Enver Paşa, Birinci Dünya Savaşı\'nın başlamasından kısa bir süre sonra 1914’de Almanya ile anlaşarak Osmanlı İmparatorluğu\'nu savaşa soktu. Enver Paşa’nın kafasındaki hayal; Osmanlı’nın denetiminden kopan toprakları, savaşın kaotik ortamından yararlanarak tekrardan elde etmekti. Bu gaye ile İttihatçılar, Kuzey Kafkasya başta olmak üzere, Orta Asya’daki Türki ve Müslüman halkları Pantürk-İslamist ideoloji çerçevesinde harekete geçirmeye çalıştılar. Ayrıca İran ve Hindistan’a kadar uzanan Müslüman halkların toprakları da Enver Paşa’nın göz diktiği alanlardı.
Daha önceden Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi sınırları içinde başlayan Pontus, Ermeni ve Süryani soykırım ve tehcir hareketi, savaşın ilk yıllarında 1915’e gelindiğinde planlandığı gibi sonuçlandı. \"İnsanlık suçu\" kavramı ve suçun yaptırım şartları ilk kez savaş sonrası Sevr Anlaşması’nda uluslararası toplumun gündemine bu vesileyle girdi.
İttihat ve Terakki\'nin Pantürkist-İslamist Türkçü ideali, Osmanlı ordusunun Ruslara karşı Sarıkamış\'ta ağır hezimeti ile son buldu. Sonuçta Birinci Dünya Savaşının mağlubu Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu oldular.
1918 sonrası İttihatçı kadroların önemli bir kısmı Mustafa Kemal hareketine katıldı. Çok partili siyasi hayata geçildiğinde, Turancı kadrolar hem Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) hem de Demokrat Parti (DP) içindeydiler.
Turancı Pantürkist siyasi hareket kendisini 1965 sonrası Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, Milliyetçi Çalışma Partisi ve ardından Milliyetçi Hareket Partisi’nde (MHP) ifade etti. İslamcı hareket ise 1970’de Milli Görüş olarak Millî Nizam Partisi daha sonra Milli Selamet Partisi\'nde vücut buldu. Sağ kadrolar her zaman muhafazakâr, Turancı ve İslamcı üç kanadı bir araya getirmeye Türk-İslam ideolojisi altında tekrardan inşa etmeye çalıştılar.
Millî Görüş hareketinin parçalanması, AKP\'nin ortaya çıkması ve Erdoğan’ın 2015\'de siyasi rotasını MHP\'ye kaydırması, ardından AKP içindeki ayrışmalar söz konusu İttihatçı Türk-İslamist hareketi tekrardan güçlü bir şekilde Türk siyaset sahnesine çıkardı. “Yeni Osmanlıcılık” diye tarif edilen bu siyasi anlayış ve eylem stratejisini “Yeni Osmanlıcılıktan” ziyade, “Yeni İttihatçılık” diye adlandırmak daha isabetli bir tanımlama olacaktır.
Günümüzde İttihatçıların mirasını katıksız devam ettiren Turancı-İslamcı çevreler ile Kemalistler arasındaki en önemli tartışmalardan biri, Mustafa Kemal\'in Misak-ı Milli\'den geri adım attığıdır. Misak-i Milli, Ege\'de 12 adalardan başlayıp Musul\'a kadar çizilir. Fakat Mustafa Kemal\'in bundan feragat ederek Türkiye\'yi bugünkü mevcut siyasi sınırlara mahkûm ettiği eleştirisi yapılır. Bu çevrelere göre eğer Misak-i Milli hayata geçseydi, gündemde “Kuzey ırak”, “Kuzey Suriye” ne de \"Kürt sorunu\" olmayacaktı.
Bugün Kürtler için bir paradoks gibi gözükse de Musul ve Kerkük’ün İngiliz mandası altında Irak’a bırakılmasına dönemin önde gelen Kürt siyasetçi ve aydınları karşı çıkmışlardır. Bunu Kürtlerin parçalanması, Kemalistlerin de Kürtlere ihaneti olarak telakki etmişlerdir. Kürt vekillerin, özellikle dönemin Bitlis mebusu Yusuf Ziya Bey’in Musul konusunda Mustafa Kemal ve çevresine sert eleştirileri 1923 Birinci Meclis tutanaklarında mevcuttur.
Mustafa Kemal maskeli İttihatçı Enver Paşa siyaset
Öte yandan Kemalistler ile Turancı-İslamcılar arasında dış politikada Kürdistan meselesi hariç, Kemalistler statükocu bir devlet siyaseti izlediler. CHP, DP ve AP statükocu Kemalist dış devlet siyasetine her zaman riayet etti. Turancı-İslamcılar ise konjonktüre göre pragmatik İttihatçı rüyalı fetihçi bir dış politika uygulamaya çalıştılar. Fakat her iki kesimin, yani Kemalistler ve Turancı-İslamcıların iç ve dış siyasetlerini dizayn eden ve merkezinde duran Kürdistan meselesi oldu.
Örneğin Erdoğan\'ın Turancı İslamcı hedefleri ifade eden konuşmalarından biri şöyledir: \"İşin gerçeği budur, aynı dili konuştuğumuz, aynı kültürü paylaştığımız, Orta Asya\'yı ta Sibirya\'ya kadar, kendimizden ayrı düşünebilmemiz için, aslımızı inkâr etmemiz lazım. Bizim kültürümüzde aslını inkâr eden haramzadedir. Onun için bizim Irak ile de Suriye ile de, Libya ile de Kırım ile de, Karabağ ile de, Bosna ile de diğer kardeş bölgelerle de ilgilenmek, bizim hem görevimiz hem de hakkımızdır. Bunlardan vazgeçtiğimiz gün, istiklalimizden ve istikbalimizden vazgeçtiğimiz gündür.\"
Erdoğan\'ın günümüzdeki dış ve iç siyaset yaklaşımı, Mustafa Kemal maskeli İttihatçı Enver Paşa yaklaşımıdır. Son dönemlerde dinlendirilen “Türkiye’nin güvenliğinin Misak-ı Milli’nin ötesinden başlar” söylemi de bunun en yalın ifadesidir. Bugün Türkiye, Kürtlerin kazanımlarını kendine tehdit gördüğü için Güney ve Rojava Kürdistanı ile Suriye’nin bir bölümüne doğrudan askeri müdahalede bulunarak işgal etmiştir. Türkiye’nin Irak, Katar ve Somali’de askeri üsleri, Libya’da ise askerleri ve Suriye’den devşirdiği cihatçılardan oluşan paramiliter güçleri bulunmaktadır.
Erdoğan iktidarının bölgede İran’ın Şii Fars kemerine benzer Sünni selefi Türk-İslam ideolojik yaklaşımıyla “Yeni Osmanlıcılık” -ben “Yeni İttihatçılık” diyorum- adı altında Müslüman Kardeşler vasıtasıyla Sünni Türk kemeri oluşturma çabası sürmektedir. Bu kemerin fiziki ayağı, Halep’ten Musul’a kadar uzanan ve büyük kısmını Kürdistan coğrafyasının oluşturduğu bölgedir. Kıbrıs ve Libya başta olmak üzere Doğu Akdeniz, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da ise siyasi ve ekonomik nüfuzunu artırma stratejisi uygulamaktadır.
Kemalistler, TC\'nin temelinin Ermeni soykırımı ve Kürtlerin ulusal demokratik haklarının gaspı üzerine inşa edildiğini her zaman göz önünde tutarak iç ve dış siyasette adım attılar. Misak-ı Milli’yi tartışmaya açmanın, ‘pirince giderken evdeki bulgurdan olmak’ olduğunu her zaman hesap ettiler. Kemalist muhalefetin Erdoğan’a dış politikadaki uyarıları ve eleştirisinin altında yatan korku bundan dolayıdır.
Enver Paşa\'nın ayak izlerini takip eden Erdoğan’ı elbette küçümsememek gerekir. Erdoğan bölgesel ve küresel konularda kurulan her masada olmak ve istediğini de tavizsiz almak istiyor. Lakin bir şeyi unutuyor, “Masada olmak başarıdır, ama masanın hesabının da sizde kalacağını akılda tutmak gerekir”. Çünkü Osmanlı’nın son hesabı Enver Paşa ve İttihat ve Terakki\'de kalmıştı.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.