Yazı yazarken ölümden mi bahsetmeli insan yaşamdan mı?
Yoksa börtü böceğin yaşam formunu taklit ederek, midesini yemlemek dışında bir kaygı taşımayan; acı çekeni, zulme uğrayanı zerrece umursamayan insanların, hüzne pekde yakışmayan hazin hikayelerini mi yazmalı?
Hiçbir şeyin öldürmek ve ölmek kadar kolay olmadığı bu ölü, bu belalı, bu cezalı topraklarda yazacak onca şey varken kalem oynatacak takadi bulamaması insanın, sıradan bir suskunluk tercihi olmasa gerek!
İdrakın ve izanın bittiği noktadayız.
***
"Bir zamanlar insanlar hayatlarından memnun değillerse devrim yaparlardı, şimdi alışverişe çıkıyorlar."
Çavuşesku döneminde Rumen halkının yaşamını anlattığı eserleri ile tanınan Herta Müller, kültürel hissizliği bu cümlelerle dile getirmişti.
Hissiz olmak kolay çünkü.
Çabasız bir tercihtir hissizlik.
Acıya ıslık çalmak, ölüme sırt çevirmek gibi.
Açlığa mahkûm edilen de sefaleti sineye çekip rıza gösteren de bu insanlar oysa. Üstelik hayatlarına hükmeden şey bir kuru ekmek.
Yüzlerce insanın ölüm istatiğinin bu toplum nezdinde bir kuru ekmek kadar ehemmiyet taşımadığının bilincine vardık.
***
Cumartesi Anneleri, 27 Mayıs 1995'ten bu yana her cumartesi günü Galatasaray Meydanı'nda oturma eylemleri düzenleyerek siyasi cinayetlere kurban giden yakınlarının faillerini arayanlardan oluşan bir topluluktur.
757. hafta geride kaldı.
Dile kolay çeyrek asırdır evlatlarının akıbetleri için dil döküyor bu insanlar.
Tek dertleri evlatları, eşleri, sevdikleri...
Bir söz, bir iz; evlat diye iç geçirip hasret giderecekleri bir avuç toprak.
Yakınlarına ait kemikler, o kemikleri topraklayacakları bir mezar istiyorlar.
Sığınabilecekleri tarihi İstiklâl Caddesi'nde Galatasaray Meydanı vardı bir tek.
Bir umut o mahşeri kalabalıktan utanırlar da seslerine kulak verirler diye her cumartesi günü varıp oraya gittiler.
Evlat diye Galatasaray Meydanı'nda hiç tanımadıkları insanların gölgesine sarıldılar.
***
Görsel dini ritüellerin saklı duygu ve düşünceleri örten bir perde vazifesi gördüğü bu toplumda "ölenin kimliği" ölüme haklılık payesi veriyor.
Aslında hiçbir şey göründüğü gibi değil bu toplumda. Her şey gizli olan, perde arkasındaki gibidir.
Günahkâr.
Zorba.
Asılsız ve anlayışsız.
Perde önünde sergilenen; dindarlık ve demokratlıktır.
Perdenin arkası kimsesizlerin doldurduğu mezarlık...
***
Cumartesi annelerinin feryadını 757 haftadır duymayan, sesine kulak vermeyen, bu noktada sorumluluk almak yerine meydanları onlara dar eden iktidar mensupları, bir baktık ki HDP'nin Diyarbakır il başkanlığı önünde arzı endam ediyor.
Şimdiye kadar hiç de alışık olmadığımız bir eylem şekli gündeme geldi. Evet ilk kez tam teşekküllü devlet desteğini arkasına alan bir eylem biçimi bu.
Çocuklarının alıkonulup dağa kaçırıldığını iddia eden anneler Diyarbakır HDP il başkanlığı'nın önünde oturma eylemi başlattı.
Olay henüz münferit bir hadise gibiyken bir anne sessiz sedasız eylem başlatıyor ve ne hikmettir bilinmez ama üç gün sonra çocuğu bulunuyor.
Çocuğunu bulan anne bunula da yetinmiyor, diğer annelerin de gelip oturma eylemi yapması için çağrıda bulunuyor. Ve yine ne hikmetse çağrısı hemen karşılık buluyor.
Ağlama merasimine eşlik etmek için siyasiler, siyasetin yemlediği sanatçılar, hükümet medyası Diyarbakır'a bir koşu gidip yine ve yeniden "analar ağlamasın" pozu verdiler.
Dedik ya: Aslında hiçbir şey göründüğü gibi değil bu toplumda. Her şey gizli olan, perde arkasındaki gibidir.
Günahkâr.
Zorba.
Asılsız ve anlayışsız.
Perde önünde sergilenen; dindarlık ve demokratlıktır.
Perdenin arkası kimsesizlerin doldurduğu mezarlık...
***
Bu eylemin bizzat iktidar eliyle tertip edildiği, HDP'yi bertaraf etmek maksadıyla bir tür manivela olarak kullanıldığına dair sarih öngörüler varsa da, yüreği yanmış o cefakâr annelere hürmetsizlik etmemek adına bu hususu şahsi vicdanlarına bırakıyorum.
O anneler evlatlarını istemekte tabiki haklılar.
Vicdanı körelmediği müddetçe masum insanların harbe mermi gibi sürülemsine hiç kimse razı olmaz.
Ancak polis korumasında yapılan bir eylem sizede biraz tuhaf gelmiyor mu?
Evladının akıbeti için orada eylem yapanlardan birinin çocuğunun yakın zamada bir hava saldırısında hayatını kaybettiği ortaya çıktı. Haberi alan anne eylemi sonlandırıp yanmış, yıkılmış ocağına gitti.
Gitti gitmesine lakin HDP binası önünde eylem yaparken şefkat gösteren, elini tutan devlet cenaze merasimi yapmalarına izin vermedi. Cenazeyi sessiz sedasız toprakladılar.
Toynaklarını parlatıp eyleme koşan "merasim sanatçıları" o anneye başsağlığı dilediler mi bilmem ama eylem sırasında o anneyle yan yana durdukları için acaba başımıza bir şey gelir mi diye kara kara düşündüklerine eminim.
Devletin şefkati kasırga gibidir. Estiğinde toz zerresine gökyüzünde özgürlüğü tattırır, dindiğinde ise bir hayali kandırmacayla her şeyin yer ile yeksan olduğunu gösterir.
***
41 yaşında ünlü bir komedyen, başarılı bir tiyatrocuyken ilk kez adım attığı siyaset sahnesinde kısa süre içinde büyük bir halk desteğini arkasına alarak Ukrayna devlet başkanı seçilen Vladimir Zelenskiy parlementoda hiç de alışık olmadığımız bir konuşma yapıyor.
"Güç halka hizmet edende olmalı.
Ofislerinizde benim fotoğrafımın olmasını istemiyorum.
Çünkü devlet başkanı bir idol ya da ikon değildir.
Ofislerinizde çocuklarınızın fotoğrafı olsun.
Her kararınızdan önce onların gözlerine bakın."
Çocuklarının gözlerine bakıp suç işlemekten imtina etme duygusu bizim toplumun yabancısı olduğu bir his. Ancak insan yine de böylesine erdemli bir duruşun olabilme ihtimaline vuruluyor.
Her kararınızdan önce çocuklarınızın gözlerine bakın. Belki o zaman mermi niyetine çocuklar savaşa sürülmez. Belki o zaman anaların gözyaşı diner.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.