Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Kobani’den 350 bin Kürt mültecinin Türkiye’de bulunduğunu söylüyor. Erdoğan, geçen hafta ABD Başkanı Donald Trump ve beş ABD’li senatör ile Beyaz Saray Oval Ofis’teki görüşmesinde bu söylemi bir kez daha yeniledi.
Türkiye’nin uluslararası hukuka aykırı bir şekilde Rojava Kürdistanı işgali, Kürtlere karşı etnik temizlik ve demografik yapıyı değiştirme eylem ve niyeti göz önüne alındığında, 350 bin Kobanili Kürt mültecinin Türkiye’de bulunduğu bilgisi ne derece doğru? Erdoğan\'ın dış ve iç kamuoyuna yönelik bu söylemi ısrarla tekrarlanmasının arka planında yatan ve hedeflenen amaç nedir?
2004 sayımına göre Kobani\'nin köyleriyle birlikte nüfusu 81 bin idi. Yaklaşık yüzde 90\'ı Kürt olan Kobani\'de Araplar ve Türkmenlerin yanı sıra az sayıda Ermeni yaşıyor. 2011’de Suriye iç savaşı ve 2014\'de başlayan IŞİD saldırıları ardından kent yoğun bir dış göç aldı. IŞİD, 2014 Ağustos’unda Kobani’yi kuşattığında kentin nüfusu 300 bin civarında idi.
IŞİD kuşatması ve saldırıları sırasında yaklaşık 200 bin kişi sınırın Kuzey Kürdistan tarafına, çoğunluğu Suruç ve çevre ilçeler olmak üzere Urfa\'ya geçti. Sığınmacılar devlete ait Afet ve Acil Durum (AFAD) kurumuna ait çadır kentler yerine, Demokratik Bölgeler Partisi\'nin (DBP) yönetiminde bulunan Suruç Belediyesi’nin organize ettiği sığınmacı kamplarında kalmayı tercih ettiler. Aynı zamanda yöre halkı da evlerini sığınmacılara açtı. Çadır ihtiyacı önemli ölçüde Van depreminden dolayı ellerinde bulunan Van Belediyesi ile Güney Kürdistan\'dan karşılandı.
Kobanililerin devletin sığınmacı kampları yerine, belediyeye ait kampları seçmesi politik bir tercihti ve devlet ile olan ilişkileri zorunlu olmadıkça asgari düzeyde tuttular.
Koalisyon güçleri ve peşmergenin gerillaya desteğiyle IŞİD kuşatmasının kırılması ardından, halk Kobani\'ye geri dönmeye başladı. Kobani kanton yöntemi, özellikle şiddetli çatışmalar nedeniyle şehrin doğu kısmında büyük zarar gören alt yapının onarılması çalışmalarından dolayı geri dönüşlerin hızlı olması taraftarı değildi.
Yaklaşık altı ay sonra, Şubat 2015\'de Suruç\'taki Kobanili sığınmacı sayısı 200 bin\'den 14.600\'e indi. Erdoğan\'ın iddia ettiği üzere yüzbinlerle ifade edilen Kobanili Kürt kalmamıştı.
Konuya ilişkin bölgede sığınmacılara destek çalışması yapmış, Urfa Barosu, Harran Üniversitesi, meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşlarının raporlarında sürece ilişkin detaylı bilgilere ulaşmak mümkündür.
Suriye savaşından kaçan Kürtler, Türkiye\'de sığınmacı olarak bulunuyorlar. Özellikle Şam rejiminin Halep\'i ele geçirmeden önce rejim ile cihatçı gruplar arasında sıkışan, Şeyh Maksud ile Eşrefiye civarındaki Kürtlerin, Türkiye\'ye geçtiği biliniyor. Tabi bunların dışında farklı bölgelerden gelen Kürtler de bulunuyor. Ayrıca Türkiye’nin desteğiyle ÖSÖ çeteleri tarafından kontrol edilen bölgelerdeki halk, özerk bölgelere geçemeyince çetecilerin baskı ve talanından kurtulmak için Türkiye’ye geçmeyi tercih ediyor. Bunu kötünün iyisi olarak okumak gerekiyor.
Öte yandan ekonomik durumu iyi olan Kürtlerden bir kısmı, beraberlerinde getirdikleri sermaye ile Türkiye’de iş hayatına atıldılar. Diğerleri ise Türkiye’yi ara bir istasyon görerek ya Avrupa\'ya çıktılar veya Avrupa\'ya çıkışın yolunu arıyorlar. Güney Kürdistan ise, Rojava Kürdistanı\'nın farklı bölgelerinden gelen yaklaşık 400 bin mülteciyi barındırıyor.
Erdoğan\'ın Suriye sorununda özellikle uluslararası topluma yönelik, mülteciler başta olmak üzere bölgedeki demografik yapıya ilişkin gerçek olmayan rakamlar paylaştığı artık sır değil. Bu nedenle, Erdoğan\'ın yüzbinlerle ifade ettiği Kobanili Kürt sığınmacının Türkiye’de olduğu bilgisi de gerçeği yansıtmıyor.
Erdoğan\'ın manipülatif rakamlarla hedeflediği ters algı; ‘terörist’ Kürtlerden kaçan ‘iyi’ Kürtler ve ‘iyi’ Kürtleri ‘kötü’ Kürtlerden koruyan, onlara hamilik yapan Türk devleti imajı ile kamuoyu oluşturma çabasıdır. Bir diğer önemli hedefi ise, Türkiye’de olmayan 350 bin Kobanili Kürt’ü tekrardan evlerine, yurtlarına yerleştireceğim algısını dış ve iç kamuoyunda yöneterek, Kobani’yi işgal etme senaryosudur.
Neden Kobani?
Kürt güçlerinin Kobani kuşatmasını bertaraf etmesi, sadece vahşi IŞİD efsanesinin yıkılmasına vesile olmadı. Kobani kuşatmasına karşı direniş, aynı zamanda Rojava Kürtlerinin makus talihlerinin değişmesi ve uluslararası toplum ile ilişki ve meşruiyetlerinin başlangıcı oldu.
Erdoğan’ın sıklıkla dile getirdiği ve Trump’a şikâyet ettiği ABD’nin yanlış Suriye siyasetinin müsebbibi Obama’dır eleştirisinin altında yatan üç önemli neden vardır. Birincisi; Obama’nın Türkiye’nin IŞİD’e karşı korumacı tavrından dolayı Erdoğan’a mesafeli olması ve Türkiye’nin cihatçılardan oluşturduğu muhalif yapıya itibar etmemesi. İkincisi; YPG’nin silahlandırılması kararını vermesi. Üçüncüsü patriot hava savunma sistemi satışını engellemesi.
Ankara’daki devlet sözcülerinin sıklıkla vurguladıkları ‘beka’ sorunu, ABD’nin Kürtleri silahlandırması ve finanse etmesiyle birlikte, Trump\'a rağmen Temsilciler Meclisi ve Senato’da Kürt meselesine verilen ezici destek ve bu desteğin yeni Suriye’de kalıcı bir statüye dönüşme ihtimalidir. Ankara ile Washington arasındaki gerilimin en önemli nedenlerinden biri budur.
ABD’li diplomat ve dönemin IŞİD ile mücadeleden sorumlu Koalisyon Güçleri Özel Temsilcisi Brett McGurk, YPG/PYD ilişkisinin Güney Kürdistanlı güçler vasıtasıyla IŞİD\'in Kobani kuşatması sırasında kurulduğunu açıkladı. İlişkinin kurulma biçimi, Kobani’nin bu münasebetteki sembolik ve tarihsel rolü birçok açıdan önemlidir. Ayrıyeten Kobani, Erdoğan’ın pişman olduğu bir konudur.
YPG/ PYD’nin Koalisyon güçleri ile görüşmesi Güney Kürdistan üzerinden dönemin PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’in 12 Ekim 2014’de ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Daniel Rubinstein ile Paris’te görüşmesiyle başladı. Daha sonra 18 Ekim’de Duhok’ta ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Yardımcısı Tony Blinken başkanlığındaki heyetle buluşan Salih Müslim başkanlığındaki PYD heyeti, IŞİD ile Kobani’nin dışında da savaşmayı kabul ettiklerini ABD’li yetkililere beyan ettiler. Böylece YPG/PYD’nin uluslararası koalisyon ile teması resmen başlamış oldu.
Bu arada Güney Kürdistan Parlamentosu 15 Ekim 2014’de Rojava Kürdistanı’ndaki özerk idari yapıları tanıdığını askeri, siyasi, diplomatik ve insani yardımda bulunacağı kararını aldı.
19 Ekim’de ise Obama, Erdoğan’ı telefon ile arayarak peşmergenin Kobani’ye geçmesine izin vermesini istedi. Erdoğan, YPG/PYD ‘terör’ örgütüdür demesine rağmen, iradesi ve isteği dışında, uluslararası toplumun baskısından dolayı Obama’ya evet demek zorunda kaldı. Bugünden düne bakıldığında Erdoğan’ın bu karardan çok pişman olduğu, bugün olsa Obama\'ya evet demeyeceği yorumunu yapmak yanlış olmaz.
Akabinde 20 Ekim’de Güney Kürdistan Bölgesi Yönetimi (KBY) envanterinde bulunan silah, mühimmat ve tıbbi malzemeden oluşan 27 koli, Amerikan C-13 tipi kargo uçağı ile Kobani’deki abluka içindeki direnişçilere paraşütlerle atıldı.
Kürtler arasındaki Kobani dayanışması, Erdoğan’ın “iyi Kürt, kötü Kürt” oyununun boşa çıkarıldığı önemli bir dönüm noktasıdır. Diğer bir gelişme ise, Kasım 2014’de Mesrur Barzani’nin Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu’ndaki konuşması oldu. Barzani: “Biz PKK’yı hiçbir zaman terör örgütü olarak görmedik, dolayısıyla PKK’nın AB’nin terör listesinde kalmasını desteklemiyoruz” açıklaması idi. Bu açıklama Ankara’da hoş karşılanmadı ve Güney Kürdistan’ın ‘PKK itirafı’ olarak kayda geçti.
Erdoğan’ın elinde uluslararası topluma karşı kullanacağı üç Kürt kartı vardı ve bunların hepsini kaybetti. Bunlar çözüm süreci, Güney Kürdistan ilişkisi ve ENKS’nin Türkiye\'nin nüfuzu altında olan Suriye Devrimci Muhalefeti içinde olması idi. Erdoğan dış ve iç kamuoyuna Kürtler ile değil, ‘terörle’ mücadele ediyoruz derken, bu kartları kullanmaya çalıştı ve çalışıyor.
Oysa herkes biliyor ki, bu kartlar artık Erdoğan’ın elinde yok. Sadece blöf, daha açık bir ifade ile Erdoğan bu kartları kendi isteğiyle kaybetti. “AKP’li 50 Kürt milletvekilim var” argümanı da sadece kulağa hoş gelen bir seda.
Suriye’de suların durulması daha zaman alacak. Uluslararası toplumun Kobani işgaline, daha doğrusu Rojava Kürdistanı’nda Türkiye’nin daha fazla ilerlemesine müsaade edip etmeyeceğini birlikte göreceğiz. Ama Kürtler açısından Suriye’de hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı kesin.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.