İnsanlık tarihi boyunca oluşa gelen toplumsal muvaffakiyetlerin ve buna benzer olguların zaferle taçlandırılmasında bazı şahsiyetlerin oynadığı rol ne yazık ki örtük kalmıştır. Kendi yaşamını ve hatta tüm ailesinin yaşamını bile feda edebilecek kadar özverili, onurlu ve bir o kadar da sahici olan bu tür kahramanlar ne yazık ki kitleler tarafından bazen pek tanınamamıştır. Bu yönlü oluşan toplumsal zafiyetler, bugüne değin bu kahramanların yüce emeklerinde kuşkusuz herhangi bir eksiklik yaratamadığı gibi, bundan sonra da yaratamayacağı tartışmasızdır. Ancak bu şahsiyetlerin sahip olduğu destansı yönlerinin behemehal öne çıkartılması, önemsenmesi ve yeni nesillere etraflıca anlatılması adeta milli bir ödev gibi görülmelidir. Diğer yandan, ön planda var olan liderlerin elinde bulundurduğu kudret ve gördüğü saygınlığın dayandığı kaynağa bakıldığında, zorlukları göğüsleyip, canı pahasına davayı amacına ulaştırarak, yüce değerler yaratan nice isimsiz kahramanların bireysel ve kolektif mücadelesi görülmektedir. Bu kahramanlardan biri de, Bokarki Şeyhlerinden olan Şêx Faxri’dir. Bu zatın genel davranışlarındaki naifliği ile, uzun boylu ve narin yapılı oluşundan ötürü, halk tarafından kendisine “Şêx’ê kubar” (Kibar Şeyh) denilmiş ve öyle tanınmıştır.
Şêx’ê Kubar’ın saklı kalmış destansı yanı araştırıldığında, bazı yazılı kaynakların yanı sıra, özellikle dengbêj Şakıro’nun seslendirdiği “Şêxê Kubar Bavê Becet” kilamıyla da öne çıkmaktadır. Burada bir kez daha dengbêjlik kültürü ve sanatının Kürd tarihinde vuku bulmuş toplumsal ve ulusal olguların asırlar boyu nesilden-nesile sözlü olarak ödünçlenmesinde önemli ölçüde rol oynadığı, bir kez daha ortaya çıkmaktadır.
Şêx Faxri’yi biraz daha yakından tanımaya çalıştığımızda, takriben 1922 yılında uygulanan vergi adaletsizliğine ve yine o dönem bölgede vuku bulan baskılara karşı direnişe başvurarak, silahlı bir grupla 13 yıl boyunca dağları mesken tuttuğunu görmekteyiz.
Daha sonraki yıllarda, kendini Şêx Said isyanının içinde bulur. Şêx Said hareketine ailesiyle birlikte fiilen katılan Şêx Faxri, isyan döneminde cesaretiyle Diyarbakır yöresinde oldukça nam salar. Ailenin neredeyse tamamı etkin bir katılım sağladığı Şeyh Said isyanında yer alan amcası Şêx Şemseddin, Şark İstiklal Mahkemesinde yargılanarak, Şêx Said’le beraber idam edilmişti. Diğer amcası Şêx Nureddin de yine aynı şekilde, isyan nedeniyle Harput’ta idam edilir. Amcasının oğlu Şêx Mısbeh ise, 1938’de Şêx Said’in kardeşi Şêx Abdurahim’le beraber Suriye’den Türkiye’ye geçerken, Bismil’e bağlı Sinan köyünde 17 arkadaşıyla beraber çatışmada yaşamını yitirir.
Görüldüğü üzere, Şêx Said isyanının yenilgiye uğramasından sonra, dağılan birçok Kürd ailesi gibi, Şêx Faxri’nin ailesinden de kimisi ölür, kimisi sürgüne yollanır, kimisi de yurt dışına çıkmak zorunda kalır. Yenilginin akabinde, birçok direnişçi dağlara sığınırken, birçoğu da İran, Irak ve Suriye’ye geçer. Suriye’ye geçenlerden biri de Şêx Faxri’dir.
Suriye’ye geçtikten sonra, 5 Ekim 1927 tarihinde Lübnan’ın Bihamdun şehrinde kurulan Hoybun (Xoybu) Cemiyeti’ne üye olur ve zaman sürecinde cemiyetle sıcak ilişkiler içerisinde bulunur. Araştırmacı yazar Mahmut Begik’in bana aktardığı bilgilere göre: Şêx Faxri, Suriye’ye geçtikten sonra, yerleştiği Kamışlu şehrindeki evinde Hoybun Cemiyeti yetkilileri bir toplantı yapar. Yıllar sonra, Diyarbakırlı Hacı Hüseyin Azizoğlu(eski sağlık bakanı Yusuf Azizoğlu’nun ağabeyi)’nun nazırlığını yapacak olan hacı Aziz, o dönemde 13-14 yaşlarında olup, okur-yazarlı olduğundan, o toplantıda kâtiplik yapar. Hacı Aziz, 1976 tarihinde bu olayı araştırmacı yazar Mahmut Begik’e etraflıca aktardığını henüz öğrenmekteyiz.
Yazılı kaynakların yanı sıra, sözlü kaynakların da, Şêx’ın direnişi ve biyografisi hakkında bize oldukça ışık tuttuğunu görebilmekteyiz. Örneğin, Şêx Faxri’nin direniş hadisesi konusunda birtakım bilgiyi sözlü olarak aktaran ve aynı zamanda Şêx Faxri’nin torunu olan Abdurahman Seyrek’e göre: Ağrı isyanının bastırıldığı 1930 tarihinden sonra, Şêx Faxri bir grup arkadaşıyla beraber Suriye’den Türkiye’ye geçer. 1932’de Batman köprüsü mıntıkasında çok sayıda asker tarafından ablukaya alınan Seyidxan’ın imdadına yetişerek çatışmaya katılır. Böylece uzun süre Diyarbakır ve Batman dağlarını mesken tutarak, silahlı eylemler gerçekleştirir. Bu nedenle devlet, Şêx Faxri’yle uzlaşmak ister. Takriben 1932 tarihinde, Umumi Müfettiş İbrahim Tali Öngören tarafından Şêx Faxri ile kâtibi Pêçarlı Fehmi bey’in güvenliği sağlanarak, Diyarbakır’da bulunan Cemil Paşazade köşküne davet edilir. Teslim olmaları durumunda af edilecekleri önerisinde bulunulur. Çok sayıda silahlı adamıyla görüşmeye katılan Şêx Faxri ise, af dilemeyeceğini söyleyerek, bir dizi talebini birer-birer sıralar. Fakat talepleri kabul edilmeyince, arkadaşlarıyla birlikte toplantıyı terk eder.
Malazgirt yöresinde meskun olan Seyidi aşireti ilerigelenlerinden Usıv’ê Seydo’nun oğlu Seyidxan ile, Karayazı yöresinde meskun olan Berazi aşireti ilerigelenlerinden Haci Ağa’nın oğlu Elican’ın başkaldırısının devamı olarak 1932’de Batman köprüsü mıntıkasında askerlerle yaşanan kanlı çarpışmada, Şêx Faxri’nin bir grup arkadaşıyla beraber Seyidxan’ın imdadına koşup çatışmada yer aldığı savı öne sürülmektedir. Ancak, Seyidxan’ın kardeşi Tevfik’in Suriye’de bulunduğu 1932 tarihinde, Çıra dergisinin 4. sayısında yayınlanmak üzere, Celadet Ali Bedirxan’a verdiği mülakatta yer alan verilere bakıldığında, Şêx Faxri’nin o dönem Seyidxan’ın yardımına gittiği konusunda ileri sürülen savın, mülakattaki somut bilgilerle örtüşmediği görülmektedir.
Bir başka kaynağa bakıldığında ise, araştırmacı yazar Ahmet Aras’ın Kürdçe olarak kaleme aldığı ve 2009’da “Peri yayınlarından” çıkan “SERHILDANA SEYİDAN U BERAZAN” isimli eserin 107. sayfasında Şêx Faxri’nin katkısından başka şekilde söz edilmektedir. Eserde yer alan bilgilere göre: Seyidxan kendi hanımı ile kardeşi Tevfik’in hanımını Şêx Faxri’nin Talorik dağındaki evine bırakır. Kendileri Suriye’ye geçtikten sonra, hanımlarının da daha sonra Suriye’ye getirilmesini Şêx Faxri’den rica eder. Şêx Fexri ise, uzun süre kendi evinde misafir ettiği bu iki emanet hanımı istenilen sürede Suriye’ye gönderip Seyidxan’a teslim ettirmektedir. Burada mertçe bir davranış sergileyen Şêx Faxri’nin bu asil duruşu, röportajda kendisine yönelik öne sürülen iddialarla pek örtüşmediği anlaşılmaktadır. Bu bakımdan, söz konusu mülakatın sonraki yıllarda yapılan çevirisi sırasında, metnin teknik bir hata nedeniyle tahrifata uğrayabileceği ihtimalini göz önünde bulundurmak gerekir.
Sürekli orduyla yaşadığı çatışmalar nedeniyle, devlet tarafından aile fertleri uzun süre gözetim altına alınır. 1933 tarihinde Şêx Faxri’nin hanımı Dılşa da dâhil olmak üzere, Bokarki ailesinden yüzlerce kişi için sürgün kararı çıkarılır. Dılşa ile 15 yaşındaki oğlu Becet(Behçet)’in elleri kelepçelenerek Paşa, Ali İhsan, Mücahit ve Şirin adındaki diğer dört çocuğuyla beraber, sürgün edilecek kafileye dâhil edilip yük trenine bindirilir. Kafile, Malatya başta olmak üzere, birçok şehirde dolaştırıldıktan sonra, Kütahya’ya sürülür. Kütahya’da mecburi iskâna tabi tutulan Dılşa ve beş çocuğu, yıllarca ahali tarafından dışlanıp horlanarak zor günler geçirirler. Bu kadar meşakkatten sonra, Dılşa’nın Kütahya’daki evinde bilinmeyen bir nedenle yangın çıkar. Mücahit ismindeki çocuğu alevlerin içinde kalarak, feci şekilde can verir. Dılşa’nın dinmeyen evlat acısına başka bir evlat acısı daha eklenmişti. Daha önce, bir General, Şêx Faxri’nin Şirin isimli erkek çocuğunu annesinden kopararak evlatlık olarak alıp götürmüştü. Daha sonra, Şirin’in dayısı Dewrêş (Derviş) ağa, gider Generali bir şekilde arar, bulur ve yeğeni Şirin’i ondan geri alarak annesi Dılşa’ya teslim eder. Dılşa, daha sonra en büyük oğlu Becet’in acısıyla da sarsılacaktı. 20’li yaşlara erişen Becet, Kütahya’da bilinmeyen kişi yâda kişilerce ilaç içirilerek beyin hasarına uğratılır. Öldüğü 1990’lı yıllara kadar da, beyin hasarıyla yaşar.
Feodal aşiret unsurlarının çıkarsal nedenlerden kaynaklı olarak, düzenle uzlaşması ve halkının haklı çıkarlarını hiçe sayması yaklaşımı, Kürd aşiret tarihinde sıkça rastlanılan menfur olgulardan biridir. Birtakım feodal aşiret unsurlarının düzenle sürdürdüğü uzlaşı mantalitesi, Şêx Faxri’nin öldürülmesi sürecinde de tekerrür ettiği görülmektedir. Böylece 1934 tarihinde, Badıki ve Hiya (Xiya) aşiretlerinin işbirliğiyle, Şêx Faxri’ye karşı Hazro bölgesinde geniş çaplı bir askeri operasyon düzenlenir. Günlerce süren şiddetli çarpışmalar, Hesıkan ve Godernê vadilerine yayılır. Şêx Faxri’nin yanında bulunan Mecit’ê Zaza ve Sofi’yê Xerzi gibi etkin şahısların da içinde bulunduğu silahlı grubun sığındığı mağara, tamamen kuşatılır. Çıkan çatışmada Şêx Faxri ile çok sayıda arkadaşı yaşamını yitirir. Cenazeler Hazro merkezine getirilerek, kazılan derin bir çukura topluca gömülür.
Şêx Faxri’ye karşı girişilen askeri operasyona değinen Bazil Nikitin, “KÜRTLER” isimli sosyolojik eserinin 341. sayfasında olaya olduğu gibi değinerek: “1933’te Diyarbekir civarında Şeyh Fahri(Faxri)’ye karşı bir polis harekâtına girişildi, bunun sonucu olarak, 1934’te bir dizi idam, müebbet hapis verildi” şeklinde konuyu satırlarına taşıyarak, direnişe yönelik gerçekleşen askeri operasyonu teyit etmektedir.
Biçar tenkil harekâtı çerçevesinde, Şêx Faxri’ye yönelik gerçekleştirilen askeri harekâtlardan birine ilişkin başka bir bilgi ise, Kurmay Albay Reşat Hallı tarafından kaleme alınan “TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NDE AYAKLANMALAR 1924-1938” isimli eserin 242. sayfasında yer almaktadır. Eserde: “24 Ekim 1927 sabahından itibaren başlayacak harekâtın birinci safhasında asıl hedef olarak Şeyh Fahri ve Şeyh Fevzi çetelerinin faaliyet bölgeleri olan, ve sonradan kuzey bölgesinden kaçabilen eşkiyaya da emin bir barınak teşkil eden Kulp ilçesinin Hüveydan bölgesi gösterilmiş, aynı zamanda Zulkarneyn vadisi batı kısımlarındaki havalide perakende bir surette dolaşan bazı eşkıya gruplarının tedibi istenmiştir” şeklinde gerçekleştirilen askeri operasyonlardan birinin hedefi detaylı şekilde belirtilmektedir.
Ayrıca, araştırmacı yazar, Nevin Güngör Reşan’ın 2008 tarihinde İngilizce, Kürdçe ve Türkçe olarak kaleme aldığı ve “DOZ” yayınlarından çıkan “KÜRT ÜNLÜLERİ” isimli kitabının 246. sayfasında Şêx Faxri’nin yaşam öyküsü ile direniş eylemlerine ilişkin oldukça çarpıcı bilgiler yer almaktadır. Örneğin: “1899 yılında Diyarbakır’a bağlı Farkin’in Kamışlı köyünde dünyaya gelen Şêx Faxri, Nakşibendi tarikatı mensubu Şêx Ali Bukarki’nin torunu olup anne ve babasının tek çocuğudur. Devletin Kürd’lere yönelik baskı politikalarına karşı çıkarak, Şêx Said hareketi içerisinde yer aldı. Hareketin bastırılmasından sonra bir grup arkadaşıyla birlikte dağları kendine mesken tuttu. Silvan, Lice, Kulp, Hani, Bingöl ve Muş çevresini kapsayan geniş bir coğrafyada direnişe devam etti. Arkadaşlarıyla birlikte Malêgir mevkiinde karargâh oluşturarak Kürd halkının umut ve kurtuluş ışığı oldu. Mesken tuttuğu dağlarda 13 yıl boyunca direnişi sürdüren bir gruba komuta ederek, onlarca pusu ve çatışmadan sağ çıktı. Kendilerinden sayıca ve teçhizat yönünden daha üstün güçlerle baş etmeyi bilerek, Kürd halkının sevgisini ve desteğini kazandı” şeklinde Şêx Faxri’yi birçok yönüyle anlatmaya çalışmıştır.
1934’te Şêx Fexri’nin öldürülmesinde rol üstlenen Badıki ve Xiya aşiretlerinin o dönemki menfur yönü, Usıv’ê Seydo’nun oğlu Seyidxan’ın 1932’de Mardin bölgesinde öldürülmesiyle de öne çıktığı görülmektedir. Ünlü Kürd dengbêj Şakıro, birçok kılamında bu iki aşiretin o günkü menfur yönünü sıkça işlemektedir. Örneğin: Seyidxan’ın öldürülmesini konu eden “Ez rebenım” kılamındaki gibi, Şêx Faxri’nin öldürülmesini konu eden “Şêxê kubar bavê Becet” kılamında da bu iki aşiretin o dönemki bilinen işbirlikçi ve menfur rollerinden etraflıca söz ettiği görülmektedir.
Kürd toplumunda sıkça zuhur eden aşiretsel yapıların menfur yönlerinin aşırılığa kaçmasının sebeplerine bakıldığında, özellikle devletin rolü bariz şekilde görülmektedir. Yine toplumsal değişim sürecinin de aynı şekilde devlet tarafından aksatıldığını söylemek yanlış olmasa gerek. Toplumlarda kaçınılmaz olan ardışık sosyal değişim süreçlerinin evresel geçişlerinde yaratılan yapay aksaklıklar, engebeli bir geçiş döneminin yaşanmasına neden olabilmektedir. Özellikle egemenliğini yitirmiş toplumların ardışık değişim yapılarında oluşan aksaklıklara bakıldığında, kolonyalist güçlerin rolü belirgin şekilde göze çarpmaktadır. Etnik, dinsel ve geleneksel inanış ve kimliklerin devlet tarafından bastırıldığı yerde, birey ve toplum devlet tarafından birer piyon olarak dizayn edilebilmektedir. Bu şekilde, devletler tarafından sosyal değişimin ardışık seyrine müdahale edilerek, devletin politik amaçlarının gereksinimi ölçüsünde değişim-dönüşüme müsaade edilmektedir. Örneğin, özellikle islamist inanışların etkin olduğu Ortadoğu devletlerinin politikaları genelde bu eksende biçimlenmektedir. Örneğin devlet desteğiyle toplumda aşiretsel duygunun sürekli kabartılması, yada dinin olmasından daha fazla öne çıkartılıp kutsallaştırılması amaçlanarak, bu tür feodal ve gerici kurumların örgütlendirilmesi ve tekrar diriltilmesine çalışılmaktadır. Buna bağlı olarak, aşiret ağaları ile, dinsel cemaat liderlerinin devlet tarafından bu maksatla ödüllendirilip sürekli parlamentoda bulundurulması politikası, sistematik bir şekilde devam ettirilmektedir.
Sosyolojik olarak, makro kültür kapsamında değerlendirilebilecek olan aşiret kültürünün normal değişim ve dönüşüm süreci devletin uyguladığı yapay müdahalelerle daha da uzamaktadır. Aynı şekilde, bir mikro kültürün evresel süresi ortalama bir asır kadar iken, bu süre daha da uzatılabilmektedir. Kuşkusuz doğada ve evrende her şey değişim ve dönüşüm mekanizması çerçevesinde dinamiktir. Ancak toplumlardaki sosyal değişime müdahale edildiğinde, süreç olması gerekenden daha yavaş işler ve ardışık akış bozulur.
Ortadoğu toplumlarındaki aksak işleyen ardışık durum, kuşkusuz Kürd toplumunun sosyal süreçlerinde de görülmektedir. Devlet sahibi olmayan Kürd toplumunun sosyal süreçlerinde, egemen devletlerin müdahalesi kaçınılmaz olmaktadır. Dolayısıyla, Kürd toplumunda aşiretsel yapıların ömrü devlet desteğiyle daha da uzatılarak, ulusal bilincin zayıflatılması hedeflenir. Bu bakımdan, aşiretsel yapılar devlet desteğiyle örgütlendirilip dernekleştirilmektedir. Kurulan aşiret derneklerinin açılış törenlerine katılan Vali ve birçok devlet yetkilisi, diğer aşiretlerin de dernekleşmesinin önünü açmaktadırlar. Böylece kurulan aşiret dernekleriyle, Kürd toplumu ayrıştırılarak, oluşan ve oluşacak olan ulusal bilincin zayıflatılması kaçınılmaz hale getirilmektedir.
Böylece ulusal bilincin yok edilmesiyle oluşan aşiretsel duygu sonucunda gelişen rant ilişkileri, birtakım menfur durumları da beraberinde getirmektedir. Bu bakımdan, ulusal bilinçten yoksunlaştırılan aşiretsel yapıların bugün ve geçmişteki pratiklerine bakıldığında, birçok defa ulusal kurtuluş hamlelerine ağır darbeler vurdukları görülmektedir. Örneğin, Nehri hareketi, Bedirhan bey hareketi, Şeyh Sait hareketi, Mele Selim hareketi, Ağrı isyanı ve Mahabad Cumhuriyeti dönemi gibi, pek çok genel ulusal hareketlerin yanı sıra, birçok lokal hareketi de saymak mümkündür. Bunlardan biri de, Şêx Faxri Bokarki’nin öncülüğünde baş gösteren uzun soluklu lokal direnişidir. Bu direnişin öyküsüne bakıldığında, yine aynı şekilde bazı işbirlikçi feodal aşiret beylerinin menfur yaklaşımları sonucunda, direniş kanlı bir şekilde bastırılarak, direniş lideri Şêx Faxri ile birçok arkadaşı dramatik bir şekilde öldürülmüştür…
Not: 21/3/2021 tarihli ve “Seyidxan ile Elican’ın İsyan Öyküsü ve İTC-Ermeni İşbirliği -2-” başlıklı makalemde, Şeyh Sait’in kardeşi Şeyh Abdurahim’i teknik bir hata nedeniyle “Bavê Becet Şêxê Kubar” olarak tanıtmaktayım. Oysa, teyit edildiği üzere, “Bavê Becet Şêxê Kubar” Şêx Faxri Bokarki’nin kendisidir. Düzelterek, kusurumun hoş görülmesini rica ederim.
27/12/2021-ANKARA
Mustafa BALBAL
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.