Birinci Dünya Savaşı öncesinde, Osmanlı iktidarı İttihat ve Terakki Cemiyeti (partisi) ve Ermenilerin güçlü örgütü (partisi) Taşnaksutyun (Ermeni Devrimci Federasyonu), ittifak hâlindeydiler. II. Abdülhamid istibdadına karşı beraber mücadele etmiş ve bunun sonucunda 1908 yılında meşrutiyet ilan edilmişti. 1913 yılından itibaren Taşnaksutyun, müttefiki İttihat-Terakki’den kuşku duymaya başlasa da en azından bir Ermeni reformu yapacağını umuyordu.
II. Abdülhamid döneminde, 1878 Berlin Antlaşması sonrasında, Şark vilayetlerinde (Vilâyat-ı Sitte, altı vilayet) Ermeni reformu yapılacağı vaat edilmişti. 1913 yılı içinde, bunun bir devamı olarak, Ermeni yetkilileri ve İttihat-Terakki Hükümeti yetkilileri arasında yapılan görüşmeler ve çeşitli dış baskılar sonucunda bir reform planı hazırlandı. 8 Şubat 1914 tarihinde de bu reform planı, Osmanlı Devleti ve Rusya arasında, Yeniköy Antlaşması olarak da adlandırılan, Ermeni Islahat Müfettişliği Antlaşması adıyla imzalandı. Antlaşmaya göre, Ermeni reformu yapılacak Doğu vilayetleri, iki müfettişlik bölgesine ayrılıp, başına iki yabancı atandı. Konumuz bu değil; konumuz bu sıradaki bir görüşmede, gündeme gelen, Kürdlerin asimile edilmesi meselesi.
Dönemin önde gelen Ermeni önderlerinden, 1908-1914 yılları arası Erzurum Mebusu Karakin Pastırmacıyan[1] veya diğer adıyla Armen Garo, yukarıda adı geçen Islahat Müfettişliği heyetinde yer almak istemekte, İttihat-Terakki’nin lideri ve Dahiliye Nazırı Talat Paşa da buna karşı çıkmaktaydı. Yakın zamana kadar ittifak hâlindeydiler; görüşüp tartışıyorlardı.[2] I. Dünya Savaşı’nın başlamasından kısa bir süre önce, Temmuz 1914 başlarında, ittifakın artık bozulmaya başladığı sıralarda, çıkan bir tartışmada, Talat Paşa’ya öfkelenen Armen Garo, Turancı fikirlere saptıklarını söyleyerek onu suçluyor ve Kürdleri de yakından ilgilendiren aşağıdaki ilginç konuşmayı yapıyordu:
“Artık iyi yolda değilsiniz. Osmanlı İmparatorluğunu kaosa sürüklüyorsunuz. Zaferlerinizden dolayı kendinizi Napolyon ve Bismarck sanıyorsunuz. Bu ülkeyi nereye götüreceğinizi bilmiyorsunuz ama dik kafalılığınızı sürdürüyorsunuz. Kanıtlar mı? Bir süre önce Vramyan’a[3], Kürdleri Türkleştireceğinizi söylemişsiniz. Neyle? Hangi kültürle? Tarihiniz hakkında bilginiz olsaydı böyle ipe sapa gelmez şeylerden bahsetmezdiniz. Yalnızca 500-600 yıldır topraklarımızın üzerinde olduğunuzu, ondan önce başka milletlerin bu topraklardan geçtiğini unutuyorsunuz. Persleri, Romalıları, Arapları, Bizansları. Eğer onlar Kürdleri asimile edemediyse bunu siz nasıl başaracaksınız?
Geçen yaz üç vilayetimize gittim ve coğrafyada yalnız üç köprü gördüm. İki tanesi eski Ermeni yapısıydı, üçüncüsü Timur’dan kalma. Sizin medeniyetin izlerini görmüş değilim. Devletin önemli sorunları konusunda bu denli düşüncesiz olmanız kabul edilebilir bir şey değil. Reformlar konusunda samimi değilsiniz. Ermeni sorunundan kurtulmak için aldığınız ekonomik ve siyasal önlemlere, yürüttüğünüz Ermenilerden arınma siyasetine inanacağımızı mı sanıyorsunuz? Bizim ulusal bilincimiz öyle gelişkindir ki, niyetinizi gerçekleştirmenizi engelleriz.”[4]
Öfkesine hâkim olamayan Armen Garo, “Kıyım yapmakta kararlısınız, bizi tasfiye edeceğiniz anlaşılıyor. Kürdleri de asimile etmeyi, Araplarla[5] federasyon kurmayı düşünüyorsunuz. Kürdleri ne Roma ne Bizans ne başkaları asimile edemedi bu da boş hayal.” der. Bazı tarihçiler, iki komitacı lider arasında, Temmuz 1914 başlarında, 1915 olaylarının 8-10 ay öncesinde meydana gelen bu tartışmayı, İttihatçılarla Ermeniler arasındaki son köprülerin atılması olarak değerlendiriyorlar.
Bugünden bakıldığında, bu tartışma ile ilgili olarak çok şey söylenebilir. Talat Paşa mı söylediklerinde haklı çıktı, Armen Garo mu?.. Garo’nun, Talat Paşa’nın yüzüne söylediği bu tarihi sözler, esasında bir gerçeği dile getiriyordu. En azından o döneme kadar gerçek buydu, Kürdlerin Türklüğe asimilasyonu kolay değildi. Ancak sonraları, şartlar çok değişti, tarih adil gelişmedi.
Osmanlı’da dört-beş yüz yılda gerçekleşemeyen Kürd asimilasyonu, son yüz yılda, en çok da son elli-altmış yılda hızla gerçekleşti. Yüz yıl önce değil, daha elli-altmış yıl önce bile, Türkiye’deki Kürd çocuklarının ve kadınlarının yüzde 90’ı Türkçe bilmiyordu. Ama bugün, Türkiye’de, Türkçe bilmeyen Kürd kaldı mı? Bir çoğumuz bunun tanığıyız. Daha önce, Erzincan, Malatya, Elâzığ, Adıyaman, Urfa hattına geçemeyen “asimilasyon canavarı”, şimdilerde Mardin ve Diyarbakır’ı aşarak Botan’a ulaştı!..
Türkiye’deki Kürdlerin Türkleşmesi (Türkiyelileşmesi!) hızla devam ediyor. Buna, derin devlet politikaları, Kürdlerin tarih bilinci eksikliği ve güçsüzlüğü, pazar egemenliği, ekonomi, eğitim, karşılıklı evlilikler, son zamanlarda meydana gelen iletişim kolaylığı gibi yüzlerce sebep sayılabilir…
Elbette, Talat Paşa haklı değildi ama güçlüydü. Sonunda haklı çıkması güçlü olmasından kaynaklandı, tarih adil davranmadı. Çok bilinen 1915 Ermeni Tehciri ve hiç bilinmeyen 1916 Kürd Tehciri, İttihat-Terakki’nin lideri Talat Paşa ve arkadaşlarının planlaması ve organizasyonuyla gerçekleşti. İttihatçıların, 1911 gizli Selanik Kongresi’nde, Gayrimüslim Rumların ve Ermenilerin coğrafyanın dışına atılması, Müslim Kürdlerin asimile edilmesi kararı uygulamaya kondu. 2-4 Mayıs 1916 tarihlerinde fiilen başlayan ve yüz yıla yayılan Kürd asimilasyon ve kırımı hâlen devam ediyor.
İttihatçı Talat Paşa, yüz yıl önce, “Ermeni meselesi hâl olunmuştur, artık öyle bir mesele kalmadı.” diyordu. Bugünkü İttihatçılar da (kırmızısı, yeşili), “Kürd meselesi hâl olunmuştur, öyle bir mesele kalmadı.” diyorlar. Bize göre, mesele hâl olunmamıştır; zulümle ötelenmiştir. Bu iki mesele hâl olunmuşsa (çözümlenmişse) bu demokratik bir şekilde değil, öldürme, sürgün, asimilasyon ve zor yoluyla gerçekleştirilmiştir. Bu da her şeyden önce insani değildir, ahlaki değildir. Birlikte veya yan yana, farklılıklarla yaşamak varken bölünme paranoyalarıyla tüm bir coğrafyayı tekleştirmenin, neresi insani, neresi ahlakidir?
Yaşadığımız coğrafyadan çok daha küçük komşu iki coğrafya, Kafkas ve Balkanlarda, onlarca halk yan yana, farklı bayraklarla yaşamıyor mu? Nüfusu bir milyonu bile bulmayan halklar, yüz milyonluk devletlerin yanı başında yaşamıyorlar mı? Kaç ulus, nüfusunu çoğaltmak için asimilasyona başvurdu/başvuruyor?
Maalesef Ermeniler, büyük acılar yaşadılar, yaşadıkları topraklardan sökülüp atıldılar. Kürdlerin yaşadığı acılar da devam ediyor; bir kısmı kendi topraklarından bir şekilde kopartıldı, bir kısmı, şu “asimilasyon canavarı” aracılığıyla kendi toprağında kendi olmaktan çıktı. Yıllardır Kürdler adına politika yapanlara, “Yüksek politika yapmak bir yana, önce şu asimilasyon canavarını durdurmaya çalışın, en azından dilinizi korumanın çabasında olun.” derim. Bunu diyen başka dostlar da var.
Haklı, haksız olmak bir yana, sonuçta, farklı yöntemlerle de olsa bir coğrafyanın iki kadim ulusu büyük oranda eritildi, yok edildi. Öldürmek veya asimile etmek çok farklı şeyler değil. Biri bedenen, biri ruhen; ikisi de yok oluştur. Bir şeyi, olağan hâlinden başka bir hâle getirince o, artık o değildir; yozlaşmış başka bir şey olmuştur. Elbette, eğitimle, insan iyiye, doğruya yöneltilebilir ancak insanın etnik ve inanç kimliği zorla değiştirildiğinde, genetiği ve ruhsal yapısıyla oynandığında, o artık yok olmuştur. Var olan canlı kendisi değildir.
Haklılar var, güçlüler var; zalimler var, mazlumlar var. Tarih, genellikle güçlülerden, zalimlerden yana gelişse de haklıların, mazlumların da mücadelesi, ahı vardır. Bu coğrafyada, yüz yılı aşkın süredir izlenen, derin-ırkçı politikaları iyi anlayabilirlerse haklılar da güçlülere karşı bir şeyler yapabilirler...
CT
[1] Karakin Pastırmacıyan (Armen Garo), 1872 yılında Erzurum'da doğdu. Taşnaksutyun (Ermeni Devrimci Federasyonu) liderlerinden. 1896 Osmanlı Bankası Baskınını organize eden kişi olarak bilinir. 1908-1914 yılları arasında iki dönem, Meclis-i Mebusan Erzurum mebusluğu ve 1918 yılında kurulan Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti'nin ABD-Washington büyükelçiliği yaptı. 1923 yılında Cenevre’de öldü.
[2]. İttihat-Terakki, Taşnaksutyun ittifakı günlerinde, İttihat-Terakki liderleri, Talat, Enver, Dr. Nazım gibiler, Ermeni aydınlarının evlerinde çıkmıyor, kendi evlerinde içemedikleri şarabı orada içiyorlardı. 1909 yılındaki 31 Mart Vakası sırasında, Talat Paşa ve Dr. Nazım’ı, dinci isyancılardan koruyan, Armen Garo ve Krikor Zohrab gibi Ermeni ileri gelenleriydi.
[3] Vramyan Onnik, Taşnaksutyun (EDF) liderlerinden, Osmanlı Mebusan Meclisi Van mebusu
[4] Minassian, F. Gaidz, ERMENİLER ve İTTİHAT-TERAKKİ, İşbirliğinden Çatışmaya, Aras Yayınları, 2013, s. 201-202
[5] Bu konuşmadan iki yıl sonra, 1916 yılında Araplar, İngilizlerle anlaşıp, Osmanlı ile yollarını ayıracaklardı.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.