Evet Ermeni soykırımından bahsediyoruz. 1915 yılı baz alınarak binlerce yıldan beri bu topraklar üzerinde yaşamış, medeniyetler kurmuş kadim halklardan olan Ermenilerin kendi dillerinde "Medz Yeghern” yani "Büyük Felaket" adını verdikleri toplu bir imhayı yaşadılar. Ermenilere göre 1,5 milyon, Türk devletinin resmi rakamlarına göre 700-800 bin Ermeni bu süreçte hayatını kaybetmişti. Tarihin ilk kitlesel kıyımı olarak kabul edilen bu trajik olayların üzerinden 108 yıl geçmesine rağmen, toplumun büyük çoğunluğu yüzlerce yıl komşuluk yaptığı, birbiriyle yardımlaştığı, aşını, suyunu paylaştıkları farklı bir etnik ve inanca sahip komşusu bir halkın bu topraklarda nasıl buharlaşıp kayboldukları konusunda bilgisiz. Büyük çoğunluğu, Türk devlet aygıtının yalana dayalı propagandaların etkisinde. Lafı açıldığında; "Onlar bizi katletti. Bizde kendimizi koruduk." inancı ve anlayışı hakim. Ülke tarihinin bir kara lekesi olarak cereyan eden 1915 olayları, şüphesiz ki bir plan dahilinde İttihat ve Terakki yöneticilerinin emirleri ve teşvikiyle yapılan bir pogrom hareketiydi. Peki 1915 te gerçek anlamda ne olmuştu?
Tarih sayfaları 1914 yılını gösterdiğinde, dünya yeniden paylaşılmak istendi. Dönemin küresel emperyal devletleri kendi aralarında bloklaşarak 1. dünya savaşını başlatmışlardı. Almanya, Avusturya-Macaristan imparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğunun dahil olduğu ve başını Almanya'nın çektiği emperyal pakt ile, İngiltere, Fransa, İtalya ve Çarlık Rusya’sının başını çektiği diğer emperyal blok. 1917 yılında Rusya'da Bolşeviklerin başını çektiği bir ayaklanma sonrası Çarlık yıkılarak yeni rejim adını Sovyetler Birliği olarak değiştirerek savaş alanlarından askerlerini çekerek bu pakttan ayrılmıştı. Osmanlının içinde yer aldığı pakt yenilmiş, üç kıtaya yayılmış İmparatorluk toprakları, galip devletler tarafından paylaşılmıştı. Osmanlının merkezi coğrafyası olarak bilinen Anadolu'nun bir kısmı -başkent İstanbul dahil- işgal edilmişti. İşte trajik sorun bundan sonra başlamıştı. Yıkılmış olan bu imparatorluğun merkezi coğrafyasında yaşayan farklı inanç ve etnik kökenli halklar, kendi geleceklerini bundan sonra nasıl kurgulayacaklardı? Temel sorun bu soruda düğümleniyordu. Çünkü bu halkları şimdiye kadar bir arada tutan tutkal, dar bir alana sıkıştırılan etnik ve kültürel bir aidiyetin dayatması değil, Herkesin kendi dili ve kültürüyle yanyana yaşadığı Osmanlıcılıktı.
Çünkü Anadolu'da yaşayan toplum, homojen bir inanç, tek etnik ve kültürel bir yapıya sahip değildi. Toplum çok kültürlü, çok dilli ve çok inançlı bir yapı arz ediyordu. Geride kalmış bu topraklarda saf Türk etnisitesi yüzde 30-35 i geçmiyordu. Gayri Müslimler içinde Rumlardan sonra, uluslaşma sürecini tamamlamış olan halk Ermenilerdi. Müslüman halklar (Türk, Kürd, Çerkez, Laz, Arap vd.) ümmetçi bir anlayışın ötesine geçememişlerdi. Dolayısıyla Osmanlı, çok uluslu fakat etnik üstünlük temelli bir imparatorluk değildi. Gerek İttihatçıların ve gerekse onların devamı olan Mustafa Kemal'in başını çektiği aşırı Türk milliyetçisi Osmanlının askeri ve bürokratik ekibin tasarlamaya çalıştıkları devlet yapısı ise, bu toplumsal farklılık gerçekliğini bir kalemde silerek egemenliğin Türk ve Sünni İslam'a dayalı bir devletin hayali peşindeydiler. Böylesi bir devletin vücut bulmasının önünde Ermeniler bir engel olarak görülüyordu. İttihatçılar, tasarlamaya çalıştıkları ırkçı Turan devleti hayalini gerçekleştirmek için Ermeni engelini ortadan kaldırmanın arayışı içine girmişlerdi. Bunun tek çaresinin Ermenilere karşı pogrom ve tehciri dayattılar. Bu pogrom ve tehcirle Ermenileri bu topraklardan sildiler. Mustafa Kemal, tekçi cumhuriyetin kurulmasının önündeki engellerden biride Müslüman Kürtleri görüyordu. Bunu aşmak için Kürt ileri gelenlerini Sivas ve Erzurum kongrelerine davet ederek; "Kurulacak yeni devlet Müslüman Türkler ve Kürtlerin ortak devleti olacaktır" taahhüttü vermişti. Cumhuriyet ilan edildikten sonra, bu taahhütler tutulmamış, tekçilik üzerinde kurulan devlet, Kürtlerin varlığını inkâr ederek, Kürt başkaldırı ve isyanlarını tetiklemiş, bu başkaldırı ve isyanlar, toplu katliamlarla bastırılmıştı.
Bir saray darbesiyle II. Abdülhamid'i devirerek iktidara gelen İttihat ve Terakki liderleri (Enver, Talat ve Cemal Paşalar) hayallerinde yaşattıkları "Turan Devleti" (Adriatikten Çin seddine kadar olan topraklar) amacına ulaşmak için Gayrimüslimleri -Özellikle Ermenileri- büyük bir engel olarak görüyorlardı. Dolayısıyla Ermenilerin bu topraklardan bir haliyle çıkartılmaları gerekiyordu. Tehcir yasasıyla bunu yapmaya çalıştılar. Fakat bu öyle kolay olabilecek bir şey değildi. Doğal olarak büyük bir dirençle karşılaştılar. Tarihçi Prof. Taner Akçam'ın belgeleriyle ortaya serdiği soykırım sürecinin nasıl işlediğini kitaplarında yayınlamıştı. Son derece trajik dramatik olan bu olaya hangi açıdan bakarsanız bakın, her yönüyle birer insanlık dramı şeklinde karşımıza çıkıyor. İnsan hayatını bir sayıya, aritmetik bir hesaba göre rakamlara bağlamanın vicdansızlığı bir yana bırakılırsa, bu sayının 1,5 milyon değil, yüz bin olsaydı, bir oh çekip rahat bir nefes mi alacaktınız?
Her toplumun tarihinde, özellikle güçlü askeri imparatorluklar kurmuş toplumların tarihlerinde üzücü, utanç verici olaylar yaşanmıştır. Bu durumların sorumlusu ve suçlusu yeni nesiller elbette olamaz. Fakat bir farkla. Bir plan dahilinde katledilen bir toplum veya halklara karşı nefret ve düşmanlık besleyerek; "Benim atalarım böyle bir katliamı yapmadı. Onlar bizi katletti" inkarına sarılarak; “Olsa yine yaparız" denmesi halinde işte o zaman bu ağır suçun ortağı olursunuz. Onun için kimden gelirse ve kimlere yapılmış olursa olsun, katliam ve soykırımları kınamak ve lanetlemek erdemli insan olmanın vazgeçilmez gereğidir. Bu trajik olayların bir daha yaşanmaması dileğiyle acılı Ermeni toplumuna başsağlığı diliyorum.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.