Birçok siyasetçi ve politik yorumcu Güney Kürdistan’ın Irak’tan ayrılmasında tarafların izlemesi gereken yöntemin Çekoslovakya ve Güney Sudan örnekleri olması gerektiğini söylüyor. Her iki örneğin ortak teması ayrılma kararının müzakereler sonucu anlaşılarak kabul edilip uygulanması.
Erbil ile Bağdat’ın ayrılmasında referans verilen Çekoslovakya örneği siyasi literatürde “kadife ayrılık” olarak geçiyor. Çekoslovakya ayrılığının başlangıcından sonuçlanmasına kadar geçen süreçte, şiddete ve silaha dayalı hiçbir eylem ve emare mevcut değildir. Ocak 1993’de gerçekleşen ayrılıktan bir yıl önce yapılan kamuoyu anketinde Çeklerin yüzde 38’i, Slovakların da yüzde 37’si ayrılma yönünde tavır belirledikleri tespit edilmiştir. Bu oran ölçü alınarak 10 milyonluk nüfusa sahip Çekler ile 5 milyonluk nüfusa sahip Slovaklar kendi rızalarıyla ve referanduma başvurmadan barışçıl yollardan ayrılığı gerçekleştirmişlerdir. Ekonomik birikim ve kaynakların paylaşımı ile siyasi sınırların belirlenmesinde her hangi bir ihtilafa düşülmemiştir.
Bölünme sonrası ise her iki ulustan ayrışmaya karşı çıkan bir siyasal güç veya oluşum ortaya çıkmamıştır. İki ülkenin yeni seçilen cumhurbaşkanları dostluklarının ve komşuluklarının devamını sembolize etmek için, ilk yurtdışı ziyaretlerini karşılıklı olarak birbirlerinin ülkelerine yapmışlardır.
Çekler ile Slovaklar arasında hükümranlığın barışçıl ve demokratik yollardan bölünmesine karşın, Güney Sudan örneği daha farklı bir karaktere sahiptir. Tarihsel, coğrafik, doğal enerji kaynakları ve iç siyasal problemler açısından Güney Kürdistan ile birçok benzerlikleri olduğunu söyleyebiliriz. Güney Kürdistan’ın olası bağımsızlığı ardından karşılaşabileceği zorlukları ve tehlikeleri şimdiden görüp aşmasında Güney Sudan deneyimi önemli bir örnektir.
Sudan, 57 yıl İngilizlerin egemenliği ve işgali altında kaldıktan sonra 1956’da bağımsızlığını kazandı. Yüzölçümü sıralamasında Afrika’nın üçüncü büyük ülkesi, etnik ve mezhepsel kimliği Irak gibi parçalıdır. Kuzeyinde Müslüman Arap halkları, Güney’inde ise çoğunluğunu Hristiyan Afrikalı halk gruplarından Dinka ve Nuer’lerin oluşturduğu farklı dilleri konuşan etnik gruplar yaşamaktadır. Kuzey ve Güney Sudan problemi ilk bakışta dinler arası bir çatışma ve ayrılık gibi gözükse de sorunun temeli, Kuzeyli Müslüman Arapların Güneyli Afrikalıları köle olarak görmeleri ve sonrasında ise Kuzey Sudanlıların iktidarı tek başlarına elde tutmalarından kaynaklan yüz yıllık bir sorundur.
Sudanlıların İngiliz sömürgeciliğine karşı direnişleri yanında, Kuzey ile Güney Sudan arasındaki çatışmalar da aynı şekilde süregelmiştir. İngiltere bölgede otoritesini pekiştirmek ve Kuzey ile Güney arasındaki çatışmayı sonlandırmak için İngiliz sömürgeciliğinin meşhur Kapalı Bölgeler Kanunu’nu uygulamıştır. Bu kanuna göre Kuzey Sudanlıların Güney’e, Güney Sudanlıların da Kuzeye geçişleri yasaklanmış, böylece Sudan 1920’lerin başlarında iki parçaya fiilen bölünmüştür.
Bu fiili bölünme, 1919\'da Şeyh Mahmud Berzenci\'nin İngilizlere karşı bağımsız Kürdistan\'ı kurmak için başlattığı başkaldırıyla, Irak’ın yüz yıl önce bölündüğü gerçeğine benzemektedir. O dönemden günümüze Güney Kürdistan Irak’ın nasıl homojen bir parçası olmamış ise, Güney Sudan da Sudan’ın homojen bir parçası olmamıştır.
İngilizler 1956’da Sudan’dan çekilip ülke bağımsızlığını kazandığında, Güney Sudan’ın Sudan’dan ayrılmasına da karşı çıktılar. 1956’dan 1972’ye kadar Kuzey ile Güney arasında kanlı savaş devam etti. Taraflar 1972’de ateşkes anlaşması imzaladılar. Fakat ateşkes 11 yıl sürdü ve çatışmalar 1983\'te tekrar başladı. İnsan hakları örgütleri Afrika’nın en uzun savaşı olarak tarihe geçen bu dönemde, Darfu katliamlarıyla birlikte Sudan’da 2 milyona yakın insanın hayatını kaybettiğini, yüzbinlerce insanın ise komşu ülkelere göç etmek zorunda kaldığını belirtmekteler.
Uzun ve kanlı bir sürecin nihayetinde 2005\'de uluslararası toplumun arabuluculuğuyla Kuzey ve Güney federasyon çözümünde uzlaştılar. Bu uzlaşı sonucu 2011’de yapılacak referandumla Güney Sudan’ın ya bağımsız bir devlet ya da Sudan ile federasyona devam edip etmeyeceği kararlaştırıldı.
9-15 Ocak 2011 tarihleri arasında yapılan referandumda 8 milyona yakın Güney Sudanlının Yüzde 98.83\'ü bağımsızlıktan yana evet oyu kullanarak Afrika’nın en son bağımsız devletini ilan ettiler.
Bağımsız olup da kendi içinde bölünmek
Güney Sudan’ı bağımsızlığa götüren süreçte bir asırlık etnik ve dinsel anlaşmazlıklar önemli yer tutmakla beraber, uluslararası güçlerin bağımsızlığa yeşil ışık yakmalarında bölgedeki zengin yeraltı enerji kaynaklarının rolü belirleyici olmuştur. Güney Sudan’da 3,5 milyar varil petrol rezervi ve 3 trilyon kübik feet doğal gaz rezervi olduğu tahmin edilmektedir.
Bağımsızlığın ilan edilmesi ardından başta ABD, Rusya, Britanya ve Çin olmak üzere birçok ülke Güney Sudan\'ı tanınmış ve Birleşmiş Milletler üyeliğine kabul edilmiştir. Bağımsızlığa ve tanınmaya karşın Güney ile Kuzey arasında problemler nihai olarak son bulmamış, başta enerji kaynaklarının paylaşımı ve transferi ile sınır ihtilafı tekrar her iki devleti karşı karşıya getirmiştir.
Güney Kürdistan petrolünü dünya piyasalarına transferde nasıl Türkiye, Irak, İran veya Suriye güzergâhına muhtaç ise benzer açmaz ve sıkıntıları Güney Sudan da yaşamaktadır. Çıkarılan petrol ve doğal gazın dünya piyasalarına transferinde şuan tek güzergâh Kuzey Sudan topraklarından geçen ve Hartum üzerinden Kızıl Deniz’e ulaşan petrol boru hattıdır. Bu anlamda Güney Sudan petrolün transferinde Sudan’a muhtaç durumdadır.
Sudan’ın “boru hattının vanasını kaparım” tehdidini boşa çıkarmak için, Güney Sudan’ın farklı alternatif projeleri mevcuttur. Bu projelerden biri komşusu Etiyopya üzerinden Kızıldeniz’e bir petrol boru hattı, diğeri de daha uzun bir güzergâh olan Hint Okyanus’unda kıyısı bulunan Kenya’ya ikinci bir petrol boru hattı döşeyerek, dünya piyasalarına petrolünü ulaştırmaktır. Gerek Etiyopya gerekse de Kenya, Güney Sudan\'ı tanıyan devletler arasında yer almaktadırlar.
Güney Sudan’ın problemi sadece petrolünün transferiyle sınırlı değildir. En önemli sorunu insan hakları ihlalleri, askeri darbe girişimleri ve 10 binlerce insanın hayatına mal olan etnik iç çatışmalardır. Ülkede iki büyük etnik yapı Dinka ve Nuer halk grupları başta olmak üzere, farklı Afrikalı halk grupları arasında yetki ve güç paylaşımında birbirlerine karşı derin bir güvensizlik mevcuttur. Bağımsız devlet olmak için ortak mücadele başlatan bu halk gruplarının siyasal örgütleri, devlet olduktan sonra farklıları bir arada yaşatamayarak, eşit ve ortak bir kimlik oluşturamamışlar, birbirlerine kuşkuyla bakmaları sonucu ülke iç savaşa sürüklenmiştir.
Bu yüzden Birleşmiş Milletler, Güney Sudan’a müdahale etmek zorunda kalmıştır. Güney Sudan, BM’nin müdahalesini egemenlik haklarına saldırı olarak nitelemesine ve karşı çıkmasına rağmen, BM Güvenlik Konseyi sivillerin koruması ve insani yardım amacıyla ülkeye barış gücü askerlerini konuşlandırılmıştır.
Güney Kürdistan’daki siyasi iktidarsızlık Güney Sudan gibi etnik problemlerden kaynaklanmasa da, yakın tarihte siyasi yapıların kardeş kavgası sonucu nasıl kan akıttıkları, Kürdistan’ı parçalayan ve paylaşan devletlerin ise bu kavga ve çelişkileri nasıl okşadıkları biliniyor.
Güney Sudan örneğinde olduğu gibi bağımsız devlet olmasına karşın içinde bölünmüş, sadece kendi iktidarı için demokratik, hümanist ve ulusal değerleri öteleyen, bir masa etrafında oturmak için dışardan arabuluculara ihtiyaç duyan, darbeler planlayan, enerji kaynaklarını har vurup harman savuran, halkı acılar, katliamlar ve sürgünlerle karşı karşıya bırakıp yoksulluk çektiren, devlet olmasına rağmen ulusal birliğini kuramayan “bağımsız” bir Kürdistan’ı Kürt siyasal güçleri sanırım hedeflemiyorlardır.
Bu açıdan Güney Sudan deneyiminden sadece hükümranlık hakkının paylaşımını örnek almayıp, devletleştikten sonra neler yapılırsa benzer sorunları olası bağımsız Güney Kürdistan devleti yaşamaz diye dersler çıkarılabilir.
Evet, Çekoslovakya örneği dünyada bir istisnadır, ama Güney Sudan örneği bir istisna değildir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.