Ataerkil tahkimli suç örgütüne mensup erkek zihniyeti gün geçmiyor ki cinayet işlemesin. Gün geçmiyor ki bir kadın toprağa düşmesin, gülüşü solmasın.
Bu bir musibet de değil üstelik. Kasırga gibi süreli değil. Okyanusa kıyısı olan bir kasabayı fırtınanın her gün vurması gibi bir durumla karşı karşıyayız.
Ağır ama istikrarlı bir biçimde kıyıları döven fırtına misali kadınlar öldürülüyor bu ülkede. Kimi ağız dolusu güldüğü için, kimi gülmeyi unuttuğu için, kimi bakımsızlıktan, kimi bakımlı olmaktan, kimi ölümcül sevgiden, kimi sevgisizlikten, bu vahşete kurban gidiyor.
Oysa hepimiz biliyoruz ki bu cinayetler, aklın edimlerini kullanmaktan aciz, yetersizliğini şiddetle bastırmaya çalışan hastalıklı ruh halinin yansımasıdır. Karanlık, kaba ve sakat ruh halinin.
Her gün bir cinayet haberi alıyoruz. Lanetleyerek uyuyoruz ve lanetli bir güne uyanıyoruz.
Her gün onlarca kadının canına mal olan bu lanetlenmiş hikaye ne zaman son bulacak?
Ne vakit bu lanetlenmiş hikayeye konu olan bir ölüm haberi alsam, kendisine tecavüz eden kişiyi öldürdüğü suçlamasıyla hukuksuz bir biçimde idam edilen Reyhaneh Jabbari'yi anımsarım.
Bir bulut gibi gelip tepemde salınır Jabbari'nin mahzun bakışları. Keder, sağanak yağmura dönüşür. Gülüşü eksik kalmış her bir kadının anılarına doğru usul usul akıp gider.
***
"Nasıl davranmamız gerektiğinin altını ne kadar çok çizdiğini hatırlıyor musun anne? Senin deneyimlerin yanlıştı. O olay başıma geldiğinde, öğrendiklerimin bana yardımı olmadı."
Bu yakarış, Reyhaneh Jabbari'nin annesine gönderdiği mektuptan.
Mektup şöyle başlıyor:
Sevgili Sholeh,
Öğrendim ki bugün kısasla tanışma sırası benimmiş. Yaşam kitabımın son sayfasına geldiğimi senden öğrenemediğim için kırgınım. Bilmem gerektiğini düşünmüyor muydun? Üzgün olduğun için ne kadar mahcup olduğumu biliyorsun. Neden senin ve babamın elini öpme şansını bana vermedin?
Dünya bana yaşamak için 19 yıl verdi. O uğursuz gecede ölmeliydim. Bedenim şehrin bir köşesine atılmalı ve birkaç gün sonra polis beni teşhis etmen için seni tecavüze uğradığımı da orada öğreneceğin adli tıp doktorunun ofisine götürmeliydi. Biz onların gücü ve servetine sahip olmadığımız için, katilim asla bulunamayacaktı. Hayatına utanç ve ızdırapla devam edecek, birkaç yıl sonra da bu ızdırap seni öldürecekti.
Her nasılsa bu lanetlenmiş hikaye değişti. Bedenim bir köşeye atılmadı, ama "Evin Hapishanesi" ve onun tek kişilik hücresine gömüldü, şimdi de mezarlığa benzeyen "Şehr-e Ray" hapishanesine. Ama kaderim buymuş, şikayet etme. Sen benden iyi bilirsin ki ölüm yaşamın sonu değildir.
Sen bizlere okula giderken bir kavga ya da şikayet karşısında bir hanımefendi gibi olmamızı öğretmiştin. Nasıl davranmamız gerektiğinin altını ne kadar çok çizdiğini hatırlıyor musun? Senin deneyimlerin yanlıştı. O kaza başıma geldiğinde, öğrendiklerimin bana yardımı olmadı. Mahkemede beni soğukkanlı ve zalim bir suçlu gibi anlattılar. Hiç gözyaşı dökmedim. Hiç yalvarmadım. Kanunlara güvendiğim için ağlamadım.
Ama kayıtsız olmakla suçlandım. İşte, sivrisinek bile öldüremez, hamam böceklerini antenlerinden yakalayıp dışarı atardım. Taammüden cinayetle suçlanıyorum. Hayvanlara yaptığım muamele bir erkeğe eğilim olarak yorumlandı ve hakim kazanın yaşandığı sırada tırnaklarımın uzun ve ojeli olduğu gerçeğine bile bakma zahmetine katlanmadı.
Kendisinden adalet beklenen bir hakim için ne kadar da iyimser! Ellerimin sporcu kadınlar gibi, özellikle de boksörler gibi, iri olmadığını sorgulamadı. Ve içime sevgisini ektiğin bu ülke beni hiçbir zaman istemedi, beni sorgulayanların hakaretleri yüzünden ağlarken, en adi sözlerini dinlerken hiç kimse bana destek olmadı. Güzelliğimin son işareti saçlarımı kazıdığımda 11 gün hücre cezasıyla ödüllendirildim.
Duydukların yüzünden ağlama. Karakoldaki ilk günümde, yaşlı bekar bir görevli canımı yakmak için tırnaklarımı kullandığında, güzelliğin burada aranan bir şey olmadığını anlamıştım. Güzel görünmek, güzel düşünce ve dilekler, güzel el yazısı, güzel gözler ve görüş, hatta hoş bir sesin güzelliği…
Anneciğim, düşüncelerim değişti ve bunun sorumlusu sen değilsin. Sözlerimin sonu gelmeyecek; onları, senin yokluğunda ve senden habersiz beni infaz ederken sana ulaştırması için birine veriyorum. Sana miras olarak pek çok el yazımı bırakıyorum.
Şunu çok içten söylüyorum, gelip yas tutarak acı çekeceğin bir mezar istemiyorum. Benim için siyahlar giymeni istemiyorum. Zor günlerimi unutmak için elinden geleni yap. Rüzgar beni alıp götürsün.
Dünya bizi sevmedi. Kaderimi istemiyorum. Ve şimdi ölümü kucaklayarak buna bir son veriyorum. Çünkü Allah'ın mahkemesinden, beni sorgulayanlardan ben davacı olacağım. Hakimden; beni taciz etmekten geri durmayan Yüksek Mahkeme'nin hakimlerinden davacı olacağım.
Yaratıcının mahkemesinde Dr. Farvandi ve Kasım Şabani'den davacı olacağım; tüm o bilgisizlerden, yalanlarıyla bana haksızlık eden, benim haklarımı çiğneyen ve gerçeğin bazen görünenden farklı olduğuna dikkat etmeyenlerden davacı olacağım.
Sevgili iyi kalpli Sholeh, diğer bir değişle sen ve ben suçlayanlar, diğerleri ise sanık. Bekleyip Allah'ın ne istediğini görelim. Ölene dek seni kucaklamak isterdim. Seni seviyorum.
***
Tecavüz eden erkek, suçlayan erkek, yargılayan erkek, hüküm veren erkek... Dünyaya cehennemi yaşamak için mi geldi kadınlar?
Her gün onlarca kadının canına mal olan bu lanetlenmiş hikâye ne zaman son bulacak?
İnsanları kadınlara karşı canavara dönüştüren şey nedir?
Cehalete meftun olmaları mı?
Gelenekler mi?
Günahın ve kanın cazibesi mi?
Kötülüğün tutkusu mu?
Din mi? Dini kendi menfaatleri için kullanan, sorgulayanı olmadığı için de bu kepazeliği kolayca pazarlayan bir avuç din taciri mi?
Yoksa "dinimiz var, vicdanımız olmasa da olur" düşüncesiyle hareket eden geniş kitlelerin nobranlığı mı?
***
Hitler Amlanya'sında kadınların "zayıf cinsiyet" olduğuna inanılırdı. Gestapo'ya göre kadınlar üniversitelerde boşa vakit harcamak yerine, Führer için çocuk doğurmalıydılar.
Bu sakat anlayışın bizdeki yansıması çok daha vahim. Ortadoğu'da savaşın, şiddetin ve korkunun nesnesidir kadınlar.
Asitle yüzü yakılan, bedeni ateşe verilen, taşlanan, vahşice katledilen, kimi yerde bir eşya gibi alınıp satılan, kimi yerde uluorta aşağılanıp dövülen, son kertede canına kıyan ve çığlıkları hiçbir kulağa ses olmayan kadınlar.
Cehaletin hüküm sürdüğü bu topraklarda kadınların varlığı kederli bir ağıttan ibarettir. Kimi zaman tarazlanan, yer yer kesilen ama hep devam eden bir ağıttır bu.
Binlerce Ezidi kadını bu lanetlenmiş hikayeye kurban gitti. Yüzlercesi hâlâ kayıp, şiddetin ve nefretin esareti altında bir gün daha yaşamamak için tanrıya yakarmakta.
Bu çetin şartlarda ölümün nesnesi olan kadın, esasında yaşamdır, yaşamın başlangıç noktasıdır. Lakin karabasan gibi toplumun üzerine çöken dinin yoğurduğu gelenekler ve eğitimsizlik, kurtuluşu imkansız kıldığı gibi kadını şiddetin manivelası yapmakta.
Her cinayete bir bahane aranır, her vahşet bir sebebe bağlanır bu topraklarda. Kiminde etek boyu, kiminde kadının huyu ölümün şifresi olur. Bu karmaşık olanı anlamlı kılmak amacıyla değil hakikati toplumdan kaçırmak için başvurulan bir yöntemdir.
Bu "olmamışlık" iki boyutludur aslında. Erkeğin tahkim ettiği bu anlayışta bana göre kadının da dahli var. Kimi eğitimsizlikten, kimi baskıdan, kimi geleneklere bağlılıktan bu ateşe odun taşımakta. Umulan iyi bir evlat yetiştirmek, fakat yeşerip ele avuca gelen şey cinsiyetinden üstünlük algılayan bencil bir varlık oluyor.
Annelerin çocuklarıyla ilgili gelecek kaygıları, o çocuklar serpilip büyüyünce hayatta kalma kaygısına dönüşüyor. Sanırım en sarsıcı olan budur.
Kız çocuğunu görmezden gelen, verdiği değer, gösterdiği ihtimamla erkek çocuğunu "göz ağrısı" yapan kadınlar, duygusuz ve bencil bir baba adayı yetiştirdiklerini hiç düşünmezler. Oysa bilmeliler ki tohumun toprağa düştüğü an, o andır.
Eksik sevgiyle korku ikliminde büyüyen kız çocuğu, o dirayetsiz, o kırılgan haliyle erkeğe boyun eğen bir sefalete sürüklenirken, göz ağrısı olagelen erkek de bu haksız sevgiden kendisine otoriter bir paye biçmekte.
Sonrası malûm işte... Titreyerek açılan kapılar, eksik cümleler, yarım kalan hayatlar ve dinmeyen ağıtlar.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.