2011’de Suriye iç savaşının başlamasıyla soruna taraf olan Türkiye, tüm hesaplarını Şam rejiminin Libya’da olduğu gibi uluslararası koalisyon tarafından kısa süre içinde devrileceği üzerine yaptı. Türkiye’nin beklediği olmadı. Bu hesap hatasına IŞİD’in 2014’de ortaya çıkıp, Suriye ve Irak’ta toprak ele geçirmesi de eklenince, uluslararası ve bölgesel aktörler, Suriye ve Irak siyasetlerini tekrardan revize etmek zorunda kaldılar.
IŞİD’e karşı mücadelede Kürt silahlı güçlerinin Kürdistan, Suriye ve Irak’ta etkin mücadeleleri, uluslararası toplumun Kürtlere, askeri, diplomatik destek ve sempatisine vesile oldu. Rojava Kürdistanı’nda denetimin YPG güçleri tarafından ele geçirilmesi, elde edilen askeri ve diplomatik destek, Türkiye’nin kendi Kürt sorunundan kaynaklanan fobisini daha da tetikledi. Türkiye, “Suriye’nin Kuzeyinde terör devleti ve koridoruna müsamaha etmeyeceğiz” diyerek, başta ABD olmak üzere koalisyon güçlerinin YPG ile askeri ve diplomatik angajmanlardan vazgeçmelerini talep etmeye başladı.
Suriye siyasetinde ABD ile Türkiye arasında çatlak, ABD’nin IŞİD’e karşı mücadelede YPG’yi sahadaki ortağı seçmesi, Kürt sorununa veya Kürtlere ilişkin tavrıyla başlamadı. ABD ile Türkiye arasında ilk görüş ayrılığı Suriye’de hangi silahlı muhalif grupların destekleneceği üzerine 2012’de patlak verdi.
11 Eylül 2012 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri\'nin Libya\'daki Bingazi Konsolosluğu\'na İslamcı militanlar tarafından gerçekleştirilen saldırıda, ABD\'nin Libya Büyükelçisi Christopher Stevens ve üç ABD\'li yetkili öldürüldü. İlk başta “İslam karşıtı Müslümanların Masumiyeti” filmine tepki gösteren öfkeli bir kalabalık tarafından gerçekleştirildiği öne sürülen saldırının, El Nusra Cephesi tarafından planlanan bir terör saldırısı olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine ABD, El Nusra’nın “Ilımlı muhalifler” listesinden çıkarılmasını ve Türkiye’nin bu örgüt ile ilişkisini kesmesini istedi. Yaklaşık iki yıla yakın bir süre Türkiye, bu konuda herhangi bir adım atmadı. Suç dosyası kabaran, Türkiye’den lojistik destek aldığı iddia edilen El Nusra, ancak iki yıl aradan sonra Haziran 2014’de Türkiye tarafından terör örgütleri listesine alındı.
Bu süre zarfında IŞİD ve Şam rejim güçleriyle çatışmak için koalisyon güçleri tarafından desteklenen “Eğit donat” projesinin sahadaki tatbiki fiyasko ile sonuçlandı. Ayrıca ABD, Türkiye\'nin ısrarla savunduğu “güvenlikli bölge” projesine o dönem sıcak bakmadı. ABD\'nin IŞİD’e karşı mücadelede YPG tercihi ve askeri ortaklık ilişkisi bu süreçte biçimlenmeye başladı. Kuşkusuz bunda YPG’nin seküler, disipline, militan, mucadeleci, sonuç alan etkin silahlı bir güç olması ile, Kobani direnişinde ortaya koyduğu performans ve sempati bu kararda belirleyici oldu.
ABD’nin YPG ile ortaklığı Türkiye\'nin Suriye’de önceliklerinin değişmesine yol açtı. Esad rejiminin “Ilımlı muhalifler”, Müslüman Kardeşler öncülüğünde devrilmesinden ziyade, Kürtlerin statü kazanımlarının frenlenmesi ve YPG’nin elimine edilmesi öncelik sırasını aldı. Kuzey Kürdistan’da askeri alanda PKK’ye ciddi darbeler vuran Türkiye, Suriye sahasında vurduğu darbenin yüzlerce katı büyüyen ve legimite olan YPG, PKK gücüyle karşı karşıya kaldı. Türkiye açısından sorunun esası, “yeni Suriye’de” Kürtlerin statüye yönelik kazanımlarını nasıl ortadan kaldırır, masada ve sahada ellerini nasıl zayıflatırım mücadelesine odaklandı.
Barack Obama yönetimi ile 2014’de başlayan, ABD-YPG ortaklığının amacı, ABD tarafından IŞİD’e karşı mücadeleyle sınırlandırıldı. Kürtlerin Suriye\'de ulusal demokratik haklarına ilişkin somut ifadelerden ABD itina etti. PYD, YPG güçlerinin kontrol ettikleri alanlarda ilan ettikleri kanton ve ardından federal bölgeleri, Obama yönetimi resmiyette tanımasa da pratikte inşa edilen idari yapılarla çalıştı. Trump yönetimi de aynı yaklaşımı sürdürmekle kalmadı, 2017’den önce dolaylı yoldan DSG-YPG güçlerine yaptığı silah yardımını direk yapmaya başladı.
Fakat ABD’nin Ortadoğu ve Suriye siyasetindeki zikzakları, Suriye’de nasıl bir yol haritası izleyeceği konusunda öngörüde bulunmayı hala zorlaştırmaktadır. ABD’nin Suriye Özel Temsilciğine getirilen eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey; Suriye’de üç hedeflerinin olduğunu, bu hedeflerin “IŞİD’e karşı koymak, İranlı ve İran destekli güçleri Suriye topraklarından çıkarmak ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi\'nin (BMGK) 2254 No’lu kararını temel alan siyasi bir süreç tesis etmek” olarak sıraladı.
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ise, “ABD’nin siyasi hedeflerine ulaşana dek Suriye’de kalacağını, Suriyeli Kürtlerin barış müzakerelerinde masaya oturmasını garanti edecekleri” sözünü verdi. Suriye’de siyasi çözüme ilişkin özellikle BMGK’nin 2254 No’lu kararı çerçevesinde sulh masasında ve yeni anayasanın yazımı sürecinde Kürtlerin temsili gerçekleşirse, bu Kürtler açısından ciddi bir kazanım ve önemli bir eşiğin geçilmesi anlamına gelecek.
ABD’nin bölge siyasetine ilişkin en önemli değişikliği Trump\'ın Obama yönetiminin 2015’de İran ile imzaladığı nükleer anlaşmayı tek yanlı feshetmesi ve kabinesini buna göre yeniden dizayn etmesi oldu. Trump, Cumhuriyetçilerin şahinleri olarak kabul edilen John Bolton’u, Ulusal Güvenlik Bakanlığı\'na, Mike Pompeo da Dışişleri Bakanlığı\'na getirdi. Her iki profil de İsrail’in güvenliği başta olmak üzere, bölgede İran’ın yayılmacılığına karşı Suudi Arabistan’ı desteklemek tanınıyor.
ABD\'nin İran\'a yaptırımları ve olası etkileri
ABD, İran’a yaptırımların ikinci dilimini 5 Kasım’da 13 madde ile açıkladı. Açıklanan 13 madde içinde İran’ın Suriye, Irak, Afganistan, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Yemen’e karşı eylem ve faaliyetlerinden vazgeçmesi bulunuyor. Konuya ilişkin söz konusu şartlar ise şöyle sıralanıyor.
- İran, Hizbullah, Hamas ve Filistin İslami Cihad Hareketi de dahil olmak üzere Ortadoğu\'daki tüm terörist gruplara desteğini geri çekmeli.
- İran, Irak hükümetinin egemenliğine saygı duymalı ve Şii milislerin silahsızlandırılması, tasfiyesi ve yeniden entegrasyonuna izin vermeli.
- İran, Husi milislere askeri desteğini kesmeli ve Yemen\'de barışçıl siyasi çözüm için çalışmalı.
- İran, Suriye\'nin tamamında İran komutasında bulunan güçleri geri çekmeli.
- İran, Afganistan ve bölgedeki Taliban ve diğer teröristlere verdiği desteği kesmeli ve El Kaide’yi barındırmayı bırakmalı.
- İran, Devrim Muhafızları Kudüs Gücü\'nün dünyadaki terörist ve militan ortaklarına verdiği desteği kesmeli.
- İran, birçoğu ABD\'nin müttefiki olan komşularına karşı tehditkâr davranışlarına son vermeli, İsrail\'i yok etme ile Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne füze atmaktan vazgeçmeli.
İran\'a uygulanan yaptırımlardan muaf tutulan sekiz ülke arasında Türkiye de bulunuyor. Söz konusu muafiyet sadece altı ay için geçerli olup, muafiyetin ikinci kez uzatılıp uzatılmaması ise kesin değil. Belirtilen süre zarfında sekiz ülke, İran ile olan ekonomik ilişkilerini yaptırmalara uygun hale getirmek için kullanmak mecburiyetindeler. İran’a yaptırımları delme bağlamında Türkiye’nin kendisine dönük “kumpas” diye nitelendirdiği, ABD’de karara bağlanan Mehmet Hakan Atilla ile Reza Zarrab davası ve açılması muhtemel Halkbank davası da bu kapsamda yer alıyor.
ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarının hayata geçmesi durumunda ise, bölgede jeopolitik değişimler kaçınılmaz görünüyor. Kuşkusuz Kürtler ve Kürdistan coğrafyasının bundan direk olarak etkilenecek grup içinde olması, ABD’nin Kürtlerle ortaklığının sadece IŞİD ile mücadeleyle sınırlı kalmayacağını işaret ediyor.
İsrail ve Suudi Arabistan’ın rolleri
İran, Suriye iç savaşının başlangıcından itibaren Şam rejimine askeri ve ekonomik destek veren tek bölge devleti idi. 2015’de Rusya\'nın savaşa müdahil olmasıyla, İran’ın rolünü ve pozisyonunu önemli ölçüde Rusya devraldı.
Esad rejimi Rusya’nın desteği ile istikrarlı bir şekilde sahada zafer kazanırken İsrail, İran\'ın Suriye\'deki nüfuzunun genişlemesinden aşırı rahatsızlık duyduğunu ve bunu kabul etmeyeceğini her zaman dile getirdi. Askeri uzmanlar, İsrail’in 1974’ten bu yana 2018 içinde Suriye’de İran ve Hizbullah’a ait aralarında havaalanı, silah deposu, istihbarat birimlerinin de bulunduğu hedeflere yönelik en kapsamlı askerî harekâtı gerçekleştirdiğini belirtiyorlar.
Öte yandan Rusya, Suriye’de, İran ve İsrail ile çok yönlü ilişkilere sahip sahadaki tek devlet olarak, her iki bölgesel güç arasında çatışmayı ve gerilimi engellemeye çalışıyor. Kuşkusuz Rusya’nın bu denge siyaseti, jeopolitik, ekonomik ve güvenlik çıkarlarına ters düşmediği ölçüde geçerliliğini korurken, benzer siyasi yaklaşımı Türkiye ile de sürdürüyor.
İsrail, Suriye’de Rus askeri birliklerine yakın mesafede mevzilenen İran\'a ait silah depolarını bombaladığında, İsrail uçaklarının vurulmaması için Rusya, kendi hava savunma sistemini Şam’a kullandırmadı. Bununla birlikte Rusya, İran güçlerini İsrail sınırından 85 kilometre uzak tutmak için İsrail ile güvenlik anlaşması mevcut. Eylül 2018\'de, Suriye ordusunun İsrail’in hava saldırısı sırasında yanlışlıkla Rusya’ya ait bir savaş uçağını düşürmesi, Rusya ile İsrail arasında ilişkilerde gerginliğe neden oldu. Ayrıca bu olay Rusya\'nın, İsrail’e karşı S-300 hava savunma sistemlerini Suriye’de konuşlandırmasına yol açtı. [1]
Obama yönetiminin İran ile imzaladığı nükleer anlaşmadan rahatsız olan bir diğer bölge devleti de Suudi Arabistan idi. Rusya, bu rahatsızlığı bölgede ve Suriye iç savaşında kendi lehine çevirmek için 2015 yazında Suudi Arabistan ile Suriye yönetimi arasında arabuluculukta bulundu. Lübnan ve Amerikan basınına yansıyan bilgilere göre Suudiler, Şam yönetiminin İran ve Hizbullah ile ilişkilerini kesmeleri karşılığında, Suriye muhalefetine desteği kesecekleri sözünü verdiler.[2] Fakat Şam yönetimi, Tahran ile ilişkilerini kesmedi. Ama Suudiler, birkaç yıl aradan sonra, önemli ölçüde Ankara\'nın nüfuzuna giren muhalif gruplara yardımı keserek, YPG güçlerinin içinde bulunduğu Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) geçtiğimiz Ağustos ayında 100 milyon dolar, Birleşik Arap Emirlikleri de 50 milyon dolar bağışta bulundular.
ABD’nin Suriye\'de bulunma nedeni IŞİD idi. Bu tehdit büyük ölçüde ortadan kalktı. ABD, şimdi İranlı ve İran\'a bağlı grupların Suriye\'den çıkmasını istiyor. Bu hedefine varmak için Suriye\'de çoğunluğu Rojava Kürdistanı\'nda bulunan iki bine yakın askeri ve 20 civarında üssünü sahada yerel bir güce dayanarak tutması gerekiyor. Bu güç de YPG ve Kürtlerdir. ABD’nin Türkiye’ye karşı YPG ısrarı ve savunusunun en önemli gerekçelerinden biri budur.
Trump yönetimi açısından en kritik basamak, İran\'a uygulanan yaptırımları iki yıl içinde hedefine ulaştırıp ulaştıramayacağıdır. 6 Kasım\'da yapılan ABD ara seçimlerinde Cumhuriyetçiler, Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu kaybettiler. 2020’de yapılacak başkanlık seçimlerinde Trump\'ın tekrardan başkan adayı olması ve Cumhuriyetçilerin de başkanlık seçimlerini kaybetmesi durumda, İran ile nükleer anlaşmanın imzacısı Demokratların yaptırımları sürdürüp sürdürmeyecekleri önemli bir soru işareti olarak boşlukta duruyor.
Donald Trump ABD\'nin 45. başkanı seçildiğinde, \"Ben Kürt güçlerin büyük bir hayranıyım. Aynı zamanda, Türkiye ile potansiyel olarak çok başarılı bir ilişkimizin olabileceğini düşünüyorum. Her ikisini bir şekilde bir araya getirmek gerçekten harika olacaktır.\" demişti. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey de 1 Kasım\'da Paris\'te Al Arabiya\'ya verdiği demeçte \"ABD\'nin iki ortağı, Türkler ve Kürtler, arasında çözüm için çaba harcıyoruz. Kuzey Suriye’deki Amerikan ordusu Suriye Demokratik Güçleri ve yerel güçlerle iş birliği yaparak IŞID’i geri çekmeye çalıştı, çalışıyor.\" açıklamasında bulundu.
Her iki açıklamadan ABD’nin, Kürtleri terk etmek istemediği, Türkiye’nin de Kürtlerle çatışmasını değil, ortak çalışmasını arzuladığı sonucu çıkıyor. ABD, izlemeye çalıştığı orta yol siyasetiyle hem Türkiye\'yi hem de Kürtleri küstürmeden bunu gerçekleştirmeyi umuyor. PKK liderlerinin yerlerinin ihbarı karşılığında başlarına konan ve ABD adli sisteminde yer alan “Adalet için ödül” ile Türkiye’nin Rojava Kürdistanı\'na yönelik saldırı ve tehditlerini sınırlamak için sınır hattında kurmaya başladığı askeri gözlem noktaları her iki tarafa yönelik denge siyasetinin adımları olarak görebiliriz.
ABD\'nin balans siyaseti kuşkusuz Kürtlerin lehine bir pozisyon. Suriye\'de yaklaşık 11 bin askeri gücü olan Türkiye ise, ABD\'nin olası planına yaklaşımdan ziyade, ABD\'yi kendi çizgisine çekmeye çabalıyor. Türkiye’de zirveye vuran ABD karşıtlığı, Kürt, Kürdistan sorununu “terörle” tanımlayan anlayış ve anti demokratik uygulamalar, şüphesiz ABD’nin Türkiye ile işinin oldukça zor olduğunu gösteriyor. Yine de söz konusu yaklaşımda ABD’nin ne kadar başarılı olacağı, Türkiye’nin de bu çizgiye gelip gelmeyeceğini süreç içinde göreceğiz.
Rusya’nın da Kürtlere ilişkin gerek Şam’a gerekse Ankara’ya yönelik askeri yönden olmasa da siyasi yönden ABD benzeri bir siyaset izlemesi ihtimaller dahilindedir. Bu açıdan yeni birleşik Suriye\'de Rusya’yı rahatsız eden Kürtlerin elde edecekleri ulusal demokratik haklar ve statü değildir. Rusya’yı rahatsız eden, ABD’nin bölge siyasetine YPG\'nin verdiği lojistik askeri destek, bunun sonucu Rusya\'nın jeopolitik alanda ABD karşısında elinin zayıflamasıdır. Her iki süper güç karşısında Rojava Kürtleri, ABD’nin global düzeyde gücü, Rusya’nın Şam rejimi üzerinde nüfuzu ve çok uluslu ve mezhepsel federasyon deneyimini hesap ederek, ABD ve Rusya arasında dün olduğu gibi bugün de uyumlu bir siyaset sürdürmeye gayret ediyorlar.
Ezcümle Suriye savaşı Suriye halklarının savaşı olmaktan çıkarak, Ortadoğu’nun geleceğinde güçler dengesi için bir savaşa dönüşmüş bulunuyor. Savaş, global ve bölgesel dış aktörler tarafından Suriye dışındaki silahlı grupların da dahil edildiği vekaletle yapılıyor. Bu gerçekliğe karşın, Kürtler her türlü alternatifte hesap edilmesi gereken önemli bölgesel bir aktör konumundadırlar. Kürtlerin de ulusal demokratik haklarını elde etmede ve onu kalıcı kılmada bu güçlere ve onların garantörlüklerine ihtiyaçları var.
Gerek ABD’nin gerekse Rusya’nın bölge siyasetlerinin daimî istikrarı açısından, Suriye’de Kürtlerin ulusal demokratik haklarını teslim edecek ve garanti altına alacak formasyonlarla hareket etmeleri, yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı uzak bir ihtimal gözükmüyor. Oluşan tarihi fırsat ve konjonktürü lehte kullanmak ise, tüm bileşenleriyle Kürt siyasi güçlerinin elinde bulunuyor.
(*Deng Dergisi’nin 112.sayısında yayınlanan \"ABD’nin Suriye siyasetinde Kürtler ve Türkiye\" konulu analiz yazısı, son siyasal gelişmeler dikkate alınarak genişletilmiştir.)
[1] Daniel L. Byman, Will israel and Iran go to war in Syria? (İsrail ve İran Suriye’de savaşa girecek mi?) https://www.brookings.edu/blog/order-from-chaos/2018/10/05/will-israel-and-iran-go-to-war-in-syria/
[2]Fehim Taştekin, Rojava Kürtlerin Zamanı, İletişim Yayınları, 2016, s. 309
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.