Balkan halkları için, Kafkas halkları için, Afrika halkları için, dünyadaki tüm halklar için hak olan şeyler, neden Kürdler için hak olmuyor, hatta suç oluyor?..
Devleti yönetenler, politikacılar, birçok bilim insanı, aydınlar, yazarlar; yani Türkiye’de büyük kesim, “Türk” kavramının bir ırkı ifade etmediğini, Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk ve mutlu olduğu şeklindeki bir yalana kendini inandırmış. Anayasada da böyle yazılıyormuş. Peki, bu gerçekçi bir belirleme mi? Çok uluslu Osmanlı İmparatorluğunun devamı olarak kurulan bir devlet sınırının içindeki herkes (Rum, Ermeni, Kürd, Arap, Laz, …), nasıl oluyor da Türk oluyor? Bu bilime, mantığa aykırı değil mi? Bir sınır çizilince, nasıl oluyor da birbirlerine akraba olanların bir kısmı Türk, bir kısmı Arap oluyor! Bu saçma değil mi? O zaman, niye sınırların dışındakiler, “Türk” diye Anadolu’ya getirildi, niye sınırların içindekiler göçertildi?
Gerçeğin böyle olmadığı çok açık olduğu hâlde, böyle bir gerekçe uydurulmuş. Konuya böyle bakıldığı için, Türk unsuru dışında, Osmanlı bakiyesi halkların ulusal hak mücadeleleri hainlik olarak nitelendiriliyor. Her ulus için mutlaka bir devleti olmayabilir ama neden bazı ulusların birkaç devleti var, bazılarınınki hiç yok?! Neden bazı halkların mücadeleleri “ulusal kurtuluş”, bazılarınınki “hainlik” olarak nitelendiriliyor?
Yüz yıllık Cumhuriyet, çok büyük bedeller karşılığında da olsa, halklara (Türk halkı dâhil) nice acılar yaşatsa da asimilasyonda başarılı olmuş ve iyi bir şeyse Anadolu’yu boydan boya Türkleştirilmiştir. Hani bu coğrafyanın Rumları, Ermenileri, Lazları, Çerkezleri, Gürcüleri, Arapları? ... Kürdlerin büyük bir kısmı da Türkleşti, Türkleşiyor. Elbette hâlen “kendini Kürd sananlar!” ve Kürd olarak kalmak isteyenler de var. Bunlar, öyle söylendiği gibi, emperyal güçlerin kışkırtmasıyla da bunu istemiyorlar. Batılı emperyal güçler, yüz yılı aşkın süredir kimin yanında? Emperyalistlerin kimlerle ittifak hâlinde olduğu, kimlerle paktlar kurduğu, kimlerle “ortak düşman” belirlediği açık değil mi? Emperyalistler Kürdleri desteklediyse hani Kürdistan?..
Bu gidişle, elli yıl ya da biraz daha uzun bir süre içinde Kürdlerin (özellikle Türkiye Kürdlerinin) geriye kalan kısmının da erimesi varsayılıyor. Sistem bunları iyi hesaplamış ve bilerek zamana oynuyor. Kürd halkının, Türk halkının acısı, sistem egemenlerinin umurunda değil. “Güçlü Devlet” paranoyasıyla aldatılan fakat evine ekmek götüremeyen Türk halkı çok mu mutlu?
Kişisel olarak kendini yetiştirebilen çok küçük bir kesimin dışında, Kürdçeyi doğru dürüst konuşan Kürd yok. Mikrofon uzatılan herkes, Kürdçe-Türkçe karışımı bir şeyler söylüyor ve trajikomik durumlar ortaya çıkıyor. Artık bölgede Türkçeyi bilmeyen kalmadı. Yani yüz yıllık Cumhuriyet, en azından kendince bu konuda başarısız değil! Ama ne pahasına; değer mi, ahlakı mı, vicdanı mı? Nüfusu ve toprağı çok olanlar, daha mı mutlu ve daha mı müreffeh?..
Ortadoğu’nun ortasında, Mezopotamya’nın tam üstünde, Anadolu'nun doğusunda ve güneydoğusunda asırlardır yaşayan ve tarihi haksızlıklara uğrayan Kürd halkının, 1. Dünya Savaşı sonrasında dört-beş devlet arasında paylaşılması, bölücülük değilse bölücülük nedir? Her olayı emperyalizmle açıklamaya çalışanlar, 1920’lerde çizilen ve bu gün olayların yaşandığı güney sınırını kimler, kimlerle anlaşarak çizdi? Normal olmayan o sınır. 500 km’lik o sınıra mayın döşeyenler kim? Bir halkı mayınlarla, yüksek beton bariyerlerle birbirinden ayırmak nasıl bir şey? Bu nasıl bir sınırdır ki kardeşi kardeşten, çocuğu babadan ayırıyor? Nasıl oluyor da sınırın altında kalan Arap, sınırın üstünde kalan Türk oluyor?
İnsanlığın en eski ve zengin dillerinden Kürdçenin yok edilmesi; kadim bir halkın, asimile edilip yok edilmesi, tarih sahnesinden silinmek istenmesi, hangi vicdana sığar? Bu kime ne sağlar? Kürdlerin asimile edilerek Araplaştırılması, Farslaştırılması, Türkleştirilmesi, o ulusların nüfuslarını çoğaltmaktan başka ne işe yarar? Türklerin çoğalmasının Türk halkına ne yararı var, külfetten başka! Dünyada pek çok ulus, kendini çoğaltmaktan çoktan vazgeçti. Taş, toprak meselesi derseniz, o da boş şey. “Vatan sağ olsun” deyince, cansız taş ve toprak nasıl sağ oluyor? Çakıl taşları insandan daha mı önemli?
Türkiye’de, her şeye karşın yetişmiş bir insan gücü, demokrat olduğu belirtilen aydınların olduğu da biliniyor. Bir zamanlar, ulusların kaderlerini tayin hakkından söz edenler vardı. Şimdi herkes, “mevzubahis vatansa…” modunda. Aydınlar ve bilim insanları, egemenlerin veya resmî ideolojilerin sesi olmak zorunda mı? Bilim ve aydın vicdanı diye bir şey yok mu?
Pek çok Kürd’ün gönlünde kendi toprakları üzerinde bağımsız olarak yaşama duygusu olabilir. Ancak Türkiye Kürdlerinin sınırları değiştirmek gibi bir olanağı da yok, böyle bir programları da yok ve günümüz şartlarında gerçekçi de değil. Birinci derecedeki talepleri, bir ulus olmaktan doğan ulusal haklardır. “Vatan, Millet, Sakarya” naralarıyla sürekli “bölücülük” edebiyatı yaparak ortamı gerenler de bunu biliyor. Bu gün için bağımsızlık konusu büyük oranda Güney Kürdistan için söz konusudur.
İstesek de istemesek de belki zamanla, insanlar din ve ırk üzerinden sınıflandırılmaktan kurtulacak, sınırlar anlamsızlaşacak, insanı değerlerle şekillenecektir. Bilemiyoruz, bu uzun vadeli bir ideal olarak görülebilir. Ama bu gün acil olan, tarihi bir dilin ve kadim bir ulusun yok edilmek istenmesine karşı mücadele vermektir. Başkası bir şey yapması da Kürdler, bu haklı mücadelelerine devam edeceklerdir.
Durduğumuz yerden, köşemizden, acılı Kürd halkını anlamak kolay değil, biliyorum. Yine de tüm iyi niyetimle, her gün beraber olduğumuz, en azından demokratım diyen Türk aydınlarına, “Biraz empati yapın ve Kürdleri anlayın.” derim…
Celâl TEMEL
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.