Bugün “28 Temmuz”, CHP’nin demir yumrukla ülkeyi yönettiği dönemlerde, insan hakları konusunda işlediği suçların en barbarcası olanlarından biri olan “33 kurşun” katliamı olayının yıldönümüdür. Bu dramatik olayın ismi, öldürülen 33 kişi için, şair Ahmet Arif’in bestelediği “33 Kurşun” isimli şiirin unutulmaz dizelerinden gelir. 33 Kurşun olayı ülkede vuku bulan toplumsal olayların en dramatik ve en can yakıcı olaylarından biridir. Bu olay o günlerde ülke kamuoyunu meşgul ettiği gibi, birinci Menderes hükümetinin de en önemli gündem maddelerinden birini oluşturur. Türkiye’nin CHP tarafından demir yumrukla yönetildiği dönemin artık sona erdiği, yetersiz de olsa demokrasi rüzgârının yavaş yavaş estiği DP’nin ilk dönemlerinde parlamentoda hararetli tartışmalara neden olduğu bu olaydan dolayı, artık Kürd kelimesinin de mecliste telafüz edilmesine sebep olmuştu. Daha da önemlisi böyle bir olaya sebebiyet veren bir generalin, bölge insanına karşı sert davranışlar sergileyip Kürd köylülerini öldürttüğü iddiasıyla DP’li milletvekillerinin girişimiyle mahkeme yolunun açılması ve yargılama sonucunda General Muğlalı’nın mahküm edilmesi demokrasi açısından başıbaşına bir devrim niteliğindeydi. 1943’te tek partili CHP iktidarının olduğu dönemde işlenen bu katliam yine iktidar tarafından örtbas edilmişti. Van cezaevinde mahküm olan ve aynı zamanda kardeşleri kurşuna dizilen İsmail Özay ismindeki bir vatandaş, 1943 senesinde Cumhurbaşkanlığına, Meclis başkanlığına, İçişleri ve Adalet bakanlıklarına bir dilekçeyle başvurarak 33 kurşun olayında kardeşlerinin hunharca öldürüldüğünü belirtip bu kurumları haberdar etmeğe çalışmıştı. Dilekçe komisyonu ise, bu meseleyi içişleri bakanlığından sorar. Oysa, tek partili CHP iktidarının içişleri bakanlığı bu hadiseden baştan beri haberdar iken, susmayı tercik etmişti. Hadisenin konuşulduğu, ama soruşturulmadığı tek parti döneminde Erzurum’a gelen Milli Şef İsmet İnönü şöyle söylediği iddia edilir; “Muğlalı doğunun kralıdır, ben onun buralarda bulunması sayesinde rahat uyuyabiliyo”um\" demişti. DP (Demokrat Parti)’nin iktidara gelmesinden sonra, konu DP Eskişehir milletvekili olan İsmail Hakkı Çevik tarafından TBMM’ye taşınması sonucunda General Mustafa Muğlalı’ya yargılanma yolu açılmıştı. Olayın nasıl ve kimler tarafından ve hangi sebeplerle meydana geldiği, mağdur aileleri tarafından her ne kadar bilinip CHP dönemindeki yetkili mercilere aktarılmaya çalışıldıysa da, resmi makamlarca bu gerçek bilgiler kale alınmadı. Tam aksine, mağdur yakınları bir şekilde susturuldu. DP’nin konuyu meclis gündemine taşıması ve Meclis soruşturma komisyonunun kurulmasıyla gerçekler bir kez daha su yüzüne çıkmış oluyordu. TBMM soruşturma komisyonun saptamasına göre, aslında kaçakçılıkta hisse alan bir devlet çetesi başından beri vardır. Rapora göre; İranlı çapulculara misilleme yapmak için sorululuğu olmayan çeteler kurmak fikri şu üç kişinin kafasından çıkmış görünmektedir. “Özalp kaymakamı Hilmi Tuncel, Özalp Jandarma kumandanı yüzbaşı Vasfi Bayraktar ve Hudut Tabur kumandanı Binbaşı Şükrü Tüter’dir. Bu üç resmi memur söz ve fiil birliği halinde çeteyi kullanmakta ve bu çeteyi İran hudutları içerisine sokarak hayvan çaldırmaktalar” denilmektedir. Bu hırsızlık operasyonlarından birinde, askerler İran sınırından içeri girip Mılan aşiret reislerinden Mehemed’e Mısto’nun hayvanlarını gasp ettiklerinde, Mıhemed’e Mısto önce güzellikle hayvanlarını geri ister. Asker’den aldığı yanıt: “gelir bu defa karını da alırız” şeklinde olur. Buna mukabil olarak Mıhemed’e Mısto sınırdan içeri girer ve hayvanlarını geri almayı başarır. Böylece katliama giden yol bu şekilde o gün açılmış olur. Meclis komisyonunun saptadığı askeri çete tarafından önce olay, “Rus askerleri sınırı geçti” diye bilinçli olarak sağa-sola abartılı haberler yaydırılarak operasyonlara başlanır. Engız’a Mılan köylüleriyle toprak ihtilafı olan arzuhalcı Rıfat adında bir muhbirin kasıtlı ifadesi doğrultusunda Mehemed’e Mısto’ya yardım ettikleri savıyla Engız’a Mılan köyünden 40 köylü gözaltına alınır. Ancak Özalp Sulh Mahkemesi bu sanıkları suçsuz bularak serbest bırakır. Artık olaya 3. Ordu Müfettişi General Mustafa Muğlalı da karışmıştır. Muğlalı 24 Temmuz günü Van’a ulaşır ve bu köylülerin yeniden gözaltına alınıp öldürülmeleri konusunda kapalı kapılar ardında karar alınır. 25 Temmuz’da biri kadın, biri 11 yaşında çocuk, biri kıtasında izinli gelen muvazzaf çavuş, biri hava değişimli hasta bir er ve Mılan aşiretinin önemli şahsiyetlerinde biri olan Sultan’e Koro ile beraber toplam 33 kişi ikinci kez Özalp’te gözaltına alınırlar. Bu arada İçişleri Bakanlığı müfettişi Avni Doğan bu kadar açık bir cinayet kararından rahatsız olur ve Muğlalı’yla görüşmek ister. Ancak General Muğlalı bu talebi reddeder. Daha doğrusu yine komisyon raporuna göre, Muğlalı “memleketin çıkarı için babamı bile asarım, Avni Doğan bu işe karışmasın onu kırbaçlarım” gibi bir cevap yollar. Özalp’te tutukluları görmeye giden Avni Doğan’dan gözaltındaki köylüler yardım istediklerinde, hudut kumandanı Şükrü Tüter: “efendim bunlar casusturlar, ordunun sırlarını ve yerini düşmana bildiriyorlar, Harp divanına verileceklerdir” diye müdahalede bulunur. Bu cevap karşısında müfettiş işin büyüdüğünü anlar ve aradan çekilir. Artık karar kesindir. Ertesi gün, Muğlalı Özalp’ten ayrılır ve geride şöyle yazılı bir emir bırakır,
Van mıntıka komutanlığına:
“Özalp hudut mıntıkasında çok iyi tanıyan ve sık sık memleketmiz içlerinde çapulculuk yapan aşiretler hakkında çok iyi bilgi sahibi oldukları anlaşılan ilişik listede isimleri yazılı kişilerin çeşitli gruplar halinde subay ve erlerin beraberliğinde hudut mıntıkasına götürülerek kendilerinden esaslı bilgi alınmasını ve İran hududunun gizli ve çapulcuların görünmeden gelmesine elverişli yol ve patikaların öğrenilmesini çok faydalı buluyorum. Bu adamların her ne kadar görevi yerine getireceklerine söz vermelerine rağmen sözlerinden dönmeleri ve fırsat bulurlarsa kaçmaları her an olanaklı bulunduğundan müfrezelerin çok uyanık bulunmaları, gereğinin müfreze komutanlığına bildirilmesini, şayet bu hale cüret edenler ve erlerin silahlarını almak amacıyla üzerlerine saldıranlar bulunduğu takdirde derhal silah kullanılmasının hiçbir zaman unutulmamasını önemle rica ederim” denilmektedir. General Muğlalı’nın yazılı emirnamesine bakıldığında, dolaylı olarak bu 33 kişinin öldürülmesi emri açıkça göze çarpmaktadır. Gerçekte de bu emir doğrultusunda bu 33 köylü karakoldan alınıp Seyfo deresine götürülerek kurşuna dizilir. Ağır yaralı olarak kurtulan bir kişinin dışında herkes öldürülür. Öldürülenlerin üzerindeki değerli eşya ve paralar alınarak oradaki askerlere dağıtılır. Hemen akabinde kaçarlarken vuruldukları yönünde tutanak tutulur. Tutanak General Muğlalı’nın verdiği emirnameyle tamamen örtüşmektedir. Katliam tutanağı 266. Alay 2. Sınır Tabur Kumandanı Binbaşı Şükrü Tüter tarafından şu şekilde sunulmuştur: “huduttan içeriye sızan İran şakilerine yataklık etmekten suçlu olarak gözaltında bulundurulan 33 kişiyi bu eşkıyaların hangi geçitlerden geldiklerini ve gittiklerini bize göstermeleri için Kaymakamlıktan teslim aldık. Bu şahısları hududa götürdük, bu hudutta geçitleri bize göstermelerini istedik. Onlar bize, bizce belli olan bazı geçitleri gösterdiler. Sonra Çaldıran mıntıkasının Çilli mevkiine geldiğimizde hudut dışından bize ateş açıldı. Bu 33 kişi de kısmen bizim süvarilerimizin hayvanlarına binerek kısmen de yaya olarak İran tarafına kaçmak istediler. Bu sırada gerek İran tarafından, gerekse bizim kıtalarımız tarafından açılan ateş arasında kalarak kâmilen (tamamen) imha oldular, durumu arz ederim” denilmektedir.
TBMM komisyonunun raporunda ise, kurşuna dizilme olayı şöyle özetlenir: 30 Temmuz 1943 Cuma günü sabahleyin, nezarette bulunan 30 sivil iki asker dışarı çıkarılmış, elleri arkalarına ve kişiler birbirlerine iplerle bağlanmak suretiyle adı geçen iki teğmenin komutasındaki takımın önüne katılarak Çilli Gediği yönüne sevk edilmişlerdir. Bu sırada zaten öldürüleceklerini bilen ve elleri bağlanan mağdurların yalvarıp yakarmaları feryadı-figanları çok yürekler acısı bir sahnedir. Kafile çiğli gediğine geldiğinde ikiye ayrılmış, işaret mangasının havaya ateş etmesi üzerine iki teğmen emrindeki mangalara ateş emrini vermişler. Erler piyade tüfekleri ve hafif makineli tüfeklerle 33 masum vatandaşı yayılım ateşi altına alarak katletmişlerdir. Her ne kadar resmi kayıtlara göre, kaçakçılara yataklık eden 33 kişi Özalp’te geçit yollarını göstermek amacıyla sınıra götürülürken, İran sınırından ateş açılmasıyla başlayan çarpışmada iki ateş arasında kalarak ölmüşlerdir denilse de, daha sonra mahkeme safhasında general Muğlalı söz konusu 33 kişinin kurşuna dizilme olayının bizzat kendisinin verdiği emir doğrultusunda gerçekleştiğini itiraf etmiştir. Adalet bakanı Ali Rıza Türel, Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’a bu işi adli bir sonuca bağlayalım ricasında bulunur. Fevzi Çakmak ise; ordu komutanı olan Muğlalı paşanın o günün koşullarının gereğini yapmış, memleketin yüksek menfaatleri için icap eden ve lüzum görülen önlemleri yerinde aldırmıştır ve yapılacak başka çare görülmemiştir. Bu komutanı mahkemeye mi vermemi istiyorsunuz, görevinin gereğini yerine getiren bir komutanı sorguya çekemem ve böyle şey olmaz” der. Daha sonraki genelkurmay başkanlarından Kazım Orbay da, Muğlalı’yı desteklese de DP’nin girişimiyle General Mustafa Muğlalı idama mahkûm edilir. Ancak ilerlemiş yaşı nedeniyle cezası 20 yıla indirilir. Daha sonra, Askeri Yargıtay’ın 9 Ocak 1950 tarihinde verdiği görevsizlik kararıyla Muğlalı’nın cezası lehte bozdurularak aklanma ve kurtarma yolu açtırıldıysa da, General Muğlalı 11 Aralık 1951 senesinde cezaevinde kalp krizinden ölür. Diğer sanıklardan Van eski valisi Hamit Onat, Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncer, Jandarma kumandanı yüzbaşı Vasfi Bayraktar, Van mektupçusu Tevfik Yener, Başgedikli Ali Şener ile diğer sanıklar ise 5677 sayılı af kanunu çerçevesinde Danıştay 2. daire 6/3/1951 tarih, 579-644 sayılı kararla suçluluklarının zaman aşımı nedeniyle beraatlarına karar verilir. Böylece bir resmi çete tarafından tezgâhlanan ve 33 Kürd’ün katledilmesiyle sonuçlanan bu olaydan dolayı hiçbir yetkili cezalandırılmadı.
Suçsuz yere katledilenlerin isim listesi şöyledir: 1-Sultan Özay, 2-İbrahim Özay (yaralı olarak kurtulduktan 2 sene sonra vefat etti), 3-Cellat Uzuntaş, 4-Ahmet Uzuntaş, 5-Ahmet Uyanık, 6-Arap Ali Polat, 7-Serhing Özkaplan, 8-Haydar Akalın, 9-Mehmet Özkaplan, 10-İsmail Şen, 11-Tatar Gök, 12-Mustafa Ertbaş, 13-Beşir Deniz, 14-Mustafa Uzuntaş, 15-Aco Çelebi, 16-Süco Çelebi, 17-Salih Taşçı, 18-Ali (Hızır oğlu), 19-Şükrü Taşçı, 20-Mehmet Taşçı, 21-İsa(Osaman oğlu), 22-Yusuf (İsmail oğlu), 23-Haydar (Mehmet oğlu), 24-Muhtar Ali, 25-Fındi (Yusuf oğlu), 26-Seydi (Ömer oğlu), 27-Memi (Ahmet oğlu), 28-Paşo (İsa oğlu), 29-Kazım (Bekir oğlu), 30-Ahmet (Bekir oğlu), 31-Hızır Kon, 32-Ömer Akalın, 33-(ismi öğrenilemedi).
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.