Astrofizik tarihinde ilk kez bir kara deliğin fotoğraflanması gerçekleşti. Bizden farklı olarak dünya bu "çılgınlığı" koşuyor.
Dünya'ya 53 milyon ışık yılı mesafedeki M87 Galaksisi'nin merkezindeki süper kütleli kara deliğin ilk kez bir fotoğrafı çekildi.
40 milyar kilometre çapıyla Dünya'dan üç milyon kat daha büyük olan dev kara delik, Güneş'in 6.5 milyar katı bir kütleye sahip.
Messier 87 Galaksisi’nin merkezi Dünya’ya 53 milyon 490 bin ışık yılı uzaklıkta. Bu mesafenin kilometre cinsinden ifadesi şöyle: 1 ışık yılı = 9 trilyon 460 milyar 730 milyon 472 bin 580,8 kilometre.
Bu fotoğrafın oluşmasını sağlayan ışınlar, bundan 53 milyon yıl önce Messier Galaksisi'nden ayrıldılar. Bu 53 milyon yıl geçmişe baktığımız anlamına geliyor. Muazzam bir şey değil mi?
Bizler de "dünyayı çatlatacak" bir özveriyle Türkiye'deki demokrasi şenliğini ve YSK'yı konuşuyoruz.
YSK'nın halkın iradesini yok sayma becerisini ve kararlılığını konuşuyoruz.
Öyle ya onların bilimi varsa bizim de çelik gibi imanımız var!
Dünyanın bizi neden kıskandığını da böylece anlamış olduk.
***
Dünyanın gündemi bilimin yarattığı mucizeler olsa da bu Türkiye'ye sirayet etmiyor ne yazık ki. Batı demokrasileri bilimin ışığında aydınlığa doğru ilerlerken, Türkiye o bildik mağrur duruşuyla keşfedilen kara deliğin karanlığına doğru yol almakta. Haliyle bize de siyasetin karanlığını konuşmak düşüyor.
Türkiye'de siyaset üstüne hele hele seçim öncesi ve sonrası olup bitenlere dair fikir beyan etmek kuma yazı yazmak gibidir. Resmi görüp yazı yazmaya, öneri ve çekincelerinizi dile getirmeye niyetlenirsiniz ancak, bir bakarsınız ki yazdıklarınız boşa düşmüş, köpürüp gelen bir dalgayla silinip gitmiştir.
Bu nedenle "seçmen sandıkta şu mesajı verdi" türünden yazılar büyük oranda palavrandan ibarettir. Zira entelektüel derinlikten, gerçeklikten ve ahlâki kaygıdan uzaktır. Bu tür yazıları okumak yerine aslan belgeseli izlemenin daha zihin açıcı olacağı kanaatindeyim.
Mutlu olmayı becerememiş bir ülke bizimkisi. Güzel bir ülke, güzel olduğu kadar bahtsız bir ülke. Bu ülkenin acılarıyla dertlenen, gün yüzü görmeyen milyonlarca insan rahat nefes almak istiyor sadece. Gönül rahatlığıyla gülebilmek hayal oldu belki ama ufaktan bir tebessümü bile çok görenler var.
Türkiye kendisine özgü bir gürültü patırtıyla bir seçimi daha geride bıraktı. Kendilerine konuşma hakkı tanınmayan ancak seçim dönemi boyunca hakkında en çok konuşulan parti HDP oldu. Bu anlamda HDP üzerine konuşmanın siyaseti doğru okumak açısından da isabetli olacağını düşünüyorum.
***
Koşulların değişmesi "başarı" olarak nitelendirilen olguların değişimini de beraberinde getirir. Musa Anter'i anarak söyleyelim; "köpek havlamalarının kaygıları beslediği" yıllarda siyaseten var olduğunu söylemek bile tam anlamıyla bir başarı hikayesiydi.
Kürt meslesini merkezine alan siyasi partilerin: 1990'da kurulan HEP, 1993'te kurulan DEP, 1994'te kurulan HADEP ve daha nice partinin isimleri hafızalarda silinmiyorsa bu gerçek anlamda imkansızlıktan imkan yaratmalarından ötürüdür. Bugün HDP'nin kalesi sayılabilecek il ve ilçelerde 90'lı yıllarda belediye kazanmak, milletvekili seçilmek, bir etkinlik yapmak bile ciddi riskleri göze almak demekti.
O dönemi anlamak adına sitematik bir şekilde sürdürülen infazları, siyasi cinayetleri, kapatılan partileri, on yıllara varan sürelerle hapsedilen milletvekillerine bakmak kâfidir.
Vedat Aydın, HEP Diyarbakır İl Başkanı iken 5 Temmuz 1991'de JİTEM tarafından kaçırıldı. 7 Temmuz 1991'de yani kaçırıldıktan iki gün sonra cesedi bulundu.
4 Eylül 1993'te DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar, Batman İl Yöneticisi Metin Can ile birlikte Batman'da uğradıkları suikast sonucu hayatlarını kaybettiler.
1994'te 13 DEP Milletvekilinin dokunulmazlıkları TBMM Genel Kurulu'nda kaldırıldı. Leyla Zana, DEP Başkanı Hatip Dicle, Orhan Doğan ve Selim Sadak "örgüt üyesi olmaktan" 15 yıl hapis cezası aldı, 10 yıl cezavinde yattı.
1995 yılında Sakharov Barış Ödülü’ne layık görülen Leyla Zana, 9 yıl aradan sonra ödülünü alacaktı. Zana konuşmasında "Bu ödül sadece benim değil. Bu ödülü sizler Kürt ve kardeş Türk halkına verdiniz. Barış, eşitlik, özgürlük ve kardeşlik savunucularına verdiniz. Kadınlara verdiniz, ezilen ırk ve cinslere verdiniz" diyerek alacaktı.
25 Ocak 2001'de HADEP Silopi İlçe Başkanı Serdar Tanış ile ilçe Sekreteri Ebubekir Deniz, jandarma komutanlığına çağırıldı ve kendilerinden bir daha haber alınamadı.
Herkesin söyleyecek bir sözü, yakacak bir ağıtı var elbet ama hiçbiri babasının yolunu gözleyen bir çocuğun feryadı kadar ıstırap vermez insana. Hâlâ babasının geleceği günün hayalini kuran Ebubekir Deniz’in kızı Ceylan Deniz, "Bunu söylemek çok zor; babamın kemikleri dahi artık bizi çok mutlu edecek" diyerek yürek dağlıyor.
***
O günlerden bugüne değişen pek bir şey olmadı. Demokrasiye doğru bir adım atıp on adım geri gitmeyi alışkanlık edindik.
2016'nın sonbahar günleri demokratik siyasetin de sonbaharı olacaktı. Bu tarihten itibaren HDP'nin yönettiği belediyelere kayyım atanmaya başladı. Bölge partisi formatındaki DBP’nin kazandığı 104 belediyeden 94’üne kayyım atandı. Eş başkanlar hakkında soruşturma açıldı ve ilk etapta 71 eş başkan tutuklandı.
Selahattin Demirtaş, 4 Kasım 2016'da, Eş Başkan Figen Yüksekdağ ve milletvekili arkadaşlarıyla birlikte tutuklanıp cezaevine gönderildi.
Demirtaş, o tarihten bu yana hâlâ cezaevinde. HDP Eş Başkanı olarak girdiği cezaevinde Cumhurbaşkanı adayı olarak bir ilki gerçekleştirdi. Bununla da yetinmedi, siyasetçi olarak girdiği cezaevinde iki kitap yazdı ve adından söz ettirecek bir yazar olduğunu da kanıtlamış oldu. Şimdi muhalif olanların bile hayranlıkla, yer yer tebessümle hakkında konuştuğu, ışığıyla yürekleri aydınlatan, hapiste bile kettle'ıyla seçim meydanlarını ısıtan bir lider o.
***
Belediyelere atanan kayyımlar, göreve gelir gelmez bölge kültürüne ait simgeleri yıktı, parkların isimlerini değiştirdi, kadın ve gençlik kurumlarını kapattı.
Örneğin Cizre’de Kürt siyasetçi Orhan Doğan anıtını, Kızıltepe’de Uğur Kaymaz anıtını yıktırdı ve çok ihtiyaç varmış gibi, yerlerine saat kulesi diktirdi. Çatak’ta Tahir Elçi, Lice'de Ceylan Önkol
parklarının adları değiştirildi.
Ağrı'nın Doğubeyazıt ilçesinde Kürt şair Ehmedê Xanî’ye ait anıt apar topar kaldırıldı. Yerine ne yapılsa beğenirsiniz... Tabiki çay bahçesi.
Nerden baksan tutarsızlık...
***
Böyle bir iklimde Türkiye seçime gitti.
Bu seçimde HDP siyasetinden etkilenmeyen ya da az etkilenen ancak, HDP'ye sempati duyan batıdaki insanlar iyi organize oldular ve iktidar partisine siyaseten ceza kestiler. HDP'nin özgül ağırlığını anlamak bakımından çarpıcı, bir o kadar başarılı bir taktikti. Ancak doğudaki HDP belediyelerinde aynı sonuç alınamadı. Bu büyük oranda devletin oradaki tutumundan dolayı olsa da HDP'nin yanlışlarının da payı büyüktür.
Bu seçimlerde HDP'nin başarı hanesine yazılacak en önemli gelişme Kars'ın alınmasıdır. Şimdi HDP'ye düşen bunu bir başarı hikâyesine dönüştürmektir. Bu bir tercih değil, zorunluluktur. HDP'nin Kars'ta sergileyeceği belediyecilik anlayışı, yapacağı hizmetler, kazandığı belediyeleri elinde tutmak ve bu belediyelere yenilerini eklemek konusunda belirleyici olacaktır.
HDP yepyeni bir vizyon ortaya koymalıdır. Eskinin tekrarı olmayan, güncel siyasetin dar sınırlarının dışında, her yönüyle fark yaratacak, evet bir miktar popülist ama özünde evrensel bir halk belediyeciliğinin hayata geçirilmesi gerekir.
Dersim Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu'nun ortaya koyduğu yönetim modelini de içine alacak daha kapsamlı bir hizmet anlayışı gelinen noktada HDP için elzemdir.
Çünkü "kimlik siyaseti" belediyecilik üzerinden sürdürülebilir bir politika değildir, olmamalıdır. Belediyeler en özgün yol ve yöntemlerle halka hizmet götürmekle meşgul olmalılar ki fark yaratabilsinler. Yani en başta belediyecilik faaliyetlerinin Kürt meselesinden bir miktar bağımsız olarak ele alınması gerekir. Çünkü biri siyasi bir mesele diğeri vatandaşlara hizmet sorumluluğudur.
Maçoğlu'nun yönetim pratiğini "fasulyecilik" diyerek alaya alma nezaketsizliği HDP'nin Dersim gibi sembol bir kenti kaybetmesine sebep oldu. Tabi ben bunu kayıp olarak düşünmüyorum bilakis sevindirici buluyorum. Siyaseten rekabet her zaman toplumun faydasına olur.
***
Tam da bu noktada bu konulara kafa yoran insanların olumlu telkinler ve yönlendirmelerle önerilerde bulunması, yapıcı eleştiriler yöneltmesi faydalı olacaktır.
O halde "HDP ne yapmalıdır" sorusuna yoğunlaşmalıyız.
En başta halkla aralarına mesafe koyan, insanlara üstenci bir bakışla yaklaşan parti yöneticilerine yol vermeleri gerekir. Bu olmasa olmaz, zira Türkiye'deki düzen partilerinden biliyoruz ki bir adım sonrası felakettir. Parti bütün yönetim organlarıyla halkı gözetmeli, halkla bütünleşmelidir. Tek bir insanın dahi gönül koyması sorundur ve kabul edilemez.
Böylesine çevreden merkeze yahut yerelden kentlere doğru bir arınma sürecini sağlıklı bir şekilde neticelendirmesi halinde HDP'ye yan gözle bakanlar bile partiyi kucaklayacaktır. Bunun bir boyutu küskün seçmenle kucaklaşmayı sağlayacak, diğer bir boyutu da partinin yükünü hafifletecektir.
Tabi bahsini ettiğim bu husus çetrefilli bir mesele, dolayısıyla yapılması için Demirtaş'ın liderliği şart.
***
Gelelim asıl konuya yani HDP'nin belediyecilikte ivme kazanması, fark yaratması için yapması gerekenlere.
HDP kendi belediyeleri bünyesinde her kentte bir ilçe belediyesini "pilot" belediye olarak yeniden dizayn etmelidir. Bu alt yapısıyla, imar planlamalarıyla, üretim araçları ve istihdam olanaklarıyla, tarım ve çevre modeliğle ihtiyaçlara cevap vermeli, adından söz ettirmelidir.
Örneğin HDP'nin varlık gösteremediği Erzurum'da bile oy oranıyla HDP'nin kalesi sayılabilecek ilçeler var. Karayazı, Tekman ve Karaçoban bunların başında geliyor. Evet bu belediyeler HDP'de ancak belediyecilik faliyeti namına ortada bir şey yok. Soğuk ve renksiz caddeler, hasbelkader yan yana bırakılmış çirkin sayılabilecek boyasız yapılar ve hiç olmayan çevre temizliği.
Oysa Karayazı'da örnek bir belediyecilik anlayışıyla hareket edilirse, bu pekâlâ HDP'ye mesafeli ilçe belediyelerini etkileyebilir.
Özgün bir üretim modeli esas alınarak ilkin insanların üretime katılmaları sağlanır. Buna bağlı olarak geliştirilmiş bir çevre düzenlemesi pratiği hayata geçirilmeli. Bu düzenleme ilçe merkezinden uzak, yakın bütün köylere yaygınlaşmalıdır.
Her köye birer kütüphane yapmak, sosyal alanda hayata renk katacak içinde parkların olduğu, o bölgenin tarihini, kültürel dokusunu anlatan anıtların olduğu korular neden yapılmıyor ya da neden yapılmasın?
Karayazı'dan Tatvan'a, Digor'dan Nusaybin'e bu bakış açısı köklü bir belediyecilik anlayışına dönüşebilir. Kentlerden, ilçelere, köylere kadar kütüphane seferberliği başlatarak bu alanda bir "kültür devrimi" yapmak sadece bölge halkına değil, dünyanın geleceğine de hizmettir. Ağaç dikme kampanlarıyla tarıma elverişsiz arazilere ağaç dikmek, kent ve köy ormanları oluşturmak, korular yaratmak çok mu zor?
***
Kimlik ve dil hassasiyeti olan insanlardan oy almak HDP tarafından başarı olarak görülmemeli. Bu bakımdan Sur'da, Cizre'de, Nusaybin'de, Varto'da HDP'ye verilen yüksek oylar HDP'ye duyulan memnuniyetin değil, devlete karşı hissedilen kızgınlığın ve tepkinin neticesidir. HDP'nin bunu iyi okuması gerekir.
Belediye sayısını artırma gayreti siyaseten mâkul olsa da asıl önemli olan kazanılan belediyelerde varlık göstermek, halkın umudunu heba etmemektir.
Bunun da yolu yöntemi belli "kimlik siyasetinden" önce asıl yapman gerekeni yapacaksın. Halka hizmet götüreceksin. Belediye başkanı olarak senin görevin "demokratik özerklik" gibi fantastik fikirleri halka duyurmak değil, yeni bir kent anlayışıyla halkın beklentilerine cevap vermektir. Bunu yapabildiğin ölçüde devletin tahkim ettiği siyaseti bertaraf eder, halkla bütünleşirsin.
Zor zamanlardan geçiyoruz. Yaşadığımız ortam karanlık. Evet ama bilimin ışığı karanlığa meydan okuyor. Kendimizi bir kara deliğin içinde hissedebiliriz ancak vazgeçmek yok, çünkü her zaman bir çıkış yolu vardır.
Ünlü fizikçi Stephen Hawking'in son sözüyle...“Kara delikler, boyandıkları için kara değildir. Onları sonsuz birer hapishane gibi düşünsek de cisimler kara deliklerden kurtulabilir, bir kara delikten evrenin diğer ucuna geçiş yapabilirler. Eğer kendini bir kara deliğin içerisinde hissesiyorsan vazgeçme; çünkü her zaman bir çıkış yolu vardır.”
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.