Sen öyle sessiz sedasız varıp gittin oğul. Sen gittin annen geride kaldı sanıyorsun.
Söyle canımın canı böyle mi düşünüyorsun?
Anan kör olsun oğul. Kendinle birlikte yüreğimi de alıp götürdün. Gözlerimin ışığını alıp götürdün.
Nefes alıyorum evet, hâlâ görebiliyorum, elden ayaktan düşmemek için karnımı doyurduğum, kardeşlerini kahretmemek için gülümsediğim oluyor acı acı.
Ağırlaşan göz kapaklarımda sen varsın. Senle kapatıp sana açıyorum gözlerimi. Sen gittin...Gidişin bende kaldı.
Uzayan gölgene sığınıyorum. Sırtını bana dönmüş güneşin battığı ufka doğru ağır ağır yürüyorsun. Hayalimde hep bu görüntü var. Önünde aşman gereken bir küçük tepe var, sonrası bitimsiz aydınlık. Sen gidiyorsun ben kimsesizliğin verdiği üşüme hissiyle kollarımı birbirine bağlamış seni izliyorum. Sen uzaklaştıkça görüntün belirsizleşiyor. Bu belirsizliğe sığınıyorum.
Sen gidiyorsun, güneş yolunu aydınlatıyor.
Bazen gözlerim uzun uzun yol çekiyor. Acılı yüzlerin olmadığı, acıdan izler taşımayan bir evdeyiz. Odanın aynalı penceresinden ışık dökülüyor evin içine. Üzerine gölge düşmüş, karanlıkta kalmış bir tek yer yok. Kış ayının ortasında evin her yanına dolup taşan bu ışık neyin nesi diyorum. Oğul, sen yerde uzanmış uyuyorsun. Yüzünde müşfik bir saadetle balkıyor güneş. Yüzün bir hoş.
Köşede soba yanıyor. Çaydanlıkta kaynayan suyun içi içine sığmıyor, fokurdayarak dışarı taşıyor. Nehirde sıçrayıp suya dalan balıklar gibi çaydanlıktan havalanıp sobaya dökülüyor küçük damlalar. Sen uyuyorsun, ben karşında oturmuş sana bakıyorum. Büyüsü bozulur endişesiyle yarım nefes alıyorum. Yanaklarına dökülen kirpiklerin açılsın istemiyorum.
Gözüm zamansız yol çekiyor oğul. İçimde kağıda mürekkep olmaz bir kayıtsızlık var.
Okumam yazmam yoktur. Senin için hiçbir şey yazamıyorum, yazılanları okuyamıyorum. Şimdi iyi ki öğrenmemişim diyorum, neden biliyor musun; kendime sakladığım anılarını eksik kelimelerle heba ederdim belki. Ziyan ederdim gözünün karasını.
İçimde, yüreğimin sonsuzluğunda senin için atan bu kalp durana kadar anıların canlı kalsın istiyorum. Benle kal istiyorum.
Bencillik değil bu oğul ana yüreği.
Geçenlerde kardeşin yaşlı, hayli perişan görünen birinin konuşmasını izliyordu. Gayri ihtiyari kulak verdim, sesi öyle yanık, öyle dertliydi ki ürperdim. Bu sesi biliyorum. Bu acının, kahrın sesi. Eksik yaşamın, yarım kalmış hayallerin sesi.
Sormama fırsat vermeden bu Aşık Veysel diyor kardeşin. Kardeşin süzülüp solgunlaşmış. Canı çıkmış bir kuru dal gibi. Yavrum, o da kendi payına düşen acıyı yaşıyor. Acısını azaltabilsem keşke, derdini alıp kendime dert etsem.
Aşık Veysel'in tarazlanmış sesi yüreğimi deşiyor. Doktorlar ameliyatla gözlerini açabileceklerini söylemişler. Kolay bir ameliyat neticesinde görmeyen gözlerine ışık vereceklerini ima etmişler. Olmaz demiş Aşık Veysel, kabul etmemiş. Hayret etmiş doktorlar, nedenini sormuşlar?
"Olmaz... Ben bunca sene karanlığı kendime yurt edinmişim, yüreğimde kendime bir dünya kurmuşum, şimdi yıkılsın istemem. Yıkılırsa bir daha kuramam."
Bak oğul karanlığı kendine yurt edinmiş insanlar var. Karanlıktan ışık yaratarak acıyı bal eyleyen insanlar var.
Ah oğul anıların yanıbaşımdayken, sen uzağımda, bilmediğim, görmediğim bir yerdesin.
Bir yol varıp gelsem yanına, dünya gözüyle gözlerinin akına dolan toprağı avuçlayıp koklasam. Sarılsam, yaralarından dökülen acıları içime akıtsam.
Gözlerinin çukurunda biriken mahzun bakışı düşünüyorum oğul. Katıla katıla gülüşünü, bembeyaz dişlerinden saçılan ışığı... Bu düşüncelere dalınca nefesim kesiliyor. Bir tutam nefese hasret kalıyorum.
"Tek dileğim ölmeden önce oğlumun, Cemil'imin mezarını görmek" diyordu Berfo Ana. Olur ya bir gün döner gelir diye evinin kapısını hep açık bıraktı. Yaşlı yüreği soluk alana kadar bekledi. Umutla bekledi, hasretle bekledi. Gün geçti, ay geçti, sene geçti çocuğu gelmedi. Berfo Ananın gözlerindeki ışık söndü en son. Cemil'i gelmedi, anasının açık bıraktığı kapıyı örtmedi. Tıpkı o kapı gibi Berfo Ana da gözleri açık gitti.
Sen gittin... Adın kaldı, anıların kaldı oğul. Fotoğraflarda tebessüm eden yüzün kaldı.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.