Osmanlı’dan günümüz Cumhuriyetine uzun zaman diliminde onca badire atlatmış olmasına rağmen pozitif bir değişime uğramayan çözüm önerilerinde ve karşıt tezlerde her iki tarafta da klişeleşmiş ezberleri ve engelleri bu denli aşamamış tek sorun Kürd sorunu olsa gerek.
Öznesi Turancılık ve Türkçülük olan Osmanlı’da dönemin koşulları ve Kürdlerdeki politik ve toplumsal temsiliyet farklı olduğundan Kürd meselesi belirgin aile ve şahsiyetler üzerinden dile getirildiği gibi Kürd sosyolojisinin tahrip edilmediği görülecektir.
Bu korunan sosyolojik doku hem sosyo kültürel açıdan, hemde demografik yapısı itibariyle Kürd halkını arayış içerisinde olan ve sonrada Kemalist kalıplar arasına sıkıştırılan Cumhuriyet Türkiye’sinde bir nebzede olsa konsolide etmiştir.
Yalnız uluslaşma nosyonunu kitlesel düzeyde gerçekleştirememiş, hiyerarşik bir yapıya ve örgütlülüğe sahip olmayan Kürd halkının diplomatik sahadaki zaafiyeti ile birlikte Anglo-Saxon devletlerinin öncülüğünde 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan antlaşması sonucu Türkiye’deki makus talihlerine mahküm edilmiştir.
Lozan antlaşması sadece Türkiye Kürdlerini mağdur etmemiştir aynı zamanda dört parçaya bölünmüşlüğün ve batı ülkelerinin özellikle de İngiltere’nin Kürdlere ihanetinin de en açık resmidir.
Bu sürecin somut öğretisini özetlemek gerekir ise;
1-Kürd halkı ulus olma erkini yerine getirmediğinden etnik aidiyet bağı ve milliyetçilik duygusu gelişmediğinden dini tandanslı ümmetçilik algısı daha baskın gelmiştir.
2- Başta Kürd entelijiansı olmak üzere Kürd sosyolojisi belli bir formata oturtulmadığından ciddi bir kırılma yaşamıştır.
1925’lerin Türkiye’sinden seksenli yıllara kadar ki dönem Kürdler açısından apayrı bir etüd gerektirir. Öyle ki bu elli yıllık zaman dilimi Kürd sosyolojisinin asimile edilmek istendiği, zoraki göçertildiği özellikle de Kürd politik kadrolarının devlet tarafından uğradığı baskılara inat farklı formatlarda var olma mücadelesini verdiği yıllardır.
Çoğulcu demokrasi kültürü olmayan, Kürd halkını yok sayan Kemalist Cumhuriyetin faşizan saldırıları karşısında Kürd hareketi başta kendi içerisinde olmak üzere ve yine Türkiyeli sağ ve sol fraksiyonlarla yoğun tartışmalar yaşayarak ayakta durabilmeyi başarmıştır.
Bu uzun dönemi somut cümlelerle tanımlamak gerekir ise;
1- Kürd sosyolojisinin devlet tarafından direkt hedef alındığı yıllardır.
2- Kuzey Kürd hareketinin uyanış yıllarıdır.
3- Anti demokratik devlet karekterine karşın entellektüel tartışmaların ve Kürdistani arayışların zirve yaptığı yıllardır.
4- Kürd siyasetinin kendi içinde ayrışarak farklı örgütlenmelerle kitlesel düzeyde taban bulduğu yıllardır.
Şahsımın da mensubu bulunduğum seksenlerden bugünlere kadar ki zaman dilimi ise Kürd halkının tanımlanamaz bir biçimde dejenere edildiği, kaotik bir ortamda toplumsal değerlerin dibe vurduğu, politik kadrolarda ve kitlesel düzeyde enlerin yaşandığı kayboluş yıllarıdır. Bireysel ve toplumsal özgürlüklerle birlikte sivil siyasetin temsili demokrasilerde daha geniş yer bulduğu günümüzde zamanın aksine kabuğuna çekilen, tolerans kültürünü neredeyse yitirmiş artifisiyel bir Kürd tipolojisi yaratıldı.
Acı olan şudur ki adabıyla, politik içeriğiyle tarihi dokusuyla Kürd kavramı peyderpey Kürdler arasında anlamını ve niteliğini ne yazık ki yitirdi. Öyle bir hale getirildi ki doğru düzgün kendi özünü kimliğini tanıyamamış, nasyonal değer ve sorumluluklarını bilmeyen Kürd profili en keskin enternasyonalist kesilebiliyor yada maneviyatı, dini ve toplumsal değerleri yerlerde sürüklenen Kürd akla mantığa ziyan ümmetin kardeşliği için bekçiliğe soyunabiliyor.
Her iki durumda da kayb olan nitelikli Kürd aidiyetidir.
Kürdlerde kırılan toplumsal fay hatlarının yanında politik kadrolara enjekte edilmiş ezberlerden ötürü fiiliyata pragmatik olamadıkları gibi değişime kapalı, sürekli olarak aynı kısır döngünün etrafında dönüldüğü görülecektir.
Bununla birlikte kurumsal bir kültür ve yapıya sahip olunamadığından siyasetin ince ayarını kestiremeyen kimi küfürbaz Kürdlerin Barzanî Ailesi ve Güney Kürdistan’a haksız saldırı ve hakaretleri de bundan dolayıdır.
Seksenlerden bugüne kayıp zamanın esas öğretisi nedir diye sorulursa;
1- Çoğunluk Kürdlerin bu olumsuz tabloyla yüzleşmek istemedikleri vede farkında olmadıkları gerçeğidir.
2- Sivil siyaset işlevini yitirmiş yöneten değil yönetilen olmuştur.
3- Kürdlerde bunca tahribatın gizli kahramanları olan derin devlet aygıtı ve paramiliter güçler bu olumsuz durumun en kazançlılarıdır.
4- Kürd halkının bu realitesini gören suskun Kürd aydını ise ipe un sermektedir.
Kendi payıma zamanın öğretisini eleştirel bir biçimde dile getirirken toplumsal refleksin gelişimini ise muhatabına bırakıyorum...
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.