İlgili, ilgisiz bu topraklarda yaşayan herkeste savaşa, ölüme ve sefalete dair bir bilinç oluşmuştur.
Kimisi için kahır deryası, kimisine ıslık çalası...
Acı olan egemenlerin olur olmaz sataşması değil, Kürd'ün Kürd'e bakışı bana göre.
Bu olmamışlık "hendek olaylarında" kaya gibi üzerimize yuvarlandı.
Şehirler yıkıldı, evler bombalandı. Yüzbinlerce insan evini barkını bırakıp göç etmek zorunda kaldı. Korkunç bir savaş siyah beyaz bir film şeridi gibi gözümüzün önünden akıp geçti.
Kimi hayıflandı, kimi kederlendi, kimi fırsatçılık yaparak evsiz barksız, aşsız ekmeksiz o insanlardan nemalanmak istedi.
O insanların acısını bir nebze dindirmek için imkânı olmadığı hâlde çırpınanlar da vardı, savaşın nimetleriyle semirmiş olup "yahu Kürtler adam olmaz" demeyi münasip bulan, münasebetsiz Kürtler de vardı.
En kolay katlanılan başkasının acısı nede olsa...
***
Bu münasebetsizliği, bu akıl ve vicdan tutulmasını son dönemdeki bütün kırılma hatlarında gördük.
Bu ahlâki kırılmalara dikkat çekmek istediğim bir önceki yazımın pek de hoş karşılanmadığını gelen mesajlarda gördüm.
Bir yazarın sorunu yalnızca umut vermek değildir. Bunu belirtmek isterim. İnsanların yaşadığı derin ve birbirinden farklı sorunlar vardır. Bu derin ve karanlık sorun alanlarına ışık tutmak, asıl yapılması gerekendir.
Kürtlerin savaşı cephede değil, kendi içinde.
Her ne kadar bunu görmek istemeseler de hakikat bu.
Kürtler iç çatışmalarını beslemek, anlaşmazlıklarını körüklemek ve düşman olduğuna kani oldukları egemenlere "sızlanmak" dışında ne yapıyorlar?
***
91'de fiili, 2003'ten itibaren anayasal özerkliğe kavuşan Kürdistan Bölgesel Yönetimi 30 yılıdır neler yaptı, ne kadar yol kat etti mesela!
İstihdama dayalı ekonomik kalkınma modeliyle halkının refahına ne ölçüde katkı sağladı?
Savunma sanayisinde ne kadar yol aldı?
Kalkınma modeli üzerinden eğitim seferberliği ilan edildi mi?
Nispeten olumlu bir seyir olduysa da devrim niteliğinde bir ilerleme sağlanamadı. Bu başarısızlık, bu "olmamışlık" durumu Kerkük işgalinde görüleceği üzere Kürtlere pahalıya mâl oldu.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde iki farklı asayiş birimi, iki farklı defakto devlet teşkilatı ve en önemlisi iki farklı peşmerge gücü var.
Devlet olmaya matuf olamamış iki özerk bölge, bu bölgeleri nizamından sorumlu olan iki parti....
İdeolojik anlamda kamplaşmanın had safhada olduğu, eğitimden adalete, ekonomiden güvenliğe kadar kurumların ikiye bölündüğü bir yerde uluslaşmayı, millet olma şuurunu nasıl inşa eseceksiniz?
***
Dediğim gibi Kürtlerin savaşı cephede değil, kendi içinde.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi 30 yıldır ekonomik anlamda, eğitim ve istihdam alanında ivme kazanamamışsa, en önemlisi güvenlik konusunda "ulusal orduyu" kuramamışsa, sorun çevresel değil içseldir. Yani sorun Kürtlerin kendi içinde "bölünmüşlük" sorunudur.
Güneyde Kürtler bir başarı hikâyesi ortaya koyamayıp, iç sataşmalarla zaman öldürdüğü için diğer bölgelere de model olamadı.
Ortada bir başarı hikâyesi olmadığı için diğer bölgelerde aynı "iç sataşmayı" ihrac ettiler.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde olduğu gibi Rojava'da da birbirinin ayağına çelme takan iki farklı fraksiyon, bu fraksiyonları domine eden iki askeri yapı var.
Bölünmüşlüğün had safhada olduğu, birlikteliğin olmadığı bir toplum neyi amaçlar: Şüphesiz derebeyliğini.
Mahsus mahalde aile kavgalarınızla, ihtiraslarınız ve kıskançlıklarınızla, didişmelerinizle mutsuz, tatminsiz, eksik ve ıstıraplı bir hayat sürdüğünüzün farkında değil misiniz?
Oysa siz bu kaya gibi hakikati müstehzi bir yanılsamayla örtbas ediyorsunuz ve eksik olanın ismiyle övünmeyi tercih ediyorsunuz.
Kürtler gelinen aşamada artık bir karara varmalılar... Üretime dayalı bir ekonomiyi hayata geçiren, evrensel eğitimi önceleyen, omuz omuza aynı saflarda duran askerlerin olduğu ulusal bir orduyla geleceğe yürümek mi yoksa bu kör dövüşle bir arpa boyu yol almadan yerinde saymak mı?
***
Bizi kötülükten koruyacak, çıldırmaktan alıkoyacak bir hâl çare gerek.
Rojava'da şu anda içler acısı bir durumun olduğu muhakkak.
Şimdi her şey terk edilmişlik duygusu içerisinde yalnız ve çıplak...
Koşulların dayattığı acı, bunu en korkunç haliyle yaşıyor Kürtler. Bu toz duman dinecek elbet. Şartlar değişip hayat yaşam vaad etmeye başladığında yepyeni bir başlangıç yapmak gerekir.
Evet, onur timsali değiliz hiçbirimiz, ancak onura timsal bir toplum yaratmak için aklımızı, ahlâkımızı ve cesaretimizi ortaya koyabiliriz.
Bu ideal; mukavemet çetelerine rağmen esarete ve ihanete son vermek için bir başlangıç olabilir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.