Doğu Kürdistan’ın Sakız şehrinde Kürt kızı Jina Mahsa Emini, İslami tarzda giyim kuşam yasalarına uymadığı gerekçesiyle, İran ahlak polisi tarafından 16 Eylül’de gözaltına alındı. Gözaltında şiddete maruz kalan Jina, hayatını kaybetti. Jina’nın darp edilerek öldürülmesini protesto amacıyla Doğu Kürdistan’ın birçok şehrinde gösteriler düzenlendi. Protestolar daha sonra Belucistan, Azerbaycan ve Tahran dahil tüm İran sathına yayıldı.
Jina Emini olayı, Tunus’ta 2010’da polisin tokatlaması ve hakaret etmesini protesto için kendini yakan Tunuslu seyyar satıcı Muhammed Buazizi olayını anımsatıyor. Buazizi’nin kendisini yakması, Arap coğrafyasında domino taşı etkisi yarattı. Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Cezayir, Ürdün ve Yemen'de büyük çapta Arap Baharı olarak adlandırılan iktidar karşıtı eylemlere dönüştü.
Muhammed Buazizi, ne sivil ne de politik aktivistti. Ekmeğini seyyar satıcılık yaparak kazanan biriydi. Jina Emini de benzer şekilde sivil ve politik aktivist değildi. Jina, İran İslam rejiminin belirlediği giyim kuşam ve hayat tarzını kabullenmeyen, kendi jenerasyonunun yaşam tarzını benimsemiş ve öyle yaşamak isteyen bir kızdı.
İran’da binlerce sivil aktivist kadın ve erkek idam edildi ve kurşuna dizildi. Ama İran, Jina olayında olduğu gibi ayağa kalkmadı.
Çünkü Kürt kızı Jina’nın başına gelenler, Beluç, Fars, Azeri ve Arap bir ailedeki kızın, kız kardeşin ve eşin de başına gelebilirdi ve geliyordu. Bu nedenle protestolar hızlı bir şekilde tüm İran’a yayıldı.
Doğu Kürdistan’da başlayan protesto eylemlerini rejim, İran’ın diğer bölgelerine yayılmasını önlemeye çalıştı. İran İçişleri Bakanı Ahmed Vahidi, 10 Ekim’de Kürdistan eyaletinin Sanandaj kentinin su arıtma tesisinde incelemeler sırasında basın mensuplarının sorularını yanıtlarken, "Bu isyan hareketi, sabıkası son derece kötü olan ayrılıkçı Komala, İKDP ve PJAK örgütlerince tertip edilmiştir. Bu örgütlerin cinayetler ve kanla dolu bir tarihleri var. Bunlar bugün de isyan hareketinde etkin bir rol oynamak çabasındalar." Açıklamasında bulundu.
Vahidi’nin izahında yatan hedef, protestoları Kürdistan ile sınırlamak, eylemlerin İran’ın diğer bölgelerine yayılmasını engellemekti. Bu nedenle Kürdistanlı örgütleri protestoların arkasında İran’ı parçalamak ve bölmek isteyen güçler diye hedef gösterdi. Böylece Belucilerin, Azerilerin, Farsların ve Arapların Kürdistan’daki protestolara destek vermemelerini ve kendi bölgelerinde benzer eylemlere kalkışmalarını önlemekti. Fakat bu strateji tutmadı.
Protestoların başını çeken, yığınsal olarak sokaklara dökülen ‘Z’ kuşağı dediğimiz gençlerdir. Doğu Kürdistanlı ve İranlı siyasi örgütler kitlelerin önünde değil, arkalarından geldiler. Kuşkusuz bu yakın vadede siyasi güçlerin kitleler içinde köklü örgütlenmelerine katkı sağlayacak, pozisyonlarını daha da güçlendirecek zemin yaratabilir. Ayrıca Doğu Kürdistan’dan ateşlenen protestolar, Kürdistan’ın diğer parçalarında olduğu üzere, Kürtlerin politik mobilizasyon ve duyarlılığını göstermesi açısından önemli bir işarettir.
Kürdistan’daki protestolarda atılan sloganlar ve dile getirilen talepler, direkt ve özgün bir biçimde Kürtlerin ulusal demokratik hak taleplerini dillendirmiyor. İran’da sömürgeci İslam rejiminin despotik uygulamalarına her gün maruz kalan, baskı ve zulme isyan eden, bunlara yeter diyen tüm kesimlerin ortak özgürlük taleplerini dillendiriyor. Muhtemel değişimin, İslami rejimi reform veya ehlileştirme değil, rejimin devrilmesiyle mümkün olacağını ifade eden sloganlar ve istekler, tüm etnik kimlikler, mezhepler ve sosyal gruplardan insanları sokaklara çıkarıyor.
İran’da olası bir rejim değişikliği için toplumsal muhalefetin dışında Mısır’da Müslüman Kardeşlerin 2012’de iktidara gelmesine ve daha sonra da devrilmesine yeşil ışık yakan ordunun saf değiştirmesi veya dış müdahalenin şartlarının tümüyle olgunlaşmasına bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Dış müdahale deyince hafızaya gelen iki örnek söz konusudur. Bunlar, Irak ve Suriye deneyimleridir.
Zincirin güçlülüğü en zayıf halka ile ölçülür. Oysa biz en kuvvetli halka ile ölçüyoruz. Bu da bizleri yanıltabilir.
Her iki ihtimal, kuvvetli veya zayıf olasılıklar olsa da Tahran, iki alternatifi de göz önünde bulundurarak gerekli önlemleri ve adımları atmaya çalışıyor. Bir yandan ordu ve güvenlik güçleri içinde ipin ucunu sıkı tutmaya çalışırken, diğer yandan, olası bir dış müdahalede rol alabilecek siyasi aktörleri vurmaya ve ortadan kaldırmaya çalışıyor.
Bu aktörler, Güney Kürdistan’da konuşlanmış Doğu Kürdistanlı politik güçler ile Avrupa, Amerika ve diğer kıtalardaki İranlı muhalif güçlerdir.
İran’da silahlı milislere sahip yapılanmalar Kürt gruplardır. Rejim, birkaç kez Güney Kürdistan’daki Doğu Kürdistanlı güçlerin üstlerine füze ve insansız hava araçlarıyla saldırıda bulundu.
2003’de ABD’nin Irak’ı işgali ile Halkın Mücahitleri Örgütü (HMÖ) silahtan arındırıldı. Ardından Tahran’ın baskılarıyla Halkın Mücahitleri, Irak’ı terk etmek zorunda bırakıldı. Örgüt Fransa ve İngiltere başta olmak üzere birçok ülkeden toplu sığınma talebinde bulundu. Fakat Halkın Mücahitleri’nin Avrupa ve ABD’de terörist örgütler listesinde bulunması nedeniyle bu talep reddedildi. HMÖ, sonunda Arnavutluk’tan toplu sığınma hakkı aldı ve merkezini taşıdı.
Halkın Mücahitleri Örgütü'nün yedi yıllık hukuki ve siyasi mücadelesi ardından, 26 Ocak 2009 tarihinde Avrupa Birliği Konseyi, 28 Eylül 2012 tarihinde de ABD, Halkın Mücahitleri Örgütü'nü terörist örgütler listesinden çıkardı. İran’ın Nükleer programını deşifre eden ve ABD’ye ilk bilgiyi veren kaynağın da Halkın Mücahitleri Örgütü olduğu belirtilir.
Bu yüzden İran, sistematik olarak Arnavutluk’a karşı siber saldırılarda bulunuyor. Siber saldırılardan dolayı geçtiğimiz haftalarda Arnavutluk, İran’ı BM’ye şikâyet etti. Aynı şekilde Halkın Mücahitleri Örgütü de İran resmî kurumlarına yönelik siber saldırılar yapıyor. Bundan birkaç hafta önce Ayetullah Ali Hamaney’in İran resmi TV’sindeki konuşması kesilerek, Jina Emini protestolarını gösteren propaganda filmleri yayınlandı.
İran’da devam eden protestolara destek vermek amacıyla Doğu Kürdistanlı ve İranlı örgütler Avrupa, ABD ve Kanada başta olmak üzere birçok ülke ve kıtada birlikte gösteri ve yürüyüşler yapıyorlar.
12 Eylül 1980 darbesinin ilk 7-8 yılı, bir kısım Kuzey Kürdistanlı örgütler, Türk sol hareketleriyle birlikte Türkiye’ye karşı ortak protesto eylemleri yaptılar ve ortak cepheler oluşturdular. Daha sonra Kuzey Kürdistanlı bu siyasi gruplarla Türk sol hareketleri arasındaki makas açıldı. İlişkiler kurumsal yapılardan Kürdistan sorununa sosyal şoven yaklaşımdan uzak bireylerle ilişki kategorisine indi.
Bu kadar yıl aradan sonra Rojhelat ve İran’daki protestolar vesilesiyle Doğu Kürdistanlı grupların ve şahısların ezen ülkenin muhalif güçleriyle bir araya gelmeleri beni hem ‘şaşırttı’ hem de düşündürdü. Avrupa’nın birkaç kentinde Şah yanlısı şahıs veya gruplarla Kürtler arasında kısmi gerginlik ve tartışmalar sosyal medyaya yansıdı. Ama bu olaylar lokal düzeyde kaldı. Meydanlarda İran muhalefetinin bayrakları ile Kürdistan bayrakları birlikte yer aldı.
Güney, Doğu ve Batı Kürdistan hareketlerinin deneyimleri ile tarihleri zengin ve çıkarılacak önemli derslerle dolu. Doğu Kürdistan hareketi; ‘’İran’a demokrasi, Kürdistan’a federasyon’’ talep ediyor.
Kuzey Kürdistan’da bazı çevrelerin “Sivas’tan ötesi bizi alakadar etmez’’ veya “Türkiye’deki demokrasi mücadelesi Kürtlerin işi değil’’ yaklaşımından yola çıkarsak, Doğulu kardeşlerimize şunları telkin etmemiz gerekir.
“Sanandaj’dan ötesi sizi alakadar etmez!’’ veya ‘’İran’da demokrasi mücadelesi Kürtlerin işi değil!’’ dememiz mi gerekiyor?
Hayatın ve siyasetin realitesi ile bağı olmayan bu söylem ve anlayışa sahip çevreler, bugün Doğu Kürdistan ve İran’daki gelişmelere bakarak, acaba dersler çıkarıyorlar mı diye düşünüyorum!
İran'da toplumsal muhalefetin demokrasi ve özgürlük söylemi, Kürdistan sorununun olası çözümünü öteleyen değil, tersine çözümüne katkı sunan bir gelişmedir.
Twitter: @cetin_ceko
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.