Kürt seçmenin seçimlere ilişkin Kürt odaklı davranışı 1950’lerde çok partili döneme geçişle şekillenmeye başlar. Tek Parti döneminde tüm Kürdistan illeri “yasaklı bölgeler” idi. Seçimlere ancak merkezi otoritenin tespit ettiği adaylar katılabiliyordu. Bölgeden Kürt adaylar olmakla beraber, birçok aday Batı illerinde ikamet eden kişilerdi.
Çok partili evreye geçildiğinde, dönemin Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Başkanı İsmet İnönü’nün Demokrat Parti (DP) Başkanı Celal Bayar’a: “Doğu’da parti teşkilatlarını kurmamayı kabul ederseniz, karşılık olarak biz de teşkilatlarımızı kapatırız. Partizanlığın ulusal birliğimizi yıkacağı endişesi içerisindeyim” dediği bilinir.
1950’de çok partili döneme geçildi. CHP’nin tek parti totaliter iktidarından, özellikle de kolluk kuvvetlerinin baskısından bir nebze kurtulmak için önemli sayıda Kürt ileri gelenleri ile aşiretler politik ve ekonomik alanda DP’nin liberal çıkışına destek verdiler. Böylece 1925 Şeyh Sait başkaldırısı sonrası sürgüne gönderilen Kürt ailelerinden birçok şahsiyet, DP listelerinden parlamentoya girdi. Ağrı’dan Halis Öztürk, Kasım Küfrevi ve Celal Yardımcı, Diyarbakır’dan Mustafa Ekinci, Yusuf Azizoğlu ve Mustafa Remzi Bucak, Urfa’dan Hacı Şeyh Ömer Cevheri, Erzurum’dan Abdülmelik Fırat DP’den seçilen Kürt vekillerdi. Bu ailelerin fertleri uzun süre sistem partileri içinde konumlarını kordular.
DP iktidarının Kürt aydın ve siyasi elitine tahammülü uzun sürmedi. 17 Aralık 1959’da sağ ve sol cenaha eğilimli 49 Kürt aydın bizzat dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile İçişleri Bakanı Namık Gedik ve MİT tarafından “komünist Kürtçü” isnadı ile tutuklandı. Ardından 27 Mayıs 1960 darbesi oldu. 27 Mayıs darbecileri siyasi tutukluları serbest bırakırken, Kürt aydınlarını “Vatan haini”, “Milli birlik ve bütünlüğün bozguncuları” sayarak serbest bırakmadılar.
Ardından Kürdistan’da toplu tutuklamalar başladı ve tutuklananlar Sivas’ta kurulan toplama kamplarına gönderildiler. Bu operasyonun ve zulmün en önemli nedenlerinden biri, 1958’de Irak’ta monarşinin yıkılması ardından 1947’de Sovyetler Birliği’ne iltica eden ve 7 Ekim 1958’de otonomi görüşmeleri için Güney Kürdistan’a dönen Mustafa Barzani liderliğindeki hareketin Kuzey Kürdistan'a olası etkilerini bertaraf etmekti.
1960 askeri darbe sonrası kapatılan DP’nin yarattığı siyasi boşluğu doldurmak için iki parti kuruldu. Bunlardan biri Yeni Türkiye Partisi (YTP), bir diğeri ise Adalet Partisi (AP) oldu. YTP’nin kurucuları arasında Yusuf Azizoğlu (Diyarbakır), Recai İskenderoğlu (Diyarbakır), Kasım Küfrevi (Ağrı), İhsan Bedirhanoğlu (Van) ve Kemal Badıllı (Urfa) gibi sağ muhafazakâr Kürt ileri gelenleri vardı.
YTP’nin ilk Genel Başkanı Ekrem Alican idi. Kısa bir dönem yaptığı genel başkanlıktan istifa edince, Yusuf Azizoğlu genel başkan oldu. Bu nedenle YTP’yi Azizoğlu öncesi ve sonrası olarak iki ayrı dönemde değerlendirmek gerekir. Azizoğlu sonrası YTP, Kürtlerin ağırlıkta olduğu ve Kürdistan illerinden milletvekili çıkaran bir parti oldu. Bu nedenle Halkın Emek Partisi (HEP) ve ardılı olan partiler gibi, o kuvvette olmasa bile bir Kürt partisi olarak görüldü. Adeta Kürt milliyetçilerin legal planda toplandıkları bir parti oldu. Sosyalist Kürtler ise Türkiye İşçi Partisi'nde (TİP) toplanmış ve “Doğulular Grubu” adıyla hareket ediyorlardı.
1961 seçimlerinde YTP, Türkiye genelinde %13,7 Kürdistan’da ise %37,7 oy aldı. Takrir-i Sükûn sessizliği ardından 1950’de kıpırdanmaya başlayan Kürt seçmenin siyasi davranışı, böylece 1961 seçimleriyle kristalize ve disipline olmaya başladı. “1961 seçim sonuçları ve YTP kurucularının kompozisyonu birlikte düşünüldüğünde şunu söylemek mümkün görünüyor: 1991 seçimleriyle başladığı düşünülen Kürdistan’daki siyasi davranışın Türkiye genelinde ayrışması durumu aslında ilk kez 1961’de yaşanmıştır ve üstelik bu durum belli belirsiz de olsa Kürt meselesinin Türkiye siyasetine ‘geri dönüşüyle’ alakalıdır”[1]
TBMM tutanakları incelendiğinde YTP milletvekillerine yönelik “Kürtçülük” isnadı ve açılan soruşturmalar, Kürt sorununun mecliste yoğun bir biçimde tartışılmasına ayrıca vesile olmuştur. YTP’in siyaset sahnesine çıkışıyla birlikte devletin muhafazakâr Kürtleri “Kürtçü”, sosyalist Kürtleri “komünist Kürtçü” olarak kategorize etmesi de bu sürece denk gelir. Tüm özgün işaretler bir araya getirildiğinde, YTP etno bölgesel bir parti olarak tanımlanabilir.
YTP’nin ardından Kürt sorununun politik çözümüne ilişkin program, söylem ve niyete sahip partilerin Kürdistan’da oylarını arttırdıkları görülür. Örneğin YTP’den sonra Türkiye ortalamasının üstünde Kürdistan’da oy alan bir diğer parti, Türkiye İşçi Partisi (TİP) olmuştur.
Yasal Kürt siyasetinin ilk seçim başarısını 1991’den önce gerçekleştiğini gösteren başka bir örnek ise, 1978 Diyarbakır’da Mehdi Zana’nın, 1979 yılında Ağrı’da Orhan Alpaslan’ın ve Batman’da Edip Solmaz’ın bağımsız adaylar olarak girdikleri yerel seçimlerde belediye başkanı seçilmeleridir.[2]
Sistem partileri ve Kürt seçmen
Sistem partileri açısından Kürt sorununun politik çözümüne ilişkin yaklaşım, Kürt seçmenin davranışında her zaman belirleyici olmayı sürdürmüştür. 1987,1991 ve 1999 dönemlerinde partilerin Kürt sorununun siyasal “çözümüne” ilişkin hazırladıkları “Kürt Raporları” ve “Kürt realitesini tanıyoruz” açıklamaları yadsınamaz. Anavatan Partisi (ANAP), Fazilet - Refah ve Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP)’nin Türkiye ortalamasının üstünde Kürdistan’dan oy almalarının politik ve sosyolojik açıklaması, önemli oranda Kürt meselesinin siyasi ve kültürel “çözümüne” yönelik sundukları raporlarlar ve verdikleri sözlerdir. Kürt seçmen meselenin olası çözümünde bu konuda sözü ve vaadi olan her partiye oylarıyla kredi açarak karşılık vermiştir.
1991’den itibaren ağırlıklı olarak Kürtlerin ulusal ve demokratik haklarını talep eden tabana dayanan ve birçoğu yasaklanan HEP, DEP, DEHAP, HADEP, BDP, DTP ve HDP süreci başladı. Kürt hareketinin farklı siyasi geleneğinden gelen kendilerini “Kürdistani Parti” olarak niteleyen HAKPAR ve Katılımcı Demokrat Parti ardından, Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (PDK-T), Kürdistan Özgürlük Partisi (PAK), Kürdistan Demokratlar Platformu (KDP) ve Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK) siyaset sahnesinde yer aldılar.
1991’de SHP ve Halkın Emek Partisi (HEP) seçimlere birlikte katıldılar. SHP, Türkiye genelinde %20,8 oy alarak üçüncü parti, Kürdistan’da %32,7 oy alarak bölgede birinci parti oldu ve HEP 22 milletvekili çıkardı. 1995-2007 yılları arasında yapılan dört genel seçime HDP geleneği, seçimlere bağımsız milletvekilleri ile girdi ve mecliste grup oluşturdu.
AK Parti, iktidara geldiği 2002 yılında bölgedeki oyların %23’nü aldı. DEHAP ise, %33 oy alarak bölgede birinci parti oldu. Yerel dinamiklerin yanı sıra, bölgede değişen güç dengeleri, Kürtlerin kazanımları ve uluslararası aktörlerin Kürt sorununda devreye girmesiyle AKP, reformcu söylemini arttırdı. Bunun sonucu olarak 2007 seçimlerinde %51 oyla AKP bölgede birinci parti konumuna yükseldi. Bağımsız adaylarla seçime giren BDP ise, bölge oylarının %30’nu aldı ve parlamentoya 22 milletvekili sokarak grup kurdu. 2011 seçimlerinde de AKP %50 gücünü Kürdistan'da korumaya devam etti. İkinci kez bağımsız adaylarla seçimlere giren BDP ise, on puan oyunu arttırarak %40 oy aldı ve 36 milletvekiliyle parlamentoya girdi.[3]
Siyasi, ekonomik reformlar ve AB’ye tam üyelik iddiasıyla iktidara gelen AKP, zaman içinde hem Kürt sorununun “çözümünden” hem de Türkiye’nin demokratikleşmesi perspektifinden uzaklaşarak kendinden önceki iktidarlara benzemeye başladı. Bu dönemde Kürt halkının, sivil niteliği baskın Kürt hareketlerine verdiği kitlesel destek önemli ölçüde arttı. Buna karşılık devlet, Kürt legal hareketlerinin parlamentoda ve uluslararası toplumda meşru bir güç haline gelmesinden aşırı rahatsızlık duydu. Her zamanki gibi Kürt hareketlerini “marjinal gruplar” veya “teröre” destek veren’ yapılar olarak lanse edip bunların meşruiyetlerini tartışma konusu yaptı.
7 Haziran 2015 seçimlerinde parti olarak seçimlere giren HDP, %10 barajını aşarak 80 milletvekili çıkardı. Bölgede toplam oyların yarısını alarak birinci parti olan HDP, parlamentoda da ikinci ana muhalefet partisi konumuna yükseldi. AKP’nin Kürdistan’da düzenli yükselişi de böylece durdu. Parlamentoda tek başına hükümet kurma yeterliliğine sahip olamayan AKP, ne koalisyon ne de azınlık hükümeti kurmak istemedi ve erken seçim kararı aldı.
AKP hükümeti Kürt legal hareketinin yükselişini durdurmak ve etkisiz hale getirmek amacıyla, hendekler kazarak pusuda bekleyen PKK’yi yeniden savaşa davet etti. PKK, bütün uyarılara rağmen, HDP’nin yüzde 80-90 oranında oy aldığı kentlerde çatışmalı bir ortama dönüş demek olan “öz savunma” temelli bir “öz yönetim” ilan ederek, iktidarın bu davetine icabet etti ve “hendek savaşları” başladı. Böylece 1 Kasım 2015 seçimleri silahlı çatışmanın dorukta olduğu bir ortamda gerçekleşti. HDP barajı geçti ama %10 seçmen desteğin kaybederek 59 milletvekili çıkarabildi.
24 Haziran ve Kürt seçmen
Erken veya baskın diye adlandırılan 24 Haziran seçimlerinin bir gerekçesi de Güney ve Batı (Rojava) Kürdistan’daki kazanımların engellenmesi ve şiddete dayalı çözüm siyasetinin sürdürülmek istenmesidir. AKP açıkladığı seçim manifestosunda “Fırat Kalkanı” ve “Zeytin Dalı”na benzer askeri hareketlerin devam edeceğini ifade etmektedir. Daha önce demokratikleşme ve reform söylemleri ile oylarını yükselten AKP, muhafazakâr Kürt seçmenden ciddi oranda destek almıştı. Milliyetçi söylemler ve savaş siyaseti ile bugün kaybetmeye başladığı muhafazakâr Kürt seçmenin desteğini, MHP ittifakıyla telafiye çalışmaktadır.
Kürtlerin kazanımlarına saldıran, halkın seçtiği vekilleri ve belediye başkanlarını hapse atan, Kürt sorununu şiddetle bastırmayı çözüm olarak gören, toplumu baskı ve korku ile sindirmeye çalışan AKP iktidarına, Kürtlerin kuvvetli bir yeter demesinin vakti gelmiştir. İktidarı ve muhalefeti ile Kürt seçmeni “Çantada keklik” gören dönem bitmiş, seçmen disipline olmuştur. Bu ise Kürtleri sistemi etkileyen ve kilitleyen bir güce ulaştırmıştır. Farklı bileşenleriyle Kürt seçmen, sistemin sürekliliğinde istenmese de hesap edilmesi gereken önemli bir güç ve aktördür.
Bu gücün katlanarak devam etmesi için Kürt hareketinin farklı bileşenlerinin sadece seçimlerde değil, değişik platformlarda da ortak hareket etmesi gerekir. Sistem partileri Kürdistan'da tabela partisine dönüştüğünde, iktidar, muhalefet, asker ve bürokrasi iradeleri ve istekleri dışında Kürt meselesinin siyasi çözümüne zorlanacaklardır. Hele hele seçimlerle meşruiyet kazanmış bir gücü yok saymak ve ona yaptırım uygulamak oldukça güçleşecektir.
Kürtlere ve Kürdistan'a statü talep eden her siyasal güç ve çevreyle İttifak veya iş birliği yapıla bilinir. “Türkiyelilik”, “Ortak vatan” ve “Demokratik cumhuriyet” kavramalar altında Kürtlere veya Kürdistan’a talep edilen statünün niteliği eleştirile bilinir ve eleştirilmelidir. Fakat bunu ittifak ve iş birliklerinin önünü kapatıcı bir gerekçe olarak kabul etmek veya göstermek sadece ideolojik katılıktır.
Çünkü Kuzey Kürdistan'ın hiçbir statüsü yoktur. Çapı ne olursa olsun, talep edilen veya kazanılacak her statüye bir başlangıç olarak yaklaşmak gerekir. Ayrıca bugün Kürtlere ve Kürdistan’a talep edilen statünün niteliğinden ziyade, Kürtlerin yığınsal temsilini yapan fakat sistemin dışında bırakılmış olan gücün büyüklüğü devlet açısından korkutucu ve belirleyici olmaktadır. Bundan dolayı devletin HDP ve çevresine saldırısı, daha ileri bir statü federasyon veya bağımsızlık isteyen diğer Kürdistanlı siyasal güçlere göre daha yoğundur. Bu korku ve büyüklüğü statüye dönüştürmek ise, bir ölçüde Kürt siyasal güçlerinin elindedir.
Aralarında “Kürdistan Demokratlar Platformu (KDP), Kürdistan İslam Hareketi (Azadi Hareketi), Kürdistan Özgürlük Partisi (PAK), Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK) ve Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’nin (PDK-T) oluşturdukları Kürdistan Demokratik Seçim İttifakı’nın HDP ve HÜDAPAR ile seçim ittifakı girişimi önemli ve doğru bir adımdı. Maalesef gerçekleşmedi. Taraflar söz konusu anlaşmanın neden gerçekleşmediğini kendi yaklaşımlarıyla kamuoyu ile paylaştılar. İttifaka olumlu bakan ve destekleyen çevrelerde bu durum hayal kırıklığı yarattı.
Yaşanan hayal kırıklığına mukabil, ulusal demokratik seçim ittifakına başından beri farklı nedenlerle karşı duran Kürdistanlı çevreler de oldu. Bu beklenen bir tepkiydi. Lakin üzerinde fazla durulmayan, göz ardı edilen veyahut fazla dikkate alınmayan en önemli tepki, devletin tepkisidir. Kürt partilerinin 25 Eylül Güney Kürdistan bağımsızlık referandum etkinlikleri ve Afrin açıklamaları gerekçe gösterilerek, “KCK ve PKK adına eylemler yapma ve faaliyetlerde bulunmaktan” 30 küsur Kürdistanlı parti yöneticisi ve siyasetçisine açılan soruşturmanın zamanlamasıdır. Söz konusu soruşturma, olası Kürdistanlı güçler arasındaki seçim ittifakını engellemeye yönelik devletin bir hamlesi, Kürt hareketinin farklı bileşenlerine ihtar ve gözdağıydı.
Bu gelişmeler yaşanırken ittifak için taraflar tümüyle kapıları birbirlerine kapatmamışlardı. Kapıların sonuna kadar açılması ve adım atılması için aktörler birbirlerini zorlayabilirlerdi. Görünen o ki, her iki kesim de bu zorlamayı yeterince yapmadı. Tarafların üzerinde aşırı ideolojik abluka, psikolojik baskı ve karşı propagandanın bunda etkili olduğunun altını çizmemiz gerekir. Oysa ittifakçı güçler ideolojik kaygılarla değil, ulusal ve demokratik hakların talebinde, devlete ve sisteme karşı duruşu esas alsalardı, belki de anlaşabilirlerdi. Maalesef ağırlıklarına göre başta ideolojik kaygılar, siyasi hesaplar, mahalle ve devlet baskısının toplamı bu ittifakı engelledi.
24 Haziran seçimlerinin ortaya çıkaracağı sonuçları ve etkileri sadece Kuzey Kürdistan ve Türkiye ile sınırlamak eksik bir bakış açısı olur. Seçimler, Kuzey Kürdistan ve Türkiye haricinde, özellikle AKP iktidarının Rojava ve Güney Kürdistan’da Kürtlerin mevcut kazanımlarının korunması veya ortadan kaldırılması açısından ne tür etkileri olacağını da değerlendirmek gerekir.
Selahattin Demirtaş ve HDP neden desteklenmelidir?
Güney ve Batı Kürdistan'da Kürtlerin elde ettiği kazanımlara yönelik AKP iktidarının savaş, işgal, ambargo ve siyasi planlarını engellemek için.
AKP iktidarının Kuzey Kürdistan ve Türkiye'deki anti demokratik uygulamalarını kabul etmiyoruz demek için.
Devleti ve sistem partilerini Kürt sorununun siyasal çözümüne zorlamak için
Kürt / Kürdistan meselesinin siyasi çözümünü programlamayan ve adım atmayan sistem partilerinin, Kürdistan'da sadece tabela partisi olabileceklerini göstermek için.
Kürt halkı meşruiyeti tartışma götürmez oylarıyla seçtiği temsilcilerinin arkasında olduğunu hem devlete hem de uluslararası topluma göstermek için.
Türkiye'de hükümetin kurulmasında veya kurulamamasında Kürtlerin sistemi etkileyici ve kilitleyici bir aktör olduğunu göstermek için.
Kuşkusuz bu liste uzayabilir. Ama yukarıda saydığım gerekçeler Demirtaş ve HDP'nin desteklenmesinde asgari düzeyde yeterli nedenlerdir.
Sonuç olarak, YTP’den günümüze sivil Kürt hareketi çok meşakkatli ve önemli bir yol kat etti. Türkiye’de sistemin dengeleri içinde kendi kimliği ile hesap edilmesi gereken politik ve kristalize bir Kürt gücüne ulaştı. Bu gücü yok sayıp görmezden gelenlere, meşruiyetini kabul etmeyip sorgulayanlara, anti demokratik baraj ve engeller oluşturanlara Kürt halkı gerekli cevabı 24 Haziran'da sandıkta verecektir.
(Deng Dergisi’nin 110.sayısında yayınlanan yazının “24 Haziran ve Kürt seçmen” bölümü son siyasal gelişmeler dikkate alınarak genişletilmiştir.)
[1] Kürtler ne İstiyor? Mesut Yeğen, Uğraş Ulaş Tol, Mehmet Ali Çalışkan, İletişim Yayınları, s. 44, 2016
[2] A.g.e., s.48
[3] Geniş bilgi için bakınız: Kürtler ne İstiyor? Mesut Yeğen, Uğraş Ulaş Tol, Mehmet Ali Çalışkan, İletişim Yayınları, s. 39-58, 2016
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.