Ülkenin faklı etnik, inanç ve kültürel toplulukların bundan böyle nasıl yaşayacakları, neye göre davranacakları gibi konuların bundan sonraki kaderini belirleyen bir seçimi geride bıraktık. Mevcut otokrat rejimin son 10 yılda topluma zoraki dayattığı Sünni İslam içtihatlarının temel alındığı böylesi şeriatçı ve Türkçü devletin yeniden yapılandırılmasını biçimlendirmek şekli olan Türk-İslam sentezli rejimin devamı mı? Yoksa, toplumdaki tüm farklılıkların haklarının güvenceye alındığı, hoşgörünün, demokrasinin, empati ve erdemliliğin hakim olduğu demokratik bir devlete geçişi mi seçecek? Resmi olmayan sonuçlara göre, mevcut otokrat rejim, parlamento çoğunluğunu almış gözüküyor (yaklaşık 322 milletvekili) Cumhurbaşkanlığı seçimi de 2. tura kalmış gibi görünüyor. Erdoğan ve Kılıçdaroğlu arasında süren mücadelede, Erdoğan lehine 5 puanlık bir fark var. Bu da yaklaşık 2-3 milyon oy demek. Otokrat rejime karşı örgütlü muhalefet eden ittifak bileşenlerinin siyasal duruşları hiç te iç açıcı olmadı. Cumhuriyetin kuruluşundan beri kanayan bir yara olan Kürt ulusal sorunu ve Türkiye'nin diğer mağdurlarının demokrasi ve özgürlük konusundaki sorunlarına olan milliyetçi ve şoven yaklaşımlarına karşı eleştirilerimiz şimdilik saklıdır.
Şu gerçeğin altını bir kez daha çizelim. Kürtlerin gasp edilmiş ulusal haklarına kavuşmaları konusunda muhalefetin samimiyet ve karalılığı konusunda ciddi tereddütlerimiz var. Muhalefet bu konuda sınıfta kalmıştır. Devletin bilinen resmi ezberlerini tekrarlıyorlar. Bırakın seçmen kitlesini, bu partilerin bazı kurmayları, kendilerinin içinde yer aldıkları ittifakın aleyhinde çalıştıkları da sır değildir. Özellikle CHP içinde yönetim dışında kalmış ulusalcı-İttihatçı kesim Kılıçdaroğlu'na oy vermediği gibi, seçmenlere de oy vermemeleri yönünde telkinleri olmuştur. Kürtler, verdikleri sözün arkasında durmuş, Kürdistan şehirlerinin tamama yakınında yüzde
60-70 oranında Kılıçdaroğlu'na oy çıkmıştır. Metropoldeki Kürtlerde aynı yolu seçmişlerdir. Kılıçdaroğlu'nun başında bulunduğu CHP'nin Kürtler arasındaki algısı yerli yerinde duruyor. Çünkü, CHP tekçilik ve inkarcılık temelinde kurulmuş olan cumhuriyetin de kurucusudur. Yüz yıllık süreçte yapılan tüm katliamların vebalinin damgasını taşıyan partidir CHP. Kılıçdaroğlu, bu trajik katliamların yapıldığı tek parti ve tek adam diktatörlüğündeki CHP'nin genel başkanı sıfatıyla katliam mağdurlarının torunlarından herhangi bir pişmanlık ve özür de dilememiştir. Bu katliamları Kürtler unutmamış, unutması da mümkün değil. Buna rağmen özgürlük ve demokrasi adına yola çıkan muhalefet, otokrat rejimin sonlandırılması için samimi ve ciddi bir çaba harcamamış, Kürtleri yarı yolda bırakmıştır.
Kürtlerin en büyük talihsizliği, gasp edilmiş ulusal hakları adına yola çıktığını iddia eden çağdışı totaliter bir ideolojiyi takip eden, Kürt sosyolojisiyle, duygu ve özlemleriyle uzaktan yakından bağı olmayan soğuk savaş eseri bir örgüt olan PKK nin vesayeti altında olmasıdır. Bu örgütün ortaya çıkış sürecinde, toplantı ve eylemlerin önünde yürüyen, kızlarını ve oğullarını "Kürdistan özgürlüğü" için dağlardaki Türk ordusuyla girilen çatışmalarda kaybetmiş yoksul Kürt kadınlarının sırtından onları meclise taşımış, evrensel sol ile alakaları olmayan marjinal Kemalist Türk soluna yıllarca balayı yaşatmışlardır. Bu kesim, demokrasi ve özgürlük yönünde içi boş slogan atmanın dışında hiç bir varlık gösterememişlerdir. Onları eleştirildiğinizde, bilinçaltı şoven refleksleri anında devreye girer; "...Kürt faşistleriyle uğraşamam" diyebiliyorlar. Bu şoven dışavurum, bu ifadeyi kullanan şahsın faşizmin gerçek anlamda ne olduğunu, kimlere faşist dendiğini de sanırım biliyordur. Arkalarında devlet gücü olmayan kişi ve toplumların isteseler de faşist olamayacaklarını da muhtemelen biliyordur. Aynaya baksa, gerçek faşisti görecek. Adı geçen şahıs, iki dönem Kürtlerin sırtından milletvekili seçildi. Kürtlerin bu aymazlıktan bir an evvel kurtulması lazım, Öncelikle kendi aralarında evrensel demokratik kriterlere dayalı bir Kürt partisi kurulması şarttır. Bu örgütlü muazzam kitlenin Kürtlerin haklarıyla ilgisi olmayan şiddet içerikli, kırıp döken, zor koşullarda hayat mücadelesi veren Kürt esnafların camlarını kıran devlet destekli provokasyonlardan artık dersler çıkarmalı. Bu sorumlu güçlü birliktelik, demokrasi ve özgürlükten yana Türklere de bir umut kaynağı olur.
Kürtlerin emek ve enerjisini heba eden boşa harcayan böylesi saçma politikalardan bir an evvel vazgeçilmelidir. Selahattin Demirtaş'ın karizmatik ve güven veren kişiliğinin etkili olduğu 2015 seçimlerinde aldığı oy oranı ve milletvekili sayılarının çok altına düşen HDP'nin değişmez politbüro üyesi Pervin Buldan, acaba istifa etmeyi düşünüyor mu? Hani 2 dönem kuralı vardı? Hani partiye emek vermiş bütün kadınlara fırsat eşitliğine ne oldu? Diğer kadınların bilgi ve yeteneklerinin toplum yararına kullanılmasının önü bu kadın tarafından neden tıkanıyor? Biz nedenini biliyoruz. Seçim süreci başlarken, Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önderin ilk seçim konuşmaları açık bir provokasyondu. Politik ve konjonktürel durum hiçe sayılarak, çoğunluğu Milliyetçi-muhafazakar olan Türklerin sinir uçlarına dokunmak suretiyle Öcalan'a selam çakılması bu durumu tetikledi. Onun hemen akabinde, Kandilden, "Bizim neyimiz eksik" dercesine "Kemal Kılıçdaroğlu'nu destekliyoruz" açıklaması geldi. Böyle bir duruma halk arasında "sol gösterip sağ vurmak" denir. Sonuç Ortaanadolu'nun muhafazakar-dindar seçmeni "ülke elden gidiyor" endişesiyle blok olarak, otokrat rejime yöneldi. Büyük kentlerdeki CHP ve diğer siyasal parti ve o renk ve tonlardaki milliyetçi seçmen, otokrat bloka oylarını akıttılar. Bu rejimin devamını sağlamak için sanki gizli bir mutabakat vardı.
Temel haklar ve özgürlük mücadelesine sonuna kadar devam edilmeli, hiç bir şekilde yılmamalı. Özgürlük ve demokrasiyi yok etmek isteyenlerin amacı zaten böyle bir şeydir. Yıldırmak.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.