Ama o egemenlikte Türkiye halkları'da yararlanmadı. O egemenlikte Türkiye halkının payına düşürülen tek şey ırkçılık, manipülasyon ve Kürdlerle çatışmak oldu. Koloniyalist devlet yöneticileri, Kürd Türk çatışmasını son bir asırdır bu şekilde yönettiler. Türkiye cumhuriyeti, parti hükümetleri, Kürdlere egemenlik isteklerini çıplak bir askeri zorla dayatmışlar. Kürdlerin nasıl yaşayacağı ve yaşamayacağı kararını denetim altına almışlar. Bu sömürgeci-sömürge ilişkisidir. HDP muhataplığı üzerinde sürdürülen öneri ve tartışmlar bu üstenci ve kabuledilemez hotzotçuluğu fazlasıyla ele veriyor. CHP lideri Kılıçdaroğlu 'Kürd sorunun çözüm adresi TBMM. Muhatap ise HDP'dir söylemi yeni bir öneriymiş gibi pazarlanması bir yana son yarım asırda bütün Türk hükümet yöneticileri Ecevit, Demirel, Özal, ''Federasyonda olabilir'' Mesud Yılmaz, AB'ye girmenin yolu Diyarbakır'dan geçer, Çiller'in, Katalan modeli açıklaması, SHP ve CHP’nin Kürd raporları vb. Manipülatif raporlar, gündemler oluştu fakat çözüm eksenli barışçıl projeler düşünülmedi.
Savaş barıştan baskın geldi veya daha kârlı bulundu. Raporlar,‘çözümler’ adı altında yoklama, tespit ve imha amaçlandı. Kürd siyasi tarafı bütün bu yaşananlardan ders çıkarmalıdır. Uluslararası gözlemcilerin bulunmasından ısrarcı olmalıdır. Her rapor ve 'çözüm' sonrası başlatılan kitlesel şiddet ve kırımlar sorgulanmalı, milli davanın kapsayıcılığı bir daha göz ardı edilmemeli. Bu savaşın mimarı başlatıcısı ve sürdürücüsü Türkiye cumhuriyeti devletidir. Durduracak olanda kendisidir. Kürdlere karşı ortak savaş kararı alma ve uygulamada birleşenler, isterlerse PKK veya herhangi bir Kürd hareketin gerekçesine sığınmadan Kürdlerle barışçıl çözüm ortamını oluşturmadada birleşirler. Aslında CHP, yöneticilerin idelojisi, yarım asırlık varlığı ne denli sorun çözer, veya çoğaltığı yirmi yıllık AKP iktidarı sürecinde izlediği 'muhalefet' politikasıyla AKP'nin' gerisinde durduğu görülüyor. Ancak eğer Kürd-Türk ulusal hak eşitliği temelinde yeni bir süreç başlatılırsa niyet ne olursa olsun Kürd tarafı barışçıl atmosferin hakim kılınması ve Kürd ulusal sorunun şiddetsiz çözümü için üçüncü (AB,BM) taraf gözetiminde bu durumdan ısrarlı ve dikkatli olmalıdır. Çünkü Osmanlıda oyun bitmiyor.
Şayet bu seferde olumlu bir sonuç alınmazsa Kürd siyasi ve sivil toplum hareketleri, toplumun ileri gelen şahsiyet, aşiret ve aydınları bu durumu müzakere, analiz etmeli ve evrensel bir hak olan self-determinasyon hukukunu uygulama hazırlığına yoğunlaşmalıdır. Kürd Milleti dilenci değil, Türkler tarafından gasp edilmiş ulusal, siyasal haklarını ve işgal altında tutulan topraklarının iadesini istiyor. Kürd cephesi bu doğal haklarını ortak bir deklerasyonla talep ederse hiçbir güç karşı duramayacağı gibi dünya kamuoyun sempati ve desteğini alır. Bir asırdır Kürd sorununu şiddetle çözmek isteyen Türk koloniyalist sistemi, bu ırkçı ideolojik aygıtla yönetemez hale gelmiş. Kemalist cumhuriyt rejiminden gönümüze yok sayılan, ötelenen, etnisitelerin faydasına reel bir demokrasi gelişmedi.
Sonuçta anti demokratik Kemalist cumhuriyet, hiçbir direnç göstermeden siyasal cihatçıların yönetimine girdi. Ankara'nın, Kürd düşmanlığı üzerinde sürdürdüğü politika kendisini uluslararası islamci terör örgütlerin işbirlikçisi ve patronu haline getirdi. Türkiye halkının ezici çoğunluğu egemenlerine benzedi, sığırlaştırıldı. O nedenle Türkiye cumhuriyet rejimlerinde savaş temel seçenek olarak dayatılmış. Şimdi bir asırdır, varlığı sorun olan bu ırk Cumhuriyetin savunucuları TBMM'yi çözüm adresi olarak retorik ediyor ve taraflarıda kendileri belirliyorlar..! Anlaşılan o ki, Türkler, Egemenlik isteklerini klasik bir sömürgecilikle dayatmaktan bir beis görmüyorlar. Türkiye partisi olduğunu belirten HDP' ile resim vermeyen CHP, seçim yaklaştıkça Kürd ipine sarılması dikkatle değerlendirilmeli. Öncelikle Kürd sorunun nasıl çözüleceğinden önce çözüm alternatiflerini konuşmanın ortamını oluşturmak gerekir. Buda Kürd ulusun bütün siyasi, demokratik haklarını gasp eden, Kuzey Kürdistanda işgalci görevi yapan ve Güney Batı Kürdistan'ın (Rojava) belli şehirlerini cihatçı çetelerle işgal eden Türk devlet yöneticilerinin yapması gerekir.
Şu birkaç sembolik adımın atılması bu savaş atmosferini, gerginlik ortamını yumuşatır:
a)Rehin tutulan siyasi tutsaklar serbest bırakılmalı. Cezaevleri boşaltılmalı.
b)Kürd eğitim dilinin anayasal statüye gerekçesiz kavuşturulmalı.
c)Kuzey Kürdistan Türklerin açık hapishanesi olmaktan çıkarılmalı. Türk işgalci ordusu, sembolik olarak Kürdistan'nın belli şehirlerinde (Diyarbakır, Dersim gibi) çekilmeli.
d)Basın, yayın organlarında Kürdleri, ulusal direnişçilerini şeytanlaştırma, hedef gösterme ve linç propagandası engellenmeli.
e)Öldürülen çocuklar ve sivil savunmasız insanlardan dolayı özür dilenmeli.
f)Kürd ulusal direnişçilerine terörist deme hakareti yapılmamalı. Eğer bir terör, teröristlik veya teröristlerle işbirliği tespiti yapılacaksa Türkiye yöneticileri en önde gidenidir.
Ama görülüyor ki, Ankara ne zaman dış politikada çaresiz, iç politikada yönetemez hale gelirse ve siyasi, ekonomik bunalımın aparatı altında kalırsa Kürd ‘kardeşliğine’ sarılarak çukurdan çıkmak istemiştir. Bilindiği gibi Kemalistler, 'laik'cumhuriyetin savunucuları olarak hiçbir direniş göstermeden XXI’ inci yüzyılda Osmanlı İmparatorluğuna dönüş hevesini islamcılarla ortak yaşadılar. Onları ayni çukurda buluşturan Kürdlerin devletleşme korkusuydu. O korku gerçekleşecektir. Devşirme kolonizatör Ergenekoncu Erol Mütercimler, ''Allah korusun Kürd devleti kurulursa felaket olur''. diyor. Oysa asıl felaket bu tip ruh hastaların okullarda Türk-Kürd çocuklarına ders vermesidir. Muhalefet bu kafatasçı dönmelerden oluştuğu için Recep Tayyip Erdoğan, siyasi islami kabullendirmede zorlanmadı. O nedenle Irkçılık, dincilik gericilik, işgal ve sömürgecilik Türkiyenin bütün kurumlarına sirayet etmiş.
TC'nin anayasasına göre kurulmuş, ikinci siyasi muhalefet parti statüsünde HDP'e tahammül edemeyen birlikte resim vermeyen, bu sistem partileri nasıl sorun çözecek? Kırk yıldır Kürdlerin siyasetçileri ve halkıyla terörist’ muamelesi yapılıyor. Kürd sorunu Ankara ile konuşulur ama AB,BM gözetiminde çözülür. Çünkü Türkiye sömürgeci, Kürdistan'da sömürgedir. Sorun gerektiğinde müdahale edebilecek üçüncü bir gözlemci gücü zorunlu kılıyor. Türkiye ordu, polis zoru olmazsa Kars'tan Sivas'a hiçbir Kürd şehrinde tutunamaz. O nedenle legal ve illegal Kürd siyaset cephesi muhalefet tarzını değiştirmelidir. Sürekli öldürülen, dayak yiyen, direnen, slogan atan yeni alternatifler üretmeyen bir siyaset sorunludur. Etkili mücadele yöntem ve araçların kullanılması için geniş bir mutabakat, tartışma stratejisi belirleme yolu izlenmelidir..
Kürd sorununa ilişkin hazırlatılan raporlar,(hepsi değil) çözüm eksenli raporlar olmaktan uzaktır. Raporlarda Kürt sorunu, PKK sorunu ve ekonomik gelişmişlik veye gerilik sorunu birbirinden ayrı tezler olarak değerlendiriliyor. Mazlum der gibi sivil toplum örgütlerin raporlarında ağırlıklı görüş güvenlikçi tedbirlerin çözümü imkânsızlaştırdığı görüşü hakimken, devlet mayalı raporlarda tersi izah ediliyor. Burda çözüm çıkmaz. Abdullah Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirilmesi sonrası hazırlanan ve yapılan çalışmalarda “çözüm ve demokrasi” Türkiyenin 'demokratikeştirilmesi' temel bir manipülasyon vurgusu olmuş. Raporların yoğunlaştığı dönem daha çok 2007 sonrasından “Demokratik Açılım” sürecine dek devam eder. Özellikle liberal STK raporlarında sorun, ''demokrasi, insan hakları, özgürlüklerin korunması, çoğulculuk, anayasal vatandaşlık, sivil toplum ve hukukun üstünlüğü,'' gibi kavramlar etrafında tartışılıyor.
Milliyetçi, ırkçı siyasi bir çizgiye sahip STK’ların raporlarında ise sorun ağırlıklı bir biçimde PKK ve asayişin sağlanması temelinde Kürdler potansiyel suçlu olarak ele alınıyor. Mevcut rapor çalışmalarında Kürd Milli kimliğine, temsilcilerine kimlik boyutuna TC'nin işgalci koloniyalist niteliğine değinilmemiştir. Bilindigi gibi Cumhuriyet kadrolarının Kürt meselesiyle ilk pratik karşılaşması Koçgiri İsyanı 1921-. Şeyh Sait,1925- Ağrı 1930-Dersim 1938 İsyanı’yla devam etmiştir. Nihayet Türkiye Cumhuriyet yılları, Kürd katliamları ve isyanlarıyla yaşıt bir cumhuriyetdir. İsyanlardaki toplu katliam ve jenosid uygulamaları Kürtlerle Türklerin ayrılıkta dahil herşeyi açık seffaf konuşmasını zorunlu hale getirmiş. Sadece yönetenler değil birbirlerini öldürenler savaşanlar nasıl bir çözüm ortamı hazırlandığını, nelerin konuşulduğunu ve konuşulmadiğini, barışçıl ortamın neden oluşamadığını bilme hakkı vardır. Suçların örtülmesi, resmi politikanın retorik edilmesi sorun çözmez erteler ve sonunda iç savaşla patlar. Cumhuriyet’in ilanından 1937 Dersim jenosidine kadar geçen 14 yılda çıkan resmi isyan sayısı 21’dir. Kuzey Kürdistan, 1925–1950 yılları arasında olağanüstü totaliter uygulamalar, sömürgeci valilerle yönetilmiştir.
Türkiye Kuzey Kürdistan Bölgesini “yasak bölge” ilan etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayanların bölgeye girişleri 1964 yılına kadar izne tâbi tutulmuştur. Bu zulüm devam ediyor. Kurulan bütün umumi müfettişliğin tümü Kürdistan Bölgesi’nde açılmıştır. Her darbe sonrası Kürd bölgelerinde askeri seferberlik ilan edilmiştir. 1978 yılında ilan edilen sıkıyönetim, 1987 yılına kadar devam etmiş ve daha sonra yerini OHAL’e bırakmıştır. Türkiye cumhuriyetinin Kürdleri yönetme vaziyeti budur. O nedenle Kürdlerle Türklerin bu güne kadar barışçıl birlektenliği inkâr, imha ve oyalamacı raporlarla devam etti. Bölge 1978’den 2002 yılına kadar 24 yıl süreyle olağanüstü dikta düzeni içerisinde tutulmuş ve bölgede insanlık dışı uygulamalar hat safada sürdürülmüştür.Son yirmi yılda daha beteri yaşatılmıştır. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, 17 Nisan 2009 tarihinde Harp Akademileri Komutanlığında yaptığı konuşmada, “etkisiz hale getirilen” toplam PKK’lı sayısını 40 bin olarak açıklarken, 'Kurtuluş savaşında' ise toplam kayıp sayısı 10 bin 885 olarak açıklamıştı. Bu söylem bile Kürdlerin Milli kimliği, siyasi, statüsü Kabul edilmeden çözümün mümkün olmayacağını anlatıyor. [email protected]
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.