Arat Barış Son Makaleler

COVID-19: Tanrı'nın Eli

Felaketler, insanlığın varoluşundan bugüne kadar sonsuz acıların yaşanmasına yol açtığı gibi, yeni umutların yeşermesine, insanlığın daha sağlam hayata tutunmasına da vesile olmuştur.
COVID-19: Tanrı'nın Eli
Makaleyi Paylaş

Tabi bu durum kişilerin bakış açılarına göre farklı yorumlanabiliyor. Kimine göre doğanın kendini yenilemesi olarak nitelenen küresel felaketler, kimileri için Tanrı'nın insanlara kızarak, dünyadan elini çekmesinin neticesi olan bir tür cezalandırmadır.

Malum yeni yıla küresel bir salgının tehlike eşiğini atlayarak girdik. Çin'de başlayıp, kısa sürede bütün dünyayı etkisi altına alan COVID - 19 salgını, yediden yetmişse herkesin hayatının merkezinde yer edinmiş durumda.

Sonuçları üzerinde konuşmak için henüz çok erken olsa da, bilimsel bir tutarlılıkla davranan ülkeler ve insanlar olduğu gibi, bunu bilim dışı bir ezberle değerlendirenler de var.

Çin'den İran'a, İtalya'dan, Fransa'ya, İspanya'dan Amerika'ya kadar dünyayı kasıp kavuran COVID - 19 salgını, kimi insanlar için hâlâ paranoyak bir safsata, yahut Tanrı'nın dünyadan elini çekmesi gibi fantastik bir algıdan ibaret. Hal böyle olunca bize doğru gelen şeyin bir salgından ziyade cehennemin bizatihi kendisi olduğu hissine kapılıyor insan.

***

Bu yazıyı yazma fikrinden bağımsız olarak, zaruri sebeplerden dolayı bugün dışarı çıktım. Araç bekleme salonuna girdiğimde normal insanların arasına giren anormal biri gibi hissettim kendimi, çünkü herkes gayet rahat bir şekilde otururken, maskeli olan ve belkide kaygılı olan tek kişi bendim.

Bir süre ortamın sessizliğine hayret ederek, biraz da üzerimde yoğunlaşan küçümseyen bakışların dağılmasını bekleyerek oturdum.

Bu esnada üç kişi Coronavirüs üzerine konuşmaya başıdırlar. Görece kaygılı olan diğerine; "burada ne işimiz var, hadi evimize gidelim. Hastalıktan dolayı her yer kapalı zaten, gidecek kahve de yok, bari evimize gidelim. Söylediklerine bir yorum gelmeyince, aynı kişi konuşmasına devam etti; burada önlem yok, önlem, bak Avrupa'da herkes evinde, devlet insanlara bakıyor. Bizde yok. Sonumuz kötü olacak."

Yanımda oturan kişi, bu yazıya ilham olacak engin düşünceleriyle konuşmaya başladı.

"Virüs falan yok. Yalan bunlar yalan. Siz bilmiyorsunuz, bunlar oyundur oyun. Bu hastalık değil, cezadır. Allah, elini dünyadan çekti, cezamızı çekiyoruz. En tehlikeli hastalık kanserdir, kanser niye bulaşmıyor?"

Karşıda oturanlardan birinin söylediklerini onayladığını görünce, muzaffer bir kumandan edasıyla konuşmasına kaldığı yerden devam etti.

"Bizim insanımız bilmiyor. Camiler kapalı, Mekke, Medine kapalı... Neden kapatmışlar Allah'ın evini? Hastalıktan kaçıyorlar. Hastalıktan korkuyorlar. Allah'tan korkun günahkârlar. Allah isterse hepimizi burada öldürür zaten."

Ortamda kesif bir sessizlik hakimdi.

Muzaffer kumandan, cehalet ırmağından bir çağlayan gibi coşkuyla akıyordu... "İnsanları yıkamadan, kefenlemeden gömüyorlar. Bu haramdır. Allah bunun hesabını sorar. Neymiş efendim virüs bulaşacakmış, ölmüş gitmiş artık, Allah'ın evine götür, cenaze namazını kıl, ondan sonra defnet. Allah o zaman bu belayı def eder. Bakın ben söylüyorum bu Corona beni öldürürse, beni yıkamadan, namazımı kılmadan beni gömerseniz hepiniz mümafık olursunuz. Allah bunun hesabını sorar."

Cehalete meftun şahsın, dehşete düşüren sözlerini dinlerken, Albert Camus'un Veba romanından bir cümle anımsadım: "Dünyada her kötülük, daima bilgisizlikten gelir, bilgiye dayanmayan iyi niyet de kötülük kadar zararlı olabilir."

***

Kara Ölüm 1347 - 1351 yılları arasında Avrupa'da büyük yıkıma yok açan veba salgınıydı. Asya'dan başlayarak 1340'lı yılların sonlarında Avrupa'ya ulaştı. İnsanlar dışarıdaki tanımlanamaz hastalığın içeriye girmemesi için evlerine kapanıp, ateş yaktılar. Ateşe ve dumana sığındılar. Oysa katil onlarla birlikte evlere kapanmıştı.

Avrupa şehirleri veba için muazzam bir üreme alanıydı. Kimse farelerin potansiyel suçlu olduğunun farkında değildi. Küçük mekanlarda kalabalık gruplar halinde yaşıyordu insanlar.

Dışarıdaki katilden kaçarak evlerine hapsolan insanlar korku dolu ve şaşkındı. Herkesin ölümü beklediği o günlerde, dünyanın sonunun geldiğine inanılıyordu. Bunun seytan işi olduğuna dair her türlü belirti mevcuttu. Bu hastalığa Tanrı'nın gazabı yol açmıştı!

1337'de vebadan 4 kişi öldü. İki sene sonra ölü sayısı 100'e ulaşacaktı. Veba Avrupa'ya geldiğinde, milyonları kırıp geçiren ölüm makinasına dönüşecekti. Milyonlarca insan ne olduğunu anlamadan sefalet içinde ölecekti.

Kara Ölüm, küçük bir bakterinin yol açtığı, sıçan yardımıyla ve pireler tarafından taşınan bir hastalıktı. Avrupa'yı kasıp kavuran Veba, bir süre sonra mutasyona uğradı. Artık bir taşıyıcıya ihtiyacı yoktu, insandan insana geçirebiliyordu. İnsanların kalabalık gruplar halinde iç içe yaşadığı şehirler, nefes alıp veren cesetlere dönüşmüştü.

İnsanlar salgını "Tanrı'nın intikamı" olarak niteleyecekti. Tıpkı yanıbaşımda oturan kişinin COVID - 19 salgını için; Allah'ın dünyadan elini çekmesi gibi akıl almaz bir tutarsızlıkla nutuk atması gibi.

Veba, Avignon'a vardığında, halk, Papa 6. Clemente'ten Tanrı'yla anlaşarak kendilerini kurtarmasını istedi. Ancak veba önlenemedi, Papa'nın muazzam otoritesine rağmen Avignon'u kasıp kavurdu. Papa, kökten bir çözümle ölülerin atılması için nehirleri kutsamakla yetinecekti.

Avrupa'nın içlerine kadar yüzen cesetler, hastalığı her yere bulaştırdığı gibi, görenleri dehşete düşürdü. Din adamları, halkı her şeyi yapabileceklerine inandırmıştı, oysa hiçbir güçlerinin olmadığı anlaşıldı.

Hiçbir girişim salgını durdurmaya yetmedi. Zenginler ihtişamlı kalelerinde, sıradan insanlar ise sokaklarda kırıldı.

***

Veba salgınının "Tanrı'nın gazabı" olduğuna inanan insanlar, bu sakat anlayıştan kendilerine otoriter bir paye biçen din adamları, bu algıyı besleyen varlıklı insanlar, korkunç acılarla can verdiler.

Kara Ölüm, etkisini yitirdiğinde, bilimin aydınlattığı yolda, etkisi bugüne varan büyük aydınlanma çağı, yani Rönesans başlayacaktı.

Johannes Gutenberg, 1447 yılında matbaayı icat etti. Matbaanın icadıyla günümüze kadar milyarlarca kitap basıldı. Bilgiye erişim kolaylaştı. Yönetim sistemleri sorgulanmaya başladı. Demokrasiye yön veren ihtilaller, sanayi devrimleri oldu. Özgür ortamda bilim gelişti.

Bir kaç asır önce salgın hastalıklar karşısında çaresiz kalan insanlık, bilimin gelişmesiyle ölüme kafa tutar hale geldi. Doğal felaketler için; "Tanrı'nın gazabı" diyenler değil, bilime inananlar bunu gerçekleştirdi.

Günümüzde Ortaçağ karanlığının argümanlarıyla toplumsal olayları ve küresel salgın hastalıkları değerlendiren insanların olması, insanlık için dehşet verici bir durum olsa da, bilimin ışığı, cehaletin ve dogmaların keşif karanlığına galip gelecektir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Bu makale toplam: 10073 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:15:41:58