Olayı uzunca Jeopolitik, Jeostratejik , Jeoaskeri, Makroekonomi, transatlantik medeniyetinin Titanik sendromunun Ortadoğu’daki bölgesel yansımaları, dünyadaki petrol ticaretinin arkasında ki oyunlar, Sünni-Şii çatışmasının Kürdistan’a yansımaları, dünyada 21. yüzyılda yaşanılacak “temiz” su sorunu ve sonu gelmeyen açılardan( aspektlerden ) analiz etmenin şu an artık getirisi yok.
Başûr yalnızlığını bizim o tarafların tabiriyle “Kurt û Kurmacî “ özetlemek olayı anlamak için kafidir, mümkündür diye düşünüyorum.
Ve; 1991 den 2003’e Başûr’un bir kısmının güvenliğini sağlayan Amerikan Birleşik devleri ve onun koalisyon ortaklarıydı.
2003 yılıyla Başûr, Amerika ve koalisyon üyeleriyle tamamen özgürlüğüne, güvenliğine kavuştu.
O yıllarda Başûr’a sağlanılan Amerikan ve koalisyon ortaklarının siyasi, askeri ve ekonomik yardımlarına en fazla karşı çıkan, gerektiğinde tehditler bile savurmaktan geri kalmayan, Başûr’un Kürt siyasi liderlerini aşağılayan ” aşiret reisi, bizim yüzbaşılarımızla görüşmek için yalvaran” tarzda insan onurunu sarsan açıklamaları alenen yapanda Türkiye’nin siyasileriydiler.
Peki ne oldu da 15 yıl sonra Amerika ve batı Başûr’u yalnız bıraktı?
1) 15 yıl içinde Amerika’nın ve Batı’nın Kürdistan’daki tüm ekonomik girişimleri Başûr’da aniden etkinleşen Türkiye ve İran’ca engellendi ve Başûr’un yönetimleri buna hep sesiz kaldı. Bu engellenen ticari kurumlar arasında Rex Tillerso’nun tüm mesleki hayatını içinde geçirdiği ,uzun yıllarca da başkanlığını yaptığı dünya devi Exxon Mobil ve Chevronu ‘un Kürdistan’dan bir nevi “kovulduklarını” Amerika unutur mu?
Fransa’dan, İtalya’ya, İsrail, diğer Avrupa ülkeleri hatta ve hatta Avrupa’dan giden Başûr’lu Kürtlerin bile Başûr’da girişimleri engellendi, çoğu bir daha Başur’a dönmemek üzere yürek burkunluğuyla Başûr ‘u bir daha yaşamlarında anmamak üzere çekildiler.
2) Amerika’nın ve Koalisyon ortaklarının tüm ısrar ve tavsiyelerine rağmen bu güne kadar Başûr milli devletleşmeyi başaramadı, devletleşmek için kayda değer niyet bile göstermedi, bugüne kadar ortak bir ordu gücü bile kuramadı, kurmamaları için Türkiye ve İran ne gerekiyorsa onu yaptı, Başûr ‘da başını önüne eğerek onları dinleyen oldu.
3) Bu güne kadar demokrasinin temel- vazgeçilmez kurumu Parlamento bile işlevini yerine getirmedi, getirmediği gibi Başûr’un en kritik döneminde kapısına kilit asıldı, Parlamento Başkanının Erbil’e bile girişi yasaklandı, tutuklanma kararı çıktı. O da marifetmiş gibi Brüksel’e gelip haftalarca Avrupa Parlamentosundan Avrupa komisyonuna kadar tüm kurumları gezip yaşanılan olayı kardeşleriyle çözeceğine yabancılardan mendil isteyip gözyaşı dökmeyi yeğledi....
4) Başûr’da rüşvet ve görevi kötüye kullanma “ulusal bir karakter” olarak zehirli dikenleriyle yeşerdi, Türkiye ve İran’ca yeşertildi, Başûr\' da buna göz yumuldu. O da on yıldan fazla süredir Erbil’de görev yapan Amerikan, Fransız, Alman, Çek ya ve diğer Avrupa ülkelerinin günü birliğine devletlerini raporlarla bilgilendiren, bilgilendirmek için atanmış Başkonsoloslukların, Konsolosluklarının gözleri önünde.
5) Amerika’nın insan üstü çabalarına rağmen Süleymaniye, Halepçe vilayetleri Erbil’de entegre edilmedi, ettirtilmedi biri Süleymaniye’de diğeri Erbil’de iki idare merkezi oluşturuldu, bu iki idareden biri Tahran’dan, diğeri de Ankara’dan idare edilmeye başlandı. Birinin Kürt petrolünden geliri Amerika’da, Avrupa’da yani Başûr ‘u özgürleştiren koalisyon ortaklarının ülkelerinde güvenilir banka yokmuşçasına “ben Kürt devletini kurdurtmam” çığlığını her fırsatta sağırların bile duyacağı çığırtkan sesiyle haykıranların bankalarına, diğerinki de dünyanın gözleri önünde meydanlarda Rojhelatlı soydaşlarımızı idam ağaçlarında canlarını alanların bankalarına aktı.
6) Amerika’nın yine insan üstü gayret ve çabalarına rağmen Erbil, Amerika, Avrupa ve İsrail’in geleceğe yönelik Kürdistan’ın çıkarlarını her yönüyle garanti altına alacak uzun zamandır var olan projeyi iyi okuyamadı ve Rojava idaresiyle değil işbirliğine “kardeş kavgasını” bile durdurtmayı başaramadı . Brett McGurk’un iki “düşman kardeşi” barıştırmak için sarf ettiği insanüstü eforu , vakti ve enerjiyi hiç bir yabancı başka bir yabancı için yapmamıştır. Rojava’ ya açılan tek kapı bile kapatılarak tüm Rojava’daki soydaşlarımız kadını-erkeği-yaşlısı-çoluk, çocuğuyla cezalandırıldı. Yabancı, gavur ve de emperyalist Amerika ve Batı ne yaptı? 4000 tırdan fazla ağır silah taşıyan tırlarını Başûr’a ,Türkiye ye ve İran’a rağmen kürdün kürde kapattığı aynı kapıdan geçirip Rojava’ya ulaştırırken ” hade gel beni de durdur” diyen olma noktasına getirildi. Bu bile her sokakta bir MİT veya İran istihbarat görevlilerinin dolaştığı , “Zik û Binzik”ı yaşamın vazgeçilmez odak noktası yapan zehir ‘in enjekte edildiği Başûr’un kendisine gelmesine, Onu 1991 yılından beri koruyan, kollayan dostlarının dostane tavsiyelerini kendi yaşamsal öz çıkarı için bile olsa dinlemelerine yetmedi .
7) Exxon Mobil , Chevronun ve diğer Avrupa ülkelerinin devasa petrol şirketlerine Başur’daki faaliyetlerine adım başı engeller çıkarılırken, Başûr’daki referandumun arifesinde Lenin’den günümüze Kürt sorununu görmezden gelen Rusya ya Başûr hükûmetinin gidip bu şirketlerin dünya piyasasındaki ana rakiplerinden birisi olan Rusya’nın Rosnef’iyle milyarları aşan petrol sözleşmesini imzalayıp , tüm imkanları sunarken Erdoğan Putin’e lümpence, hayasızca göz kırpıp “buda benim sana kıyağım ”mı diyordu?
Bütün bunlardan sonra Amerika, Avrupa ve İsrail; Başûr’u ve Başûr’un sorunlarını niye bir kez daha sahiplensin ki ?
ABD, Avrupa ve İsrail’in Başûr’da edindikleri acı tecrübelerden sonra vardıkları sonuç şudur:
Bu bölgeye ulusal kimlik kazandırmak mevcut şartlar altında mümkün değildir. Başûr’un ulusal kimliğine kavuşması için Türkiye ve İran’ın ona nefes aldırtmayan kara dumanlarının onun üstünden kalkması lazım. Bu da ancak bu iki ülkenin bölgede ekonomik gücünün kırılmasıyla mümkün olabilir. Öncelikle ABD ve İsrail’in günümüzde odaklandığı konu bu iki ülkenin sahip olduğu ekonomik gücü kaybetmesini sağlamaktır.
Başûr, o zamana kadar kendinin tercihi olan yalnızlığı maalesef kabullenmek zorunda.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.