Mustafa Balbal Son Makaleler

Aşiret Derneklerinin Sakıncaları Ve Aşiret Sosyolojisi

Aşiret Derneklerinin Sakıncaları Ve Aşiret Sosyolojisi
Makaleyi Paylaş

Charles Darwin tarafından kuramlaştırılan “evrim teorisi” tüm bilim alanları üzerinde etki yarattığı gibi, sosyoloji ve biyoloji bilimi alanları üzerinde de etkisi kaçınılmaz olmuştur. Böylece, Darwinist yaklaşımlardan biri sayılan “insan biyolojik bir canlı olduğu kadar, sosyal bir varlıktır” önermesi, pozitif bilimin “sosyobiyoloji” disiplini çerçevesinde kabul görmüştür. Pozitivizmin ve aynı zamanda XIX.yy’da kurulan sosyoloji biliminin de kurucularından biri olan kuramcı Auguste Comte, evrim teorisinin genel perspektifinden bakmıştır. Comte, bu noktadan hareketle, dünden bugüne var olan insanın evresel sosyal ilişkileri üzerinde yoğunlaşarak, toplumu etraflıca aydınlatmıştır. Diğer bir bilim dalı olan sosyobiyoloji kuramı ise, iki ayrı bilim dalının teorilerini sentezleyerek yürüttüğü ahenkli ve paydaş çalışmalarla toplumsal değişimin nasıl ve hangi etkenler çerçevesinde oluştuğunu deney ve gözlemlerle kanıtlamıştır. Tarih öncesinden insanın kökenini, evrimini, yaşambilimsel özelliklerini, sosyal ve kültürel yönünü irdeleyen pozitif bilimin önemli alanlarından sayılan antropoloji bilimi de, ardışık toplumsal değişim sürecine ilişkin tamamlayıcı maddi kanıtlar sunmuştur. Özellikle, modern antropoloji biliminin kuramcısı Franz Boas, birçok yerli halkın ilk toplumsal örgütlenmelerinde rol oynayan sosyal ve kültürel etkenlerin membasına inerek, konuyu kapsayıcı metotlarla nesnelleştirmiştir. Hülasa, Antropoloji, sosyoloji ve biyoloji bilimleri, sosyal süreçlerin geçmişten günümüze kadar nasıl ve hangi ölçütlerde değişip dönüştüğünü deney ve gözlemlerle kanıtlamıştır. Dolayısıyla, kuramsal verilerin tümü bir bütün olarak ele alındığında, tarih öncesinden günümüze kadar olan toplumsal değişim süreçlerinin panoramiği kusursuz şekilde gözler önüne serilebilmektedir. Böylece, insanın yaşadığı sosyal süreçlerin ardışık akışı sonucunda meydana gelen “aşiret” kurumunun da ilk örgütlenme dönem ve biçimi nesnel olarak ortaya çıkmış olmaktadır.

Evrim teorisine göre, insanın ilk habitatlarından biri olan ağaç dallarındaki yaşam, insanın biyolojik evrim sürecinde önemli bir rol oynamıştır. Bu sürecin tamamlanmasıyla, yaşamın artık yerde sürdürülmesi nedeniyle protein ağırlıklı bir beslenme evresine geçilmiştir. Böylece protein ağırlıklı beslenmeyle, insan zekâsında büyük ölçüde gelişme yaşanmıştır. Zekâ gelişiminin hız kazandığı dönemin bir sonucu olan neolitik devrimle, insan yerleşik düzene geçerek, toprağı işlemiş ve bazı bitki ve hayvan türlerini evcilleştirmiştir. Toprağın işlenmesiyle tarımsal ve hayvansal ürünün elde edilmesi, özel mülkiyetin doğmasını kaçınılmaz kılmıştır. İnsanın temel gereksinimi haline gelen barınma ve beslenmenin yanı sıra, insanın “benlik içgüdüsü” de özel mülkiyetin hacmen savunulmasını özendirmiştir. Özel mülkiyetin korunması için oluşturulan savunma gücü, evvela kan bağına dayalı olmuştur. Böylece, takriben üçüncü dereceye kadar olan akraba kitlesinden müteşekkil bir boy gücü oluşturulmaya çalışılmış ise de, zamanla doğa olayları ve dış tehditlere karşı yeterince direnç gösterilememiştir. Oluşan tehditler nedeniyle, birkaç boyun belli bir bölgede bir klan biçiminde yaşamasının kaçınılmaz hale gelmesiyle, kudretli bir öz savunma gücü oluşturularak, özel mülkiyetin korunmasına gidilmiştir. Böylece, kan bağından ibaret olan bir boyun hayatta kalabilmesi için, kendi hegemonyasındaki özel bir mülkiyeti başka bir boyla paylaşma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Böylece mevcut klan, başka bir klanla birleşince, kültürel ölçüde genişleyerek daha hacimli bir klana dönüşmüştür. Dolayısıyla, kan bağıyla başlayıp, kültürel bağla genişleyen ilkel kümesel örgütlenme denilen “aşiret” yapısı böylece sosyolojik bir realite olarak ortaya çıkmış olmaktadır. Sosyolojik bir realite olan aşiret yapılanması, zamanla lokal bölge hakimiyetinden genel bir bölge hakimiyetine erişerek, muazzam bir güç elde etmiştir. Bu güç, daha da hacimleşerek uygarlıkların temelini oluşturan konfederal aşiret yapılanmasına kadar uzanmıştır.

Asur bilimcisi, Samuel Noah Kramer’in “Tarih Sümer’de Başlar” isimli çalışmasına bakıldığında, “aşiret klanlarının” birçok uygarlığın temelini oluşturduğu görülmektedir. Mezopotamya, Maya, Mısır ve İnka medeniyetlerinin oluşumu ve bu medeniyetlerin doğurduğu sayısızca devletlerin kurulmasında yine aşiretsel klanların etkisi görülmektedir. Daha da ötesi, varlığı günümüze kadar süren, birçok Arap ülkesi de bu konuda bariz örnekler teşkil etmektedir.

Aşiret’ten devletleşmeye kadar uzanan sosyal süreç, kuşkusuz önemli değişim ve dönüşümler geçirmiştir. Aşiretsel yapılardaki süreçler her toplumda farklı işleyebilmektedir. Çünkü değişim ve dönüşümü etkileyen faktörler, devinim hızını ve şeklini farklı etkileyebilmektedir. Toplumsal süreçlerin kaçınılmaz değişim döngüsü, daha önce olduğu gibi, özellikle Fransız devrimiyle daha da hız kazanmıştır. Böylece küresel ölçekte değişime uğrayan sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik ve dinsel etkenler, birçok ülkede aşiret bağlarının erozyona uğramasına önayak olmuştur. Böylece ilkel aşiret bağları birçok toplumda çözülerek, yerini ulusal bilincin filizlenmesine bırakmıştır. Bununla beraber, ulusal bilince ulaşmış toplumlar, giderek devletleşmiş ve böylece dünyadaki uygar yerlerini almışlardır. Kürd aşiretleri ise, bu süreci uygun seyirde tamamlamadığı gibi, efendisinin bireysel menfaati dışında herhangi bir gayretleri olmamıştır.

Doğada ve evrende kuşkusuz her şey değişim ve dönüşüm mekanizması çerçevesinde dinamiktir. Bu nedenle, toplumlarda da bu süreç kaçınılmaz olarak doğal seyrinde işlemekte ve olması kaçınılmaz olan sonuca varabilmektedir. Ancak, küresel ölçekteki tabii sosyal değişim ve dönüşümler, Kürd toplumunda istenilen noktaya ulaşamamıştır. Kuşkusuz bunun birçok nedeni bulunmaktadır. Bu bakımdan, Kürd toplumunda, içe dönük değişime niçin ayak diretildiğinin bazı nedenlerine bakıldığında, eğitimsizlik önemli bir faktör olarak öne çıkmaktadır. Eğitimsizliğin bir yansıması olarak, kişisel menfaat kültürünün de rolü azımsanmayacak ölçüde göze çarpmaktadır. Bunun yanı sıra, bir başka halk için kendini feda etme kültürü ise, önemli bir faktör olarak, öne çıkmaktadır. Özellikle bu faktör, nesilden nesile ödünçlenerek adeta bir kültür haline dönüşmüştür.

Bireysel menfaat olgusuna bakıldığında, devasa bir aşiretin tüm olanaklarından istifade eden bir aşiret lideri, birçok avantaj elde etmekte ve böylece bireysel menfaatini ulusal menfaatin önüne koyabilmektedir. Bunun sonucu olarak da, değişimin önü tıkanarak, toplumda ulusal bilincin ilgisizliğine neden olmaktadır. Diğeri ise; başka bir toplumun dinsel ve milletsel çıkarını kendi halkının özgürlüğüne tercih etme kültürüdür. Bu kültür, Abbasi ve Eyyübiler’den günümüze kadar ödünçlenmiş sakıncalı bir kültürdür. Örneğin, Kürd olan Ebu Müslim-i Horasani 750 tarihinde Abbasi Arap İslam devletini kurduğu sırada, Kürd’ler Arap istilacıların kanlı kılıcı altında dramatik bir şekilde boğazlanmaktaydı. Ama maalesef kendisi bu konuya ilgisiz kalıyordu. Arapların özgürlüğü için çırpınan Ebu Müslim-i Horasani, daha sonra bir toplantı esnasında yine Araplar tarafından öldürülerek cesedi Dicle nehrine atılmıştı. Yine, Kürd olan Selahaddin-i Eyyubi de, 1187 tarihinde Haçlıları Arap topraklarında yenilgiye uğratırken, Kürd’leri bin yıl sömürüp katledecek olan Arap’ların hem dinini, hem de milli kurtuluşunu sağlamış oluyordu. Böylece, torunları olan Kürd’lerin asırlarca Araplar tarafından esaret altına alınmasına da kanlı bir zemin hazırlamış oluyordu. O dönemden bir asır evvel, Selçuklu’ların saldırısıyla Rewadi Kürd devletinin egemenliğine son verilirken, Rewadi halkı uzun yıllar boyu esaret altına alınmıştı. Fakat bu esaret süreci Selahaddin-i Eyyübi dönemine kadar sürdüğü halde, kendisi bu drama kayıtsız kalmıştır. Bu noktadan hareketle, kendisinden yüz yıl evvel başlayan Haçlı seferlerinden yüz yıl sonra intikam alan kudretli Selahaddin-i Eyyübi, aynı şekilde kendisinden yüz yıl evvel Kürd Rewadi devletini yıkıp bir asır boyu Kürdleri esir eden Selçuklular’dan intikam almayı gerek görmemiştir.

O dönemin olup bitenleri o dönemin koşulları içerisinde değerlendirilmeli gibi pek çok münhal söylem duyulmaktadır. Kanımca bu tür söylemler geçerli söylemler olmaktan çok uzaktır. Çünkü “Şeddadiler, Mervaniler ve Rewadiler gibi pek çok Kürd devleti o dönemlerde kurulurken, Kürd milli kimliğine öncelik vermişlerdir. Ama Selahaddin-i Eyyübi ise, Kürdler için böyle bir şey yapmamıştır. Bu bakımdan, Selahaddin-i Eyyübi ile Ebu Müslim-i Horasani gibilerin bu tür davranışları, zamanla sakıncalı bir kültür haline dönüştüğü ve bu kültürün de tarih boyunca Kürd toplumuna sirayet ettiği söylenebilir. Dolayısıyla Saidi Nursi için de bu durum geçerlidir. Kürd ulusal hareketlerinin hiç birini tasvip etmeyip yanında yer almazken, Osmanlıyı destekleyerek Kafkas cephesinde Ruslara karşı canı pahasına savaşmıştır. Daha da ötesi, İttihat Terakki’den Mustafa Kemal’in Cumhuriyet politikalarına kadar zaman-zaman bu yönetimlere de destek sunmuştur. Yaptıklarının mükâfatını ise, yıllarca hapis ve sürgün olarak alırken, cesedi de bilinmeyen bir yere gömüldü. Diğer yandan, bu kültürün bir yansıması olarak, bugün bölgede Kürd siyasi hareketi şeklinde ileri sürülen mevcut siyasi yapı da, bu konuda Eyyübi ve Horasani’nin doğrudan mirasçısı sayılabilir. Ulusal özgürlüklerini asırlar evvel kazanmış olan Ortadoğu halkları (Arap, Fars,Türk vs.) özgür değillermiş gibi ve daha da ötesi, kendisini hiç ilgilendirmediği halde, bu siyasi yapı boyunu aşan politikalarla ve canı pahasına bu halkları savunmaktadır. Ama Kürd sorununu ise, şeker pancarı, hububat ve sarımsak üreticisinin sorunuyla eş değer tutacak eksende anlaşılmaz politikalar yürütmektedir. Uğruna nice canlar feda ettiği halklardan bir tane oy bile almazken, savunduğu bu halklar tarafından meclise girmeleri bile istenmemektedir. Bu çok vahim ve düşündürücü bir durumdur.

Sosyolog İsmail Beşikçi’nin makalesinden öğrendiğimiz kadarıyla, araştırmacı yazar İhsan Colemergi tarafından yazılan “Mezopotamya Uygarlığında Hakkari” isimli kitapta Selahaddin-i Eyyübi’nin bu yönüne değinildiği görülmektedir. İsmail Beşikçi hoca, son makalesinde bu kitaba önemle dikkat çekerken, söz konusu kitabın ismini de özenle başlık olarak kullanmaktadır. İsmail Beşikçi hoca, Nerinaazad’ın Web sitesinde yayınladığı 10/01/2022 tarihli makalesinde, Selahaddin-i Eyyübi’yle ilgili bu kitaptan bir alıntı da yapmaktadır. Alıntıda; “Selahaddin-i Eyyübi, islamı geliştirmek için Suriye, Filistin ve Mısır çöllerinde at koşturuyordu. Kudüs’ü kurtararak Haçlılar’ı durdurmuştu. Arap, Fars ve Türk egemenlerine yeniden iktidar yolunu açtı. Ama Kürdleri unutmuştu. Doğup büyüdüğü Revadi toprakları islam ordularının ablukası altındaydı. Müslüman Revadiler, işgalcilerin baskıları altında inim-inim inliyordu. Ama Selahaddin’i Eyyubi bu konularla hiç ilgilenmedi” denilmektedir.

Görüldüğü üzere, tüm bu tarihsel olumsuzluklar sonucunda sakıncalı bir kültür meydana gelmiştir. Bu kültür, süreç içerisinde Kürd toplumunda değişim ve dönüşümleri negatif yönden etkilediği söylenebilir. Sosyoloji disiplini çerçevesinden konuya bakıldığında, makro kültür kapsamında değerlendirilebilecek olan aşiret kültürünün değişim ve dönüşüm süreci asırları bulabilmektedir. Ancak normal seyirdeki değişim ve dönüşümü olumsuz etkileyen birçok faktör gibi, mevcut sistem tarafından yapılan bazı suni müdahaleler de değişim süreçlerini hantallaştırabilmektedir. Dolayısıyla, değişim ve dönüşümün temel faktörleri sayılan sosyal, kültürel, ekonomik ve dinsel etkenlere müdahale edildiği zaman, ilkel aşiret bağlarının çözülmesi aksayıp aşiret duygusunun katı şekilde devam etmesine neden olmaktadır. Bu bakımdan, Kürd toplumunda hala övünç kaynağı sayılan aşiret olgusu, yer-yer zindeliğini koruyarak, birçok olumsuzluğu beraberinde getirebilmektedir.

Dünya halklarının birçoğunda görülen aşiretsel yapılar çok öncesinden devletleştikten sonra, tarihsel misyonunu yitirip tamamen çözülmüşlerdir. Kürd’lerde ise, durum olması gereken seyirde yürümemiştir. Örneğin, Kürd aşiretlerinin geneline yakını, devletleşme fırsatı olan tüm dönemlerde tarihsel misyonunu yerine getirmeyerek, sadece kendi liderinin varlığı için cebelleşmiştir. Bu yaklaşımım çok radikal bir sav olarak algılansada, son ikiyüz yılda baş gösteren Kürd isyanlarının dramatik şekilde yenilgiye uğramasının temelini oluşturan aşiretsel tutarsızlık gerçeği, benim öne sürdüğüm savı eksiksiz şekilde doğrulamaktadır. Böylece, geçmişin vebali hala dağ gibi sırtlarında kalan bu çarpık ve iptidai aşiretsel yapılar, Kürd’ler arasında ayrışma yaratmak adına, dernekleşmek suretiyle adeta birbirleriyle kıyasıya rekabet etmektedirler. Diğer yandan, sistemin zımni desteğini gören ağa, şeyh, seyyid ve bey gibi kurumlar, kendi menfaatlerine alet ettikleri aşiretsel yapıları tekrar zinde kılmaya çalışıp, aşiret fertlerinin sistemle entegrasyonlarını sağlamaya çalışmaktadırlar. Bu şekilde ulusal bilinçten yoksun bırakılan aşiret fertleri, söz edilen kurumların birer piyadesi haline gelerek, istenilen biçimde yönlendirilmeye müsait bir kıvama getirilmeğe çalışılmaktadır. Böylece ulusal duygudan uzaklaştırılıp, aşiret kültürünün etkisine sokulanlar, efendisinin tüm çıkarlarını kollamakla kendini mükellef kılıp, efendisine ve aşiretine laf edenin canına bile kastedebilecek kadar şuursuz ve tehlikeli bir hale gelebilmektedir.

Özellikle ulusal egemenliğini kazanamamış ulusların ardışık değişim süreçlerinde yaratılan aksaklıklara bakıldığında, kolonyalist güçlerin rolleri belirgin olarak görülmektedir. Etnik, dinsel ve geleneksel inanış ve kimliklerin sistem tarafından bastırıldığı, yâda alıkonulduğu ülkelerde, birey devlet tarafından birer piyade olarak şekillendirilmekte ve sistemin gereksinimi ölçüsünde değişim-dönüşüme kanalize edilmektedir. Örneğin; Ortadoğu islamist ülkelerinin politikaları genelde bu yörüngede seyir etmektedir. Bu tür ülkelerde, toplumun kontrol altına alınması için, aşiretsel duygunun sürekli köpürtülmesi, dinin olması gereken noktadan daha fazla öne çıkartılıp kutsallaştırılmasıyla, feodal ve gerici kurumlar yeniden örgütlendirilip diriltilmeğe çalışılmaktadır. Buna bağlı olarak, aşiret liderleri ile dinsel cemaat önderlerinin kendi etkisindeki kitleyi sistemle entegre etmeleri karşılığında, sistem tarafından vekillik, rütbe ve benzeri makamlarla ödüllendirilmeleri ekseninde absürt politikalar güdülmektedir. Bu politikaların bir parçası olarak, aşiretsel yapılar sistem tarafından dolaylı olarak örgütlendirilip dernekleştirilmektedir. Kürd toplumunda ayrışma, çatışma ve çeteleşmenin körüklenmesine zemin hazırlayabilme potansiyeli olan aşiret dernekleri, toplumun uygar değerleriyle tamamen tezat oluşturmasına rağmen, söz konusu derneklerin çoğalmasına göz yumulmaktadır. Kuşkusuz bu durum, toplumun aydınlanmasını olumsuz yönden etkilemektedir.

1960’larda küresel ölçüde başlayıp birçok toplumu aydınlatarak, değiştirip dönüştüren sol hareketler, kaçınılmaz olarak Kürd toplumunu da etkileyip aydınlatmıştır. Sol hareketlerden etkilenen birçok Kürd aydının öncülüğünde oluşan siyasi örgütlenmeler, feodaliteyi son derece törpüleyip zayıflatmıştı. Aşiretsel yapıların giderek yok olmaya yüz tuttuğu 1980’li yıllara gelindiğinde ise, bölgede Kürd siyasi hareketi olarak öne sürülen mevcut siyasi yapı, aşiretsel duygunun tekrar köpürtülmesine maalesef ön ayak olmuştur. Mevcut bu siyasi yapı, yerel yönetimlerde “aşiret temsiliyeti kotası” kriterini uygulayarak, aşiretsel duygunun yeniden kabarmasını tetikledi. Gün geçtikçe tehlikesi kartopu misali büyüyen bu aşiretsel temsiliyet politikası nedense hala genel ve yerel seçimlerde uygulanmaya devam edilmektedir. Güdülen bu politikayla, Kürd toplumu doğrudan doğruya feodalitenin kucağına itilmiş olmaktadır. Dolayısıyla, söz konusu siyasi hareket, bu anlamda vebal altındadır. Bu sakıncalı politikanın bir sonucu olarak, birçok Kürd solcusu ve eğitimlisinin bile kafasının arkasında aşiret duygusunun oluştuğu söylenebilir. Bu bakımdan, birçok Kürd solcusu ve eğitimlisi bile, yeri geldiğinde karşıdakini sindirmek adına, aşiret etiketine sarılma hastalığı ve aczine düşebilmektedir. Dolayısıyla, Kürd’lerde ilkel aşiret ruhu, feci ve maksatlı bir şekilde sürdürülmeğe çalışılmaktadır.

Bugün kurulan derneklerle hortlatılmaya çalışılan aşiretlerin sosyolojisine bakıldığında, bugüne değin birçok aşiret, Kürd’lerin genel ulusal özgürlüğü lehine herhangi bir cesurane teşebbüste bulunduğu söylenemez. Ama, sadece kendi liderinin bazen sistemle, bazen de komşu aşiretle olan şahsi çıkarsal anlaşmazlığı söz konusu olunca, bilinçsiz bir şekilde liderinin etrafında kenetlenerek, canını ve tüm varlığını feda edecek şekilde diğer aşiretle çatışmıştır. Bu iptidailiği de bir kahramanlık olarak görmüştür. Dolayısıyla aşiretlerin mevcut karakteristik yapıları gereği, ulusal özgürlüklere dair, samimi herhangi bir davranışta bulunabilmeleri zaten beklenemez. Süreç içerisinde pek çok aşiret, kendi efendisinin direktifiyle birçok ulusal harekete katıldığı ve daha sonra efendisinin sistemle işbirliği yapmasıyla çatışmanın ortasında ulusal hareketlere tamamen sırt çevirdikleri bilinen bir gerçektir. Özellikle son yüzelli yılda baş gösteren isyanların hemen-hemen hepsinin yenilgiye uğramasının temel nedeni, aşiretlerin kendi menfaatleri uğruna isyanlara menfurca sırt çevirmeleridir. Bu bakımdan, mevcut koşul ve zamanda, hiçbir halk, aşiret bilinciyle özgürlüğüne kavuşamamıştır.

II. Mahmut döneminde başlayan merkezi örgütlenme politikaları sonucunda ortadan kaldırılan Kürd Mirlikleri döneminin hukuku, aşiretler için oldukça bağlayıcıydı. Bu nedenle aşiretsel yapılar, topluma karşı hoyratça davranamazlardı. 1850 tarihinde yıkılan Mirliklerden sonra, misyon ve disiplin gibi işlevlerini yitiren aşiretsel yapılar, giderek mizacen erozyona uğramış ve tamamen karakter değiştirmiştir. Dolayısıyla, Kürd coğrafyasında 1850 tarihinden itibaren oluşan otorite boşluğundan faydalanan aşiretsel yapılar, cinayet, gasp, talan, zulüm, yağma ve benzeri suçlar işleyerek yapısal varlığını bu şekilde korumaya çalışmıştır. 1850’den günümüze kadar bestelenmiş olan ağıt, kılam ve anlatıların ihtivasına bakıldığında, bu yüzyetmiş yıllık kaotik sürecin baş aktörü olan aşiretlerin yığınca olumsuzluklarını görmek mümkündür.

Tüm bu olumsuz süreçlerden süzülerek bitap düşen aşiretsel yapıların yok olmaya yüz tutmuş mevcut hali, karanlık eller tarafından tekrar diriltilmek istenmektedir. Bununla beraber, toplumda sıkça zuhur eden aşiretsel yapıların menfur yönlerinin giderek aşırılığa kaçmasını kamçılayacak yapay kurumlar yaratılmaktadır. Aşiret kültürünün tekrar hortlatılması için “kanaat önderi” ismiyle uydurulan ve hiçbir kültürel, yasal ve hukuksal dayanağı bulunmayan bir ilkel kurum oluşturulmaya çalışılmaktadır. Sırtını aşiret gücüne ve sisteme dayayan, sözüm ona kanaat önderi kurumu, giderek toplumda korku ve kaygı yaratmaktalar. Devlet otoritesinin ve hukukunun olduğu bir yerde, bu tür yasal olmayan oluşumların ortaya çıkması devletin en büyük ayıbı ve eksiğidir. Kuşkusuz bu gidişat iyi bir işaret olarak algılanmayacaktır. Aslında bu olup bitenlerin tamamı karanlık bir proje temelinde yürütülmektedir. Bu tehlikeli projede, aşiret liderlerinin payı olduğu kadar, sistemin de payı oldukça fazladır.

Görüldüğü üzere, Kürd’lerin yoğunlukta olduğu illerde, son dönemlerde aşiret dernekleri adeta mantar gibi türemektedir. Kurulan aşiret derneklerinin açılış törenlerine Vali ve Kaymakamların katılımıyla, diğer birçok aşiretin de dernekleşmesi zımnen özendirilmektedir. Yaşadığımız bilişim çağı dokusuyla asla uyuşmayan bu iptidai aşiret örgütlenmeleri, karakteristik yapısı itibariyle de birtakım menfur durumların ortaya çıkmasına adeta zemin hazırlamaktadır. Tarihsel misyonunu yitirmiş olan aşiretsel yapılar, her nevi ranta dayanarak varlığını sürdürmek istemektedirler. Bugün Kürd’lerin yaşadığı birçok şehir ve kasabada varlık gösteren dominant aşiretlerin, güçsüz kesime uyguladığı her türlü baskının bugünkü yansımaları, sonraki süreçlerde kaçınılmaz olarak çeteleşeceğinin ayak sesleri olarak algılanmaktadır. Çünkü bu derneklerin kuruluş amacı, bugün varlığını yer-yer sürdüren ilkel kabilecilik anlayışına dayanmaktadır. Dolayısıyla, kurulan bu sayısızca aşiret derneklerinin uygar, demokratik, bilimsel ve özgürlükçü kavramlarla herhangi bir ilintisinin olması mümkün değildir. İlkel aşiret kabileciliği anlayışını önceleyen bu iptidai aşiret dernekleri, topluma zarardan başka hiçbir fayda sağlayamaz. Hulasaten, kurulan ve kurulacak olan aşiret dernekleri vasıtasıyla, sistemin ön gördüğü ölçüde, Kürd toplumunun zımnen ayrıştırılması, geriletilerek yozlaştırılması ve daha da önemlisi, ulusal bilincinin zayıflatılması hedeflenmektedir.

Not: 27/12/2021 tarihinde kaleme aldığım ve “Şêx Faxri Bokarki’nin Direniş Öyküsü” başlıklı yazımda, teknik bir hata nedeniyle, Şêx Faxri’nin dedesi olan Şêx Yusuf’un ismi yanlışlıkla Ali olarak yer almış. Diğer bir hata ise, Şêx Faxri’nin küçük oğlu olan Şirin’in evlatlık olarak alındığının doğru olmadığını ve sadece alınmak istenildiğini belirtmek isterim. Ayrıca, Şirin’in dayısı olan Dewrêş’ın bu konudaki çabası yazıda yer aldığı şekilde olmadığını, dolayısıyla biçim, mekân ve zamanın belirsizliğinden dolayı bu konunun muğlak olduğunu belirtmek isterim. Bu bakımdan, Abdurahman Seyrek’in bu konudaki nazik uyarısı için kendisine teşekkür ediyorum.

13/01/2022-Ankara

Mustafa BALBAL

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Bu makale toplam: 4525 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:15:35:00

Son Makaleler

Ağrı İsyanında Öldürülen Şêx Tahar’ı 91 Yıl Sonra Hatırlamak! Bıruki Aşiretinden Temoçin Ailesinin Erivan’dan Meclis-i Mebusan’a ve TBMM’ye Uzanan Siyasi Öyküsü Ekolojist HDP Üç Maymunu Oynuyor Selahattin Demirtaş’ta Liderlik Vasfı Var mı? Kürd Tarihi ve Sosyolojisi Bazen Abartılıyor 1916- Kürd Soykırımı Kürdolog Halil Hayali Kimdir? Ramazan Davulculuğu Geleneksel Faşizmdir 140 Yıllık Mültecilikten Tetikçiliğe Çerkes’ler… Şêx Faxri Bokarki’nin Direniş Öyküsü Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nin Sosyolojik Tarihsel Kronolojisi -8- Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nin Sosyolojik Tarihsel Kronolojisi -7- Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nin Sosyolojik Tarihsel Kronolojisi -6- Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nin Sosyolojik Tarihsel Kronolojisi -5- Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nin Sosyolojik Tarihsel Kronolojisi -4- Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nin Sosyolojik Tarihsel Kronolojisi -3- Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nin Sosyolojik Tarihsel Kronolojisi -2- Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nin Sosyolojik Tarihsel Kronolojisi -1- HDP ile CHP’nin Muhataplık Paradoksu Atatürk Laik’miydi? Türkiye’de Kemalist Irkçılığın Sosyolojisi ve PKK Faktörü Yahudi-Arap Çatışması ve Kürd’ler Ermeni’ler Kimdir, Neden Toprak Sattılar? 1 MAYIS VE KALIN ENSELİLERİN İSTİSMARI Ermeni’ler Nekadar Kürd Öldürdü? Seyidxan ile Elican’ın İsyan Öyküsü ve İTC-Ermeni İşbirliği 2. bölüm Seyidxan ile Elican’ın İsyan öyküsü ve İTC-Ermeni İşbirliği Mele Mıstefa Barzani’ye saldırmak ahlâki değil Mahabad Kürd Cumhuriyeti gibi, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni de Yıkmaya Çalışıyorlar Şeyh, Tarikat ve Kürd’ler ''Seyyid'' kimdir? Ve Kürd’ler… Bir Zamanlar Erivan Radyosu Kürd’lerin Devlet Olamayışının Faktörel Kronolojisi Ezidi Soykırımcısı IŞİD'in referans kodları 33 Kurşun Yahudi Jenosid'inin dün ve bugününe Kürd'lerin bakışı Dengbêj Seyidxan’ê Boyağçi’nin Cenazesinde Görülen Vefasızlık HDP'nin Yürüyüşü ve Demokrasi Çıkmazı Feridun Yazar'ı Anmak ve Anlamak Ahlât Selçuklu Mezarlığı söylemi ütopik bir söylemdir Kızıl Kürdistan'da Ermenistan'ın Vahşet Anatomisi