Yeni yıla sayılı günler kala belki deyip yıllar yılı bizleri kasıp kavuran, hak etmediğimiz onca acıya reva görülmemizin ana kaynağı olan, resmî terminoloji tarafından “Kürt Sorunu” olarak tanımlanan oysaki tanınmayan Kürd realitesinde toplumsal barışın yolunu birlikte bulabilir miyiz diye umut etmek istiyorum.
Kürdistan coğrafyasının paylaşılmasında mihenk taşı olan Kasr-ı Şirin ve Lozan antlaşması sonrası adı sanı yasaklı, dünyaya Kürd olarak gelmenin neredeyse mubah görüldüğü, uluslaşamayan halkın kimliksiz, devletsiz mağdurları olarak çeşitli badirelerden geçe geçe bugünlere kadar geldik.
En vahim ve acı olanı şudur ki tabiatın bize sunduğu, yaradanın bizlere bahş ettiği kendi öz kimliğimizi başımıza buyruk olanlara izah etmek zorunda bırakıldık.
Oysaki dünyaya Kürd olarak gelmenin bir tercih yada sipariş üzeri yapılan bir şey olmadığı gibi, köle efendi denkleminden birilerine hesap verilmemesi gerekilen spontane bir realiteden başka bir şey değildi.
Ne Hikmetse bizlerle benzer koşullarda yaşayan Türk’ün, Arab’ın, Acem’in ulus olma, kendi bayrakları altında sınırlarını koruyup kolladıkları devletlerinde özgürce yaşama hakları gayet tabii iken, biz Kürdlere biçilen ikinci sınıf insan muamelesinin kabul edilir bir yanı olabilir mi.?
Hangi kardeşlik anlayışı, hangi inanç bu zulmü, bu zalimliği izah edebilir.?
Uzağa gitmeksizin Cumhuriyet Türkiye’sinin her karış toprağında Kürdün kanı, emeği, alınteri vardır. Yine hile hurda ile ayakta tutulan bu devletin bütün fotoğraf karelerinde Kürdün uğradığı mağduriyetler görülecektir.
Kürdün belengazlığı, be çaresizliği Kemalist, Müslüman Türk’ü mutlu mesud ederken biz Kürdlerin ise bu vahim durumu bir biçimde kabullenmemiz, içselleştirmemiz tarihin bize verebileceği en büyük ceza ve de af edilemeyecek en korkunç hata olsa gerek.
Bu durum yüz yıllık Cumhuriyet Türkiye’sinin en açık, en anlaşılır resmi iken Kürd halkının ve siyasal kadrolarının bu somut gerçekle yüzleşmesi elzemdir.
Burada sorulması gereken soru Türk devletinin Kürdistan’daki konumunu, varlığını nasıl adlandıracağız.? Amasız fakatsız her Kürd kendince bu sorunun cevabına vakıf olmalıdır.
Gerek Atatürk Türkiye’si, gerekse Erdoğan Türkiye’si Kürdleri Türkiye bütünselliği içerisinde bitirmek isterken kimi Kürtlerin halen daha Türkiyelik adına siyaset yapma çabalarının hiçbir karşılığı ve kıymeti harbiyesi yoktur.
Özellikle de afaki Türkiye demokrasisi uğruna Kürtlere bedel ödettirmek akıl kârı olmadığı gibi hiçbir şekilde Kürd halkının önceliği olmamalıdır.
Kuzey Kürdlerinin birincil sorumluluğu Kürdistani aidiyeti sahiplenerek kendi özlerine dönmesi, dahası halklaşma sürecini tamamlayarak Türkiye’de konjonktürel koşullardan ötürü minimal düzeyde federasyon talebinde bulunmalıdır.
Bu bağlamda Türkiye’de olası demokratik gelişmeler elbette ki desteklenmelidir yalnız burada bir alt kimliğe büründürülerek Kürd halkının meşru talepleri eritilmemelidir.
Açık açık söylemekte fayda görüyorum Kürd halkı kendi toprağının efendisi, üreteni, tüketeni, olmalıdır bundan gayrısı Kürdleri Türkiye’ye yamalamaktan başka bir şey değildir.
Buradaki ince ayrıntı halklar arasında bir düşmanlığı körüklemek değildir, aksine taşlar yerine oturtulsun mevcut realite ile olduğu gibi yüzleşildikten sonra elbette ki helalleşeceğiz, elbette ki birbirimize sarılacağız mümkün se iki komşu halk olarak bu kadim topraklarda yarınlarımızı birlikte inşa edelim.
Badirelerle dolu bir yılı daha atlatırken şu kadarını umut etmek isterim ki aklı başında vicdan sahibi Türk kökenli arkadaşlar dostlar kitlesel düzeyde Kürd halkının haklı taleplerini sahiplenerek Kürdistan davasına omuz vermelerini umuyorum.
Türkiyeli dostlar en azında şu kadarını çok iyi bilirler ki çözülemeyen Kürd sorunu, Türkiye’nin kangreni, kanayan yarası olmayı sürdürecektir. Unutulmasın ki toplumsal barışın ve iktisadi ekonomik refahın yolu Kürd realitesini hakça tanımaktan geçer.
Ben yine de bir parça umudumu tazeleyerek ne Kürdlerin mecbur kaldığı ezik kimlikli bir Türkiye vatandaşlığı, nede Türk devletinin hükümran olduğu sömürge bir Kürdistan istemiyorum diyerek yeni yıla bu umut ile girmek isterim…
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.