Arat Barış Son Makaleler

Babamdan yapılmış bir korkuydu dünya

"Babam gelirdi ve akşam olurdu.Bahçedeki akasya ağacı günboyu biriktirdiği kuşlarıbirer hayal topu olarak uzatırdı yatağımıza.Siyah beyaz bir fotoğraf gibi gelirdi babam.Ben o zamanlar bütün babaları susar sanırdım.Yalnızca gaz lambasıyla konuşan bir diş gıcırtısıydı babam."
Babamdan yapılmış bir korkuydu dünya
Makaleyi Paylaş

Bazen sevinçle, bazen gururla, bazen korkuyla, yer yer asabiyetle baktığımız, günün sonunda özlemle yokluğunu hissettiğimiz varlıktır baba.

Çocukluktan büyüme mevsimine, yetişkinlikten olgunluk dönemine değin "baba" figürü çocuğun paradoksudur. Elde edemediği sonuçtur, bir türlü varamadığı noktadır.

Belirsizliktir, bezginliktir, iftihardır, korkudur.

Küçükken güven duygusuyla kalbimizde yer eden baba imajı, gün ağarıp büyüdükçe çocuk, bir miktar kedere dönüşüyor.

O kederde, yaşanmamış günlerin özlemi, pişmanlığın, eksik sevgiyle büyümek zorunda kalmanın acısı var birazda.


***


Yalnızlığı gece sandığımız, yıldızların uzaklığına, ışıltısı göz dolduran yakınlığına hayret ettiğimiz, hayatı yorucu bir sokak koşturmacası, mutluluğu karanlığa karşı güven duygusuyla sığındığımız evlerimizden ibaret sandığımız zamanları geride bıraktıktan sonra bir tür hesaplaşma başlıyor.

Bilerek ya da bilmeyerek sevgisini kendi içinde hapseden, dışa vurduğu sertlik duygusuyla "geleneksel" baba imajına bürünen her erkek bu hesaplaşmanın tarafıdır.

Taşlaşmış bir yürekle koca bir hayatı böyle renksiz, böyle tatsız tuzsuz yaşamayı nasıl göze aldıkları ise muamma.


***

Hayat boyu çocuğunun yüzüne gülmeyen, sevgisini ifade etmek yerine çatık kaşların ardında gizlediği öfkesini gösteren baba, çocuğunun doğumuna sevinir oysa. Ağız dolusu gülmese de, bir müddet müşfik bir saadette dalgalanır.

Babanın sert, sevgisiz, kimi zaman sevimsiz olmasında geleneksel tabularla şekillenmesinin etkisi yadsınamaz. Lakin tümüyle de buna bağlanamaz.

Sevgisini göstermekten utanan, bunu eşinden, çocuğundan esirgeyen baba, evlenmekten, çocuk yapmaktan neden utanmıyor?

Utanılacak bir şey varsa buna sebep olan şeyin yapılmaması gerekir.

Gel gör ki bu toplumda tam tersi bir durum mevcut. Evlenmeye, çocuk yapmaya gelince ağzı kulaklarına varan adamlar, eşine, çocuğuna sevgi göstermeye gelince kör, sağır ve dilsiz oluyor. Asıl utanç duyulması gereken şey budur.

Diktiğin bir ağacı susuz bırakıp kurumaya terketmek ne ise eşini ilgisiz, çocuğunu sevgisiz bırakmak da odur.

Çocuğunu sevememiş, içtenlikle eşine sarılıp öpememiş, bir çift tatlı söz fısıldamamış erkeğin sahip olduğu şey babalık değil, bir çeşit fukaralıktır aslında.


***


"Babam en çok kışa yakışırdı.

Bütün oyunlarımız başkalarının evlerine bir güzellemeydi.

Annem babamın günahları için bir namaz yumağı hâlâ.

Ey penceresi dışarıya açık, içeriye kapalı evler…

Babam neden yalnızca içince güzeldi."


***

Karanlığa karşı güven duygusuyla sığındığımız evlerimize misafir gelmesi için küçük kaplerimizle kocaman dilekler dilerdik.

Çünkü içeriye kapalı pencereler, dışarıya açıktır.

Sertlikten, sevgisizlikten medet uman, bu yolla bir çeşit otorite tahkim eden baba, dışarıya karşı gayet munis, şen şakrak biri oluverirdi.

O kasvetli duruş, yerini utangaç ve aydınlık bir gülüşe bırakırdı.

Çocuğun da keyfine diyecek yoktu o vakit.

Çocuğunu sevip kucaklamanın, eşine ismiyle hitap etmenin "şerm" sayıldığı günleri büyük ölçüde geride bıraktık. Bıraktık bırakmasına ama o geleneksel tortular toplumda hâlâ kirli bir yağ tabakası gibi gezinmekte.

Bu "olmamışlık" iki boyutludur aslında. Erkeğin tahkim ettiği bu anlayışta kadının da dahli var.

Kız çocuğunu görmezden gelen, verdiği değer, gösterdiği ihtimamla erkek çocuğunu "göz ağrısı" yapan kadınlar, duygusuz ve bencil bir baba adayı yetiştirdiklerini hiç düşünmezler.

Oysa bilmeliler ki tohumun toprağa düştüğü an o andır.

Eksik sevgiyle büyüyen kız çocuğu, o dirayetsiz, o kırılgan haliyle erkeği amir gören bir tür sefalete sürüklenirken, göz ağrısı olagelen erkek ise bu haksız sevgiden kendisine otoriter bir paye biçmekte.


***

Kapılar titreyerek açılır, titreyerek kapanırdı.

Babamdan yapılmış bir korkuydu dünya.

Ben o zamanlar yalnızlığı gece sanırdım."


***

Sevgi yerine siddet gören çocuklara ne demeli peki... Hangi yaraya elini koysun o yavrucak, kimden aman dilesin?

Cenneti hayal ederken, evini cehenneme çeviren babalar...

Bu ürpertici çaresizlik karşısında hıçkırıklara boğulan çocuklar...

Şiddete ve mutsuzluğa saplanmış hayatlar...

Yaşam adına bir yığın dargın yürek, soluk benizler, yaşlı gözler ve hikâyesi eksik aileler.

Şöyle bir soluklansak, yüzleşsek korkularımızla kimbilir nelerden vazgeçeriz, neleri sarıp sarmalarız.

Babanızın ağladığını, yaptığınız muzipliğe katıla katıla güldüğünü, başınızı okşadığını, dönüp size tebessümle baktığını, gözlerinde bir iftihar ışıltısıyla sizi izlediğini, üşüyen elinizi avuçlarının içine alıp ısıttığını gördünüz mü hiç?

Kadının olmadığı bir evdi sizinkisi de öyle değil mi?

Kadının sesinin bir uğultudan ibaret olduğu bir ev...

Konuşmak istiyorsun, konuşamıyorsun.

Dilin dönmüyor, sevgisizliğin sakatladığı yüreğin aman vermiyor.

Söz yok.

Söz bulamıyorsun.

Söz, bağrında bir kaya parçası.

Babalarımız korkularımızdan ve yaralarımızdan ibaret.



Şiir: Şükrü Erbaş

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Bu makale toplam: 14064 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:16:01:05