Otoriteyi insanların cehaleti, fakirlikten bozma sefaleti üzerine bina etmiş toplumlar tehlikelidir.
Boyutu ne olursa olsun yaşadığınız zulüm ve trajedi birilerinin siyaset aracı olabilir bu tür toplumlarda.
Savaş bir şerha gibi gibi içinizi kanatıp, masum insanların başına gelebilecek musibetlerden ötürü yüreğinizi kasıp kavururken, bir adım ötede el ovuşturup halaya duranların olması muhtemel.
Dünyanın her yerinde bu böyledir. Ama Ortadoğu'daki gibi bir "savaş ve saadet" fetişizminin bir örneği daha yoktur.
İnsanlığa umut olabilecek normlar konusunda hiçbir ilerleme sağlamasa da Şark toplumları, vahşetin propogandasına değer biçmekte eşsizdir.
***
Ezidi soykırımının travmasını henüz atlatamamış bu belâlı coğrafyada yeniden savaş tamtamları çalmaya başladı.
Ağızlarda tükürdüğüm kan tadı...
***
Kulağım kirişte yazı yazarken, ABD Başkanı Donald Trump Twitter'dan şu açıklamaları paylaşıyordu:
"ABD’nin sadece 30 günlüğüne Suriye’de olması gerekiyordu, bu uzun yıllar önceydi. Orada kaldık ve hedefi olmayan bir savaşta giderek daha derine daldık. Ben Washington’a vardığım zamanlarda IŞİD bölgede terör estiriyordu. Hızlıca IŞİD’in yüzde yüzünü yendik ve çoğu Avrupa’dan olan binlerce IŞİD savaşçısı yakaladık. Ancak Avrupa onları geri istemedi, ‘onlar sizde kalsın ABD’ cevabı verdi. Ben de dedim ki, ‘Hayır size çok büyük bir iyilik yaptık, şimdi onları ABD’deki hapishanelerde tutmamızı ve çok büyük paralar ödememizi istiyorsunuz. Onları siz yargılamalısınız’. Onlar tekrardan ‘HAYIR’ dedi. ABD’nin NATO’da, ticarette ve her şeyde olduğu gibi yeniden eziklik yapacağını düşündüler.
"Kürtler bizimle birlikte savaştı ancak onlara bunu yapmaları için aşırı büyük miktarda para ve ekipman verdik. Kürtler Türkiye’yle onlarca yıldır savaşıyorlar. Ben, bu savaşı yaklaşık 3 yıl boyunca engelledim, ancak bizim için bu saçma ve sonsuz savaştan çıkmanın ve askerlerimizi eve getirmenin zamanı geldi. BİZ ÇIKARIMIZA OLAN YERDE SAVAŞACAĞIZ VE BUNU ANCAK KAZANMAK İÇİN YAPACAĞIZ. Türkiye, Avrupa, Suriye, İran, Irak, Rusya ve Kürtler şimdi ne yapacakların ve mahallelerindeki ele geçirilen IŞİD savaşçılarıyla nasıl başa çıkacaklarını bulmalı. Hepsi IŞİD’den nefret ediyor ve yıllardır düşman oldular. Biz 7000 mil ötedeyiz ve eğer yakınımıza bir yere gelirlerse IŞİD’i yeniden ezeceğiz."
***
Bu açıklamalar bana Mel Gibson'un yönettiği ve başrolünü oynadığı Cesur Yürek filmini anımsattı.
Mel Gibson'un ünlü İskoç halk kahramanı William Wallace'ı canlandırdığı filmde, özgürlük kavramının yanında savaş ve entrika içerisinde olan insanların dramatik hikâyesi gözler önüne seriliyor.
Çocukken ailesini İskoçya uğruna kaybeden William Wallace'ın karısı da İngiliz askerleri tarafından öldürülür. Wallace'ın intikam arayışı kısa zamanda ülkesinin özgürlüğü için destansı bir savaşa dönüşür.
Halkına yapılan her türlü saldırıyı bertaraf ederek, halkının özgürlüğünü kazanma mücadelesine girişen Wallace'ın önüne birçok engel çıkar. En büyük ve zor engel "entrika içerisinde olan" kendi halkının soylulardır.
William Wallace büyük savaş için nihayet harekete geçtiğinde, yanında duracağına ve birlikte savaşacağına "onur sözü veren" soyluların ihanetine uğrar. Savaşın kopma anı geldiğinde soylular bir bir Wallace'a sırt çevirir.
William Wallace'ın ordusu yenilmiştir. Mağrur İngiliz kralının yanında saf tutan soylulardan biriyle düelloya girişir Wallace. Ancak aldığı darbeyle yere yıkılır. Kuşandığı çelik zırhın ardına saklanan soylunun kim olduğunu merak eder. Nihayet öldüğünü sanarak eğilip bakmaya çalışan "soylu" ani bir hareketle kurban durumuna düşer. Başındaki çelik başlığı çıkardığında gördüğü kişi karşısında gözyaşlarıyla yere yıkılır Wallace.
İhanet eden kişi, "onur sözü" veren soylu Robert the Bruce'dan başkası değildir.
Bu ihanet, yutkunamadığı bir yumrudur.
Boğazında düğümlenen hıçkırıklar, Wallace için sarsıcıdır.
***
Bu ruh haline sıklıkla sürüklenirim. Ne vakit "İhanet zincirini tutanların" utancıyla bir başıma kalsam, filmin bu sahnesini hatırlarım. Hatırladıkça da kederlenirim.
Peşmerge Şengal'i terkettiğinde, Kürt güçleri kurşun atmadan Kerkük'ü teslim ettiğinde de, aynı duyguyla William Wallace'ın yaşadığı ihaneti anımsadım.
Gelinen noktada Rojava'yı, Kürtlerin bitmek bilmez sefaletini anlamak için yakın zamanda cereyan eden sorun alanlarına bakmak gerekir.
Kerkük'e bakmak gerekir.
Kerkük kuşatma altındayken, böyle bir işgalin asla gerçekleşmeyeceğini, bunun olasılık dahilinde olmadığını büyük bir inançla yazmıştım.
Böyle bir aşağılanmayı sindirebilmenin mümkünatı yoktu zira. Kürtler böylesine bir kötülüğü niçin kendilerine yapsınlar? Bunun cevabı yoktu.
Yerini yurdunu terketmek, işgalcilere peşkeş çekmek onursuzluktu ve bunu en iyi Kürtler biliyordu. En azından ben bu yalın gerçeğe inanıyordum.
Küçük bir çocuğun elinden oyuncağını aldığınız vakit, o çocuk çırpınır, feryat figan ağlar oyuncağı için.
Bunu yapmak yerine kasabın elindeki bıçağı yalayan kurban olmayı tercih etti Kürt soyluları.
Mantık, öngörü ve sağduyu direnmeye, direnip toprağını savunmaya meylederken, Kürtler, iç ihtilâfa düşerek "ihanet" limanına demirleyecekti.
Kerkük'te savaş kapıya dayandığında William Wallace'ın şu cümleleriyle umut ettiğim günler için niyet tazelemiştim...
Savaşırsanız, belki ölürsünüz. Kaçarsanız, yaşarsınız. En azından bir süre… Ve bugünden yıllar sonra, yatağınızda ölümü beklerken, tüm günlerinizi, buraya tekrar gelebilmeyi, buraya tekrar gelip düşmanlarımıza yaşamlarınızı alabileceklerini, ama özgürlüğünüzü asla alamayacaklarını söylemeyi hayal edeceksiniz.
Kürtler direnmek yerine kaçmayı; vuruşarak toprağında kalmak yerine bir süre daha ecir altında yaşamayı seçti.
13. yüzyılda İskoç soylularının yaptıkları gibi Kürt soyluları da bağımsızlık şiarına bu şekilde ihanet edecekti.
***
Şengal'de Ezidiler'in yalnız bırakılması "ahlâki" açıdan kırılma noktasıydı.
Ancak Kerkük ihaneti bir milattı.
Kader birliği yapmayıp, aynı kaderi paylaşma erdemini ortaya koyamazsanız düşmanın namlusuna mermi olmanız kaçınılmazdır.
Aslında bu "olmamışlık" Kürtlere özgü bir durum değil. Uzun süre muhasara altında altında yaşamış toplumların temel davranış biçimidir ihanet.
İhanet duygusal yıkımlara yol açtığı gibi toplumların ulusal bilincini mukavim kılması açısından da yapıcıdır.
Ancak üzülerek söyleyebilirim ki Kürtler yüzyıllardır muhasara altında, ihanet beşiğinde salınmasına rağmen "ulus" olma şuuruna erişebilmiş değil.
Onun içindir ki Mesud Barzani; referanduma gidelim, bağımsızlık mı ortaklık mı ortaya çıksın dediğinde, egemenler, "oturun oturduğunuz yerde sizin mazinizde devlet mi var, siz daha millet olamamışsınız" demeyi reva gördüler.
Haksız da değiller!
Kürtlerin millet olma hayali yok, ihtişamlı partileri var. Uğruna halkını, toprağını peşkeş çekecek kadar kıymetli ideolojoleri var.
Onun için Rojava'da Kürtler tutunabilecek mi sorusunu sormak yerine, kıymetli ideolojolerini terkedip "millet" olabilecek mi diye sormak gerekir.
Çünkü sorun toprağı savunma şeklinde değil, sorun ihanet zincirini tutan elde. O el tetiği çektiğinde namlunun kime döneceği belli olmaz.
(Not: Yazının başlığı sevgili Leman Sam'ın Ağıt isimli şarkısından alıntıdır.)
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.