Türkiye’nin SİHA saldırılarına göz yuman Vladimir Putin, şimdilik Erdoğan’ın Rojava Kürdistanı’na yeni bir askerî harekât yapmasını istemiyor. Moskova, Ankara’nın Şam ile diyaloga girerek ilişkileri normalleştirmesini öneriyor.
Türkiye’de HDP ve Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek Partisi hariç, diğer muhalefet partileri ve buna iktidar destekçisi MHP’de dahil olmak üzere, Şam ile görüşmelerin başlamasından yanalar. Bu konuda iktidara baskı yapmak ve kamuoyu oluşturmak amacıyla Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek ve beraberindeki bir heyet, önümüzdeki günlerde Esad ile görüşmek üzere Şam'a gidecek.
Bu çevreler, Türkiye için varoluşsal güvenlik tehdidi gördükleri Rojava Kürdistanı’ndaki kazanımları ortadan kaldırma ve mülteciler sorununu, Esad rejimi ile iş birliği yaparak çözebileceklerini düşünüyorlar.
Erdoğan’ın Esad ile görüşmesi demek, Türkiye’nin Lübnan’ın yüz ölçümünden iki kat daha fazla işgal ettiği Suriye toprağından çekilmesi anlamına geliyor. İstihbarat örgütleri arasındaki görüşmeleri saymazsak, hiçbir rejim veya lider, işgal edilen ülke topraklarından işgalci güç çekilmeden ilişkilerini normalleştirmez. Ayrıca yeni bir istila için Moskova ve Washington’dan yeşil ışık almaya çalışan Erdoğan, gerçekten Suriye’de işgal ettiği topraklardan çekilmek istiyor mu veya çekilebilir mi?
Türk devleti geleneksel dış siyaseti gereği, hiçbir zaman özellikle Kürt ve Kürdistan sorunundan dolayı bölgede kurulu nizamın bozulmasını istemedi. 2010’da Arap Baharının patlak vermesiyle AKP, yeni Osmanlıcılık anlayışı bağlamında birçok Arap ülkesinde Sünni Müslüman Kardeşler örgütünün hamiliğini üstlendi. Bu yaklaşım, Türk dış siyasetinde önemli bir kırılma yarattı ve kurulu nizamın dışına çıkıldı.
Fakat söz konusu kırılma, Erdoğan iktidarına kazançtan çok ekonomik ve siyasi zarar getirdi. AKP, dış siyasette revizyona gitmek mecburiyetinde kaldı. Ankara, Suudi gazeteci Cemal Kaşıkcı’yı katleden Suudi yönetimine açtığı davayı kapattı ve Riyad ile ilişki kurdu. Aynı şekilde 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında olduğunu iddia ettiği Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile ilişkileri düzeltti. Keza Mısır ve İsrail ile ilişkilerde geri adım atarak diyalog başlattı.
Lakin Ankara, Şam'a yönelik benzer adımlar atmadı, atamadı. Tersine yeni Osmanlıcılık siyaseti bağlamında Suriye'yi bir mevzi ve sıçrama tahtası olarak kullandı. Kendi gücünü aşan emperyal ve saldırgan ilişkileri burada test etti. Suriye sahası, Ankara’nın yayılmacı siyasetinde bir laboratuvara dönüştü.
Erdoğan, Esad rejimine alternatif kendine bağlı muhalif güçlerden geçici bir hükümet kurdu. Suriye’de işgal edilen yerleşim birimlerine, Türk posta ve telekom sistemi, Türk bankaları, okullar, üniversiteler, hastaneler kurarak uzun vadede işgali ilhaka dönüştürücü adımlar attı. Özellikle Rojava Kürdistanı’nı kendi hinterlandı, arka bahçesi görüp işgal, talan ve insan hakları ihlalleri yaptı. Uluslararası toplumun uyarılarını dikkate almadı aksine meydan okudu.
Batılı devletler tarafından terör örgütü kabul edilen El Kaide'nin devamı Heyet Tahrir el-Şam, Hurras al-Din, IŞİD ve farklı cihatçı silahlı gruplardan devşirilen unsurlarla Suriye Milli Ordusunu oluşturdu. Amerikan özel güvenlik şirketi Blackwater ve Rusya’nın Wagner benzeri Uluslararası Savunma Danışmanlık Şirketi (SADAT) kurdu. SADAT, adı geçen örgütlerin elemanlarından paramiliter yapılar oluşturdu. Bu yapılar Türkiye’nin Suriye, Libya, Karabağ ve Kürdistan’ın diğer parçalarında askeri operasyonlara iştirak ettiler.
Meselenin siyasi ve silahlı boyutu bu iken, ekonomik boyutunda milyar dolarlar dönen bir rant ve sistem inşa edildi. Erdoğan’ın kısa vadede bu ilişkileri tasfiye ederek, Şam ile yeni bir sayfa açması şimdilik yukarıda sıralanan nedenlerden dolayı zor gözükmektedir. Muhalefet iktidara gelmeleri durumunda bu yapıları incelemeye alacağını, hatta tasfiye edeceğini ifade etmektedir. Ankara’da olası bir iktidar değişikliğinde bu yapıların tasfiyesi ve tasfiye girişimi şiddetli iç çatışma ve kaosa neden olabilir.
Erdoğan 2023 seçimlerini kazanmak için Putin’in desteğine ihtiyacı olduğundan, Şam ile görüşebiliriz diyerek Moskova'ya açık kapı bırakıyor. Son bir kaç hafta içinde Rusya’dan Türkiye’ye önemli miktarda döviz transferi gerçekleşti. Ukrayna savaşı nedeniyle Rusya, Batı ambargosunu delmek istiyor. Ne İran ne Çin ne de Kuzey Kore’nin bu konuda Rusya’ya yardımcı olmaları söz konusu değil. Şimdilik Rusya’ya yardımcı olacak ülke Türkiye. Batı ise Ankara-Moskova arasındaki ekonomik ve askeri anlaşmaları yakın takibe almış durumda.
2011'de Suriye iç savaşının başlamasıyla birlikte birçok Arap ülkesi, Esad rejimine karşı savaşmak için mali, siyasi ve askeri destek sağlayarak Suriye muhalefetinin yanında yer aldı. Suriye’nin Arap Birliği'ndeki sandalyesi boş bırakılırken, Mart 2012 Arap Birliği Doha toplantısında, Ankara destekli Suriye muhalefeti temsilcisi Suriye Devrimci ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu Başkanı Moaz al-Khatib toplantıda hazır bulundu.
Rusya, 2015’de Suriye iç savaşına müdahil olması ardından, uluslararası toplumun Şam rejiminin Suriye’nin meşru hükümeti ve temsilcisi kabul edilmesi için yoğun diplomasi yaptı. Öte yandan Moskova, Suriye hükümetinin özellikle Arap Birliği'ne geri alınması ve Esad rejimiyle Arap devletlerinin ikili ilişkilerini normalleştirmek için Körfez ülkelerinde yoğun lobi faaliyetinde bulundu.
Suriye iç savaşının çözümsüzlüğü bağlamında, süreç içinde Arap devletlerinin Şam rejimine karşı tutumu da değişti. Bu senenin sonlarında Cezayir'in ev sahipliğinde yapılacak Arap Birliği Zirvesi’ne, Şam rejiminin işlediği insanlık suçları gündeme getirilmeden, Suriye dosyası kapatılarak, rejim zirveye davet edildi. Arap devletlerindeki insan hak ve özgürlük ihlalleri göz önüne alındığında, Arap Birliği'nin tavrı normaldir.
Özellikle Cezayir, Mısır, Ürdün, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri, Şam rejiminin Arap Birliği’ne geri dönmesini destekliyor. Pratik ve siyasi olarak realist bir yaklaşım gözükmese de söz konusu Arap devletleri, olası Ankara-Şam yakınlaşmasının Esad rejimini İran’dan uzaklaştıracağı ve Erdoğan’ı dizginleyeceğini düşünüyor. Sonuçta Şam rejiminin tekrardan Arap Birliği’ne kabulü hem Esad hem de Moskova için önemli bir diplomatik başarı.
Muhtemel bir Ankara-Şam yakınlaşmasında Rojava Kürtlerinin tavrı ne olmalı ve elde edilen kazanımları korumaları nasıl mümkün olabilir?
Suriye’de siyasi bir çözümden bahsetmek şu an için mümkün değil. Ayrıca her siyasi çözümün adil ve kalıcı bir barışa hizmet edeceği garantisi de bulunmamaktadır. Tarih boyunca her dört parçadaki Kürdistan hareketleri, dört sömürgeci devletin aralarındaki çatlaklardan yararlanarak ilerlemeye çalıştı. Son otuz yıl içinde ise uluslararası toplumun bölgeye askeri ve siyasi müdahalesiyle dört sömürgeci devletin aralarındaki çatlaklardan yararlanma yanında, uluslararası toplumdan destek alarak kazanımlar elde edinmeye ve yol alınmaya başlandı.
Rojava Kürdistanı siyasi güçlerinden PYD ve ENKS’nin tüm girişimlere rağmen, bir araya gelmemeleri, Şam ve Ankara’nın lehine Kürdistan’ın aleyhine bir durum yaratmaktadır. Her iki siyasi gücün başta ABD olmak üzere uluslararası toplumla ilişkileri mevcuttur. Fakat PYD’nin, Birleşmiş Milletlerin 2254 sayılı kararı kapsamında Cenevre’de devam eden görüşmelere katılması Ankara tarafından engellenmiştir.
Yine Cenevre’de devam eden ama bir ilerleme sağlanamayan Suriye Anayasa Yazım Komitesinde 150 üyeden 2’si ENKS’lidir. Bu Kürtlerin temsili açısından oldukça düşük bir sayıdır. Şam ve Ankara, Suriye’de adil ve kalıcı siyasi bir çözümü ötelemek için ellerinden gelen manevrayı yapmaktadırlar.
Kısa vadede Suriye’de siyasi çözümden bahsetmek olası gözükmüyor. Ayrıca muhtemel Şam-Ankara mutabakatında Rojava Kürtlerinin mevcut kazanımlarını koruyabilmelerinin yolu, ABD’nin bölgeden çekilmemesini sağlamak ve aktif olmasında ısrardan geçiyor.
Washington'un Kürtler bağlamında Suriye politikası, Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) IŞİD’e karşı mücadelede desteklemenin yanında, Esad rejimi üzerindeki baskıyı sürdürmektir. Rojava Kürtlerinin ulusal demokratik haklarını elde etmede BM ve uluslararası platformlarda temsillerini sağlamada diplomatik destek vermektir. Bundan başka Ankara’nın Rusya ve ABD üzerinden Rojava Özerk yönetimi ile yaptığı ateşkes antlaşmalarına garantör olmaktır.
ABD Başkanı Biden, Suudi Arabistan'ın Cidde kentinde geçtiğimiz temmuz ayında 9 Arap ülkesinin liderlerinin katılımıyla düzenlenen Cidde Güvenlik ve Kalkınma Zirvesi’nde ABD’nin Ortadoğu’daki varlığına ilişkin açıklamalarda bulundu. Biden, ABD'nin Orta Doğu bölgesinde aktif bir ortak olmaya devam edeceğini belirterek, "Asla çekip gitmeyeceğiz ve bölgede Çin, Rusya veya İran tarafından doldurulacak bir boşluk bırakmayacağız." dedi. Bu açıklama Kürtler açısından yüreklere su serpen bir yaklaşımdır. Öte yandan Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, ABD’nin Ortadoğu’da Moskova ve müttefiklerine alan bırakmama stratejisini daha da kuvvetlendirmiştir.
Suriye’nin enerji ve verimli tarım kaynakları ABD askeri güçlerinin desteği ile SDG’nin denetimindedir. ABD, bölgede kaldığı sürece bu önemli kart, Kürtlerin lehine bir kozdur. Washington’un Esad ailesi ve rejimine karşı ekonomik Sezar yaptırımları ise Şam’ın üzerinde önemli bir tazyik unsurudur. ABD, Rojava Kürdistanı’nı petrol satışında, Ürdün ve Lübnan’ı ise Suriye üzerinden elektrik alımında kısmi olarak Sezar yaptırımlarından muaf tutmuştur.
Öte yandan İngiltere Uluslararası Ticaret Dairesi, ABD ve AB yaptırımları altında olan Esad yönetimindeki Suriye'ye “gelişmiş” ticaret statüsü vermeyi planladığını duyurdu. Bu plana ABD ve AB'nin nasıl bir reaksiyon vereceği önemlidir.
Rusya, Esad rejimini Kürtlerin ulusal demokratik haklarını teslim etmesinde başarısız kaldı. Şam’ın tek hedefi, kontrolü dışındaki toprakları ele geçirerek, otoritesini kurma stratejisidir. Yetki ve güç paylaşımı Şam’ın gündeminde değildir. Rojava Kürtleri ile belirli belirsiz müzakere ve diyaloğun özü budur.
Rojavalı Kürdistanlı siyasi güçler iç birliklerini sağlayarak, ABD ve koalisyon güçlerinin bölgede kalmalarını, Ankara ve Şam’a karşı aktif koruma taleplerini ısrarla sürdürmelidirler.
@cetin_ceko
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.