Yıl 1983'tü, Bonn’da Kürt Enstitüsü’nü kurmuş, Kürt Enstitüsü adına bir dergi çıkarmaya karar vermiştim. Çıkaracağım derginin ismini Mizgîn- Müjde koymuştum.
1980 cuntasından sonra Türkiye Cumhuriyeti olanca gücüyle Almanya’ya yoğunlaşmıştı. Hele hele Türkiye Cumhuriyeti, Bonn kentinde uzun yıllar (10 yıl) büyükelçilik yaptıktan sonra cuntanın dışişleri bakanı olan Halefoğlu döneminde – Bonn’daki her kurumun içini dışını bilen o şahıs döneminde – , her tanıdığım kurumda Vahit Halefoğlunun arkasında bıraktığı izler vardı.
Birçok siyasi ve diplomatik nedenlerden ötürü Mizgîn’in yayıncısının sadece Kürt Enstitüsü olmasını istememiştim ve farklı bir ortak yayıncı arayışına girmiştim.
Nihayetinde Almanya Kızıl Haçı Prezidyumunu mucizevi bir şekilde ikna edebilmiştim. Yayınlayacağım Mizgîn Dergisi’nin yayıncısı önce Almanya Kızıl Haçı Prezidyumu – genel başkanlık divanı ve Kürt Enstitüsü olacak, ben de yönetmen sıfatıyla dergiyi iki lisanda yayınlayacaktım.
O yıllarda Almanya Kızıl Haçı yönetim kurulu başkanı Almanya Prensi’ydi ve iktidar partisi CDU nun parlamentodaki en prestijli milletvekiliydi. Bu diplomatik manevrayla Mizgîn i geleceğinden şüphe olmayan Türkiye Cumhuriyeti’nin saldırılarına karşı koruma kalkanı altına aldığımı düşünüyordum. Zaten Kızıl Haç Almanya’nın hayırsever 6 kurumu içinde devlete en yakını ve en tutucusuydu.
Helmut Kohl hükümetine Türkiye’den geleceğinden emin olduğum baskılara, değil Helmut Kohl’a hatta tüm hükümetine direnebilecek, boyun eğmeyecek tek şahsiyet Alman Kızıl Haçı ve onun başındaki Prens Sayn-Wittgenstein-Hohenstein’dı.
Dergi çıkmadan önce ortak yayıncılığı üstlenmiş olmasına rağmen prensten Türkiye Cumhuriyeti’nden gelebilecek baskıları, diplomatik ve siyasi girişimlerin boyutunu tahmin edip edemediğini sormuştum. ”Biz hanedanlık olarak Kürtleri hep sevdik ve hep Alman ulusuna yakın gördük.” yanıtını almama rağmen gelecek saldırılara direnebilecek gücünün yeterli olup olmadığından emin değildim, çünkü Almanya’yı hele hele Almanya’nın asilzadelerinin gücünü ve kişilik yapılarını henüz yeterince tanımıyordum.
Mizgîn iki lisanda çıkacaktı, hem okuyucu kitlesini geniş tutmak için, hem de geleceğinden emin olduğum “bölücülük faaliyetleri” saldırılarına karşı Kızıl Haç genel yönetim kuruluna içeriğin berraklığını sağlamak için.
Her makale hem Almanca ve hem de Kürtçe yayınlanıyordu ve herhangi bir soru işaretine maruz kalmaması ve tamamen berrak olması için de, derginin sol sayfasını Almanca, sağ sayfası ise aynı metnin satırı satırına aynı yani bire bir çevrilmiş Kürtçe tercümesi oluşturuyordu.
Tüm sorunlar aşılmış konu yazı bulmaya, yazı yazmaya, hele hele de Kürtçe alfabesi olan yayınevi bulmada kilitlenmişti. Yazı bulma işi de çözüldü ama yayınevi bulmak imkansız gibiydi, bizim şapkalı ”î , ê ,ş” harflerini yazabilmek için.
Öyle bir IBM makinası Paris Kürt Enstitüsü’nde vardı ama bu konuda yardım edemeyeceklerini ( bedel karşılığında ) bildirmişlerdi , o kurumunda yönetim kurulu üyesi olmama rağmen bu mümkün olmamıştı.
Köln’de Dursun Akçam’ın çevresinde bir gurup aydın bir araya gelerek Demokrat Türkiye isimli muhalif bir gazete çıkarmaya başlamışlardı. Onların bedel karşılığında yardımıyla aşılmaz gibi görünen dizgi sorunumuz da çözülmüş ve Mizgînin ilk sayısı nihayet aylar süren uğraşıdan sonra ve ilk sayısı, kapağında Kürt Sultanı Selahattin’i tasvir eden antik bir çizimle yayınlanmıştı.
Mizgîn, Almanya’da Kürtlerin entegrasyonunu sağlayacak, kültürel, tarih ve sağlık konuları işleyen, siyasi konulardan arınmış bir dergi olarak hayata başladı.
Tüm makaleler Kızılhaç prezidyumunun denetiminden de geçiyordu ancak buna rağmen Sultan Selahattin’inin kapağında yer aldığı ilk sayısının yayınlanmasından bir müddet sonra bir kişinin Turgut Özal’ın şahsen Almanya Şansölye ‘si Helmut Kohl nezdinde müdahalede bulunduğunu öğrendim ama elde belge yoktu.
Dönemin Almanya parlamentosu İnsan Hakları Komisyonu başkanı sosyal demokrat Rudof Bindig’ten randevu aldım ve o dönemin Almanya’sının ikinci en büyük yayın evi RORORO müdürü yine sosyal demokrat parlamenter olan Freimut Duve’yi de bana eşlik etmesi için ikna ettim, görüştük ve Bindig’ten federal hükûmete Mizgîn’e şahsen Turgut Özal’ın başbakan olarak müdahale edip- etmediği konusunda gensoru vermesini istedim. İkna oldu ve yazılı gensoruyu verdi. Bir müddet sonra federal hükûmetten gelen yanıt edindiğim bilgiyi doğruluyordu. Evet, Türkiye Başbakan’ı şahsen, tahmini zor şartlarda Sultan Selahattin’in kapağında yer aldığı siyasi konulardan tamamen uzak olan ve tirajı 2000 tane olan bir dergiye bile tahammül edemeyip müdahale etmişti…. Turgut Özal’dan önce Türkiye Cumhuriyeti Federal Almanya Büyük Elçisi’nin, dönemin dış işleri bakanı Halefoğlu’nun müdahaleleri cevapsız kalınca yapmıştı bu müdahaleyi…
Mizgîn, 1988 yılına kadar yayınlandı ve sürekli Turgut Özal’ın müdahalesine maruz kaldı, sonraki müdahaleleri ise sosyal demokrat milletvekili Klaus Thüsing ve Yeşiller Partisi kurucusu Petra Kelly’in gensorularına verilen yanıtlarla ortaya çıktı.
Türkiye, Almanya ilişkileri o dönemde çok dostane ve yoğun olmasına ve iktidarda nihayette tutucu Türkiye dostu Helmut Kohl hükmeti olmasına rağmen ve de defaten Kızılhaç başkanı Prens Sayn-Wittgenstein-Hohenstein’tan özel görüşmelerinde rica etmiş olmasına rağmen Prens diretti ve dergi yayınlanmaya devam etti.
Günlerden bir gün Paris Kürt Enstitüsü adına Kendal Nezan, şahsen, Kızıl Haç Merkezi’ne beni medeni tanımıyla şikayet ( ihbar ) eden 3 sayfalık bir mektup iletinceye kadar… Bu, aile içi ahlakı ve hukuk değerlerini her şeyin üstünde tutan Prens Sayn-Wittgenstein-Hohenstein yaşadığı en büyük hayal kırıklıklarından biri olmuştu herhalde .
Mazlum bir halkın, Avrupa’nın iki metropolünde tahmini zor şartlarla kurulup sınırlı imkanlarıyla kaybolmaya mahkum edilmiş bir kültürün hiç değilse bir parçasını kurtarmak amacıyla yola çıkan, aynı aileden gelen iki akrabadan bir tanesi, diğerini üçüncü bir şahıs, hem de yabancı bir şahıs nezdinde, tabiri caizse kibar bir şekilde şikayet ediyordu…
O gün, Özal’ında, Helmut Kohl’nünde baskılarına boyun eğmeyen Prens, yıkılan umutlarıyla, başkanı olduğu kuruma Kürt Enstitüsü’yle bütün ilişkilerini durdurma talimatı veren olmaya zorlanmıştı ve Mizgîn -Müjde ” Mizgîn ‘lik yani ezilen halkına Müjde olamadan öldürülmüştü…
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.