Botan Beyi, Mir Bedirhan Bey'in oğlu Mithat Bey, Mısır'da çıkardığı ilk Kürtçe gazetede halkına şu cümlelerle sesleniyordu: "Ey ağalar, beyler! Çocuklarınızın günahı boynunuzda olacak. Okula gönderin, okutun onları. Zenginleriniz köylerinizde okullar açsın. Allah için sevap işleyin. Ey ağalar beyler, ey Kurmançlar! Kürtler saygıda kusur etmeyen bir halktır, bunu dünya biliyor. Ancak savaş artık sadece saygı ve iyilikle yürütülmüyor. Söylediklerime kulak asmayıp çobanlık ve rençberlik yapmaya devam ederseniz, kısa bir süre sonra ülkeniz tamamen harap olacak."
Kürt partileri ve ileri gelenleri, bu anlaşılır, akılcı öğüdü uygulamak yerine günübirlik sefahatler ve siyasi ikbal üzerinde politika geliştirmeyi uygun gördüler. Kısa süreli mutsuzluğa katlanarak, geniş zamanlarda yaşayacakları sefahati elde etme fırsatını elbirliğiyle toprağa gömdüler.
Mithat Bedirhan Bey'in kehaneti, o gün bugündür gölge gibi Kürtlerin "harap" olmuş toprakları üzerinde dolaşmakta.
***
Kendi içinde ihaneti, zulmü ve zorbalığı "zebercet" gibi boynunda taşıyan Kürt toplumu, çağı yakalamak ya da bir yüz yılı daha ıskalamak arasında bir tercihte bulunmak zorunda olduğu kaotik zamanlardan geçiyor.
Kürt siyasi partilerinin her biri kendi gettosunun otoritesi olmaya heveslenirken, belkide "muhasara" altında yaşamanın ağır koşullarından bahsetmeden önce, özgürlük anlayışımızı sorgulayıp, özgürlükten ne anladığımıza bakmamız lazım.
Özgürlük hepimizin anladığı şekliyle bir başınalık, yabancı sayılan bir otoriteden sıyrılmak, bizi biz yönetiriz mantığıyla o otoritenin yerini doldurmak değildir. Sanırım Kürt partileri yıllardır bu öngörüyle yahut öngörüsüzlükle hareket ettiği için ihanetle - vatanseverlik metaforunu çalkalayıp sürekli uçuruma yuvarlanıyorlar!
Özgürlük zekâyla, aklın edimlerini doğru biçimde pratiğe aktarmakla, o pratiği bilime dönüştürmekle olur. Yani sorgulama ve araştırma dinamiğini mutlak kılmak, özgürlüğe giden güzergâhı aydınlatmanın yolu yöntemidir.
Ekonomik olarak özgür olmayan bir toplum, politik olarak özgür olamaz. Eğitim pratiğini inovasyona dönüştüremeyen toplumlar, özgürlük yanılsamasıyla şiddet sarmalı arasına hapsolmaya mahkûmdur.
***
Uzun vadede Kürt toplumunun mahvına yol açma potansiyeline sahip iki büyük mesele var bana göre: İlki "dilsel asimilasyon" sorunudur. Diğeri ise eğitim meselesidir. Oysa çağı ıskalamayacak bir eğitim modeliyle bu iki hayati sorunun üstesinden gelmek mümkün.
1980'de yurtiçi hasılası ve arge çalışmaları Türkiye'nin bile gerisinde olan Güney Kore, 90'lara geldiğinde deyim yerindeyse duvara toslamıştı. Savaş yorgunu Güney Kore iflasın eşiğine gelmişti. Bu noktadan sonra ekonomik olarak var olmak, savaştan daha önemli bir hâl aldı. Bunun yolu da eğitim seferberliğinden geçiyordu.
Güney Kore hükümeti 1990'da eğitim bütçesini altı kat artırarak 29 milyar dolar seviyelerine çıkardı. Bu devletin kamu bütçesinin yüzde 20'sine denk geliyordu. Öğretmenler, bu eğitim yatırımının en önemli parçasını oluşturmaktaydı. Kore, öğretmen maaşları sıralamasında 10. sıradan 3. sıraya yükselerek OECD istatiklerini değiştirmeyi başarmıştır.
Kapsamlı bilgi hakimiyeti sayesinde, gerek inovasyondaki girişimleri, gerek beceri geliştirmeye ve insan kaynaklarına verdiği önem sayesinde, günümüzde orta gelirli ülkelerin karşısına çıkan önemli zorluklardan biri olan "ortagelir tuzağına" düşmeden yoluna devam etmeyi başarmıştır.
Güney Koreli aileler başarısızlık için hiçbir bahaneyi kabul etmeden genç nesilleri eğitim seferberliğine teşvik ettiler. Ya otoriteye sığınıp "Kuzeydeki düşman kardeşleri" gibi dünyadan soyutlanacaklar yahut evrensel bilimi esas alıp aydınlığa çıkacaklardı. Onlar tercihlerini akıldan yana kullandılar.
Güney Korelilerin başarısına yön veren sihirli cümle "kısa süreli mutsuzluğun ardından uzun süreli mutluluk" olacaktı.
Yurtiçi hasılası 1.65 trilyon dolar, enflasyon oranı 1.3, işsizlik oranı 3.4 seviyelerinde olan Güney Kore, yakaladığı bu ivme ile çoğu Avrupa ülkesini geride bırakmıştır. 51 milyon nüfusu olan Kore yarımadasının incisi Güney Kore'nin kişi başına düşen milli geliri ise 33 bin dolar seviyelerinde.
Bugün Güney Kore nüfusunun okur yazar oranı yüzde yüze ulaşmış durumda. İnovasyonda süper güçlerle rekabet edecek safhayı çoktan aşan Güney Kore'de ülke nüfusunun yarıya yakını üniversite ve yüksek lisans mezunu.
Ünlü Amerikalı yazar Amanda Ripley, eğitim sistemiyle ilgili olarak şunları söyleyecekti: "Eğer ortalama bir Amerikan eğitimi ile ortalama bir Kore eğitimi arasında seçim yapmak zorunda kalsam, istemeden de olsa Kore modelini seçerdim. Gerçek şu ki, modern dünyada çocuklar nasıl öğrenmek, nasıl çalışmak ve başarısızlıktan sonra nasıl yoluna devam etmek gerektiğini öğrenmek zorunda. Ve Kore modeli tam da bunları öğretiyor."
***
Moderniteye itibar eden bir anlayışı esas alıp, evrensel bilinçle hareket etmek, Kürtler için yegâne kurtuluş yoludur. Muhasara altıda yaşamanın handikapını ancak bu şekilde, yeni bir eğitim vizyonuyla aşabilirler.
"Çağ dışı bir otoritenin yerini bir başka çağ dışı otorite alacaksa buna onay vermek, rıza göstermek özgürlük sevgisiyle değil, riyakârlıkla açıklanabilir."
Baskıyı sitematik hâle getiren otoritedir.
Otorite özgürlük değil, korkudur. Korkunun araçlarını kullanarak kendini var eder ve ayakta kalır. Baskının olduğu yerde toplumun temel kaygısı doğal olarak "korkuyla" açıklanabilir.
Otoritenin mutlak, korkunun hakim olduğu bir toplumda demokratik yaşamdan, refahtan, sevgiden, özgüvenden bahsedilebilir mi?
Merkezi otoritenin bulunmadığı, her aşiretin kendi yasasını koyduğu, hiçbir aşiretin öteki üstünde söz söylemeye kalkışmadığı, kaba adalet düzeniyle gettoların oluştuğu, eğitim ve inovasyonun olmadığı bir "özgür toplum" hayali size de iç karartıcı gelmiyor mu?
Halkın ıstırabını ve yalnızlığını anlamak, buna yönelik eğitim programları geliştirmek özgürlüğe giden yolu aydınlatır.
Güney Kore, kısa süreli mutsuzluğa katlanarak uzun süreli mutluluğa erişti. Modern dünyanın hayranlıkla bahsettiği, örnek aldığı bir eğitim ve refah toplumu oldu.
Kürt toplumu bu akılcı yaklaşımı neden göstermesin? Onurdan başka kaybedecek hiçbir şeyi kalmamışken üstelik!
İçinde sefalet ve ıstırap olmayan, bireylerin korku yaşamadığı, kaygı beslemediği bir özgürlüğün olması gerekir. Toplumsal refah için elzem olan budur.
Acı tecrübelerle öğrendik ki ölümün, dini dogmaların ve hamasetin yüceltildiği, eğitimin yok sayıldığı yönetimler hangi otoritenin tasarrufunda olursa olsun felaket getirir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.