Defalarca yazıp çizdik. 2 Temmuz 1993 tarihinde, Sivas’a bir kültürel etkinlik için giden tamama yakını yazar ve farklı alanlarda faaliyet gösteren tanınmış sanatçılardan oluşan bir gurup aydın, adı geçen İlin merkezinde bulunan Madımak adlı Otele yerleşmişlerdi . Olayın oluş şekli, gidişatı, ilin üst düzey devlet temsilcilerinin bu olay karşısındaki tutum ve duruşlarına bakıldığında bu vahşi cinayetlerin daha önce planlı ve organize bir hazırlık provasının yapıldığını, her şeyin inceden inceye planlandığı gün gibi ortadaydı. Büyük çoğunluğu dindar ve muhafazakâr olan bu ilin sakinlerinin sinir uçlarına dokunarak, katliam için alıcı bir kitlenin bulunmasında güçlük çekilmedi. Bir kısım işsiz-güçsüz ve lümpen insanları galeyana getirip, din üzerinden onları dolduruşa getirip mobilize etmek suretiyle; “Din düşmanlarına ölüm" "Kafirlerin amaçlarına kavuşmalarına fırsat vermeyelim” diyerek gittikçe artan kalabalık, gurubu otele hapsetmiş, 35 insanı göz göre göre şehrin göbeğindeki bir otelde yakmışlardı.
Bu ülkenin tarihi, böylesi vahşet ve barbarlıkların yaşanmasına hiçte yabancı değil. Yüzyıllık süreçte, bu ülkenin tarih sayfaları bu türden katliamlarla, dram ve trajedilerle doludur. İrili ufaklı bu katliamların hemen hepsinde, devletin derinlerine yuvalanmış, temelleri İttihat ve Terakki tarafından atıldığı Teşkilat-ı Mahsusa maharetinin bir versiyonuydu. Sivas vahşeti. Her ne kadar bu teşkilatın 1918 yılında İttihatçı liderlerin yurt dışına kaçmalarıyla bu teşkilatın lağvedildiği söylense de onların devamı olan Kemalist rejim bu karanlık örgütü kendi muhaliflerini tasfiye etmek için hep kullanmıştı. Cumhuriyet kurulmadan önce egemenliği altındaki topraklarda 1. meclislin bizzat kendisi yönetiyordu. Bu meclis, her inanç ve kültürden toplumun tüm kesimlerini temsil ediyordu. Otoriterliğe ve tek adam diktatörlüğüne heveslenen Mustafa Kemal, bu meclisi lağvederek tek adam diktatörlüğünü zorla dayatmış, Muhalefet buna şiddetli tepki göstermişti. Mecliste diktatörlüğe karşı ademi merkeziyetçi ce demokrasiyi en güçlü şekilde savunan muhalif kanadın liderleri Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey yapıyordu. Ali Şükrü Beyi, Teşkilat-ı Mahsusa tetikçisi Topal Osman'a öldürtülür. Konuşmaması içinde de Topal Osman sağ yakalanmasına rağmen anında infaz edilir. TKP genel sekreteri Mustafa Suphi ve merkez komite üyelerinin Karadeniz'de yine Topal Osman ekibi tarafından boğdurulmuştu. Pontus Rumları ve Ermenilerin katledilmesi, yakın tarihte Malatya, Çorum ve Maraş katliamlarının organize edilerek başlatılan katliamlar, bu derin örgütün imzası var. Soğuk savaş döneminde Adı "Gladyo-Konrtgerilla" günümüzdeki adı "Ergenekon" şeklinde değişmiş olsa da bu karanlık örgütün yapmış olduğu suikast ve katliamlarını, hiçbir devlet yetkilisi çıkıp bu örgütün yasadışı eylemlerine dur deme cesaret ce dirayet gösterememiştir.
İşin ilginç olan tarafı, ülkede yaşam tarzları modern ve kendilerine "laik" "medeni" “Atatürkçü” diyen kesim ile Alevilerin büyük çoğunluğunun bu konular hakkında büyük bir yanılsama içinde olmalarıdır. Bu kanlı illegal örgütün katliam eylemi sonrasında yaptıkları dezenformasyon özellikle bu iki kitle üzerinde çok inandırıcı ve etkili olmuştur. Toplumu korkutarak belli aralıklarla rejim etrafında dizayn etmeye çalışan karanlık örgüt, toplumun devlete daha sıkı sarılması amaçlanıyor. Kendilerinin planladığı bu kanlı eylemleri; "Şeriatçı kalkışma" olarak topluma yansıtarak uydurulmuş bu komik iddialara inanıp hemen üstüne atlayan çok sayıda insan var. Teşkilat-ı Mahsusa geleneği halen devam ediyor. Sivas katliamını projelendirip uygulamaya koyanlar, o dönemde Alevi toplumunun yoğun bir şekilde Kemalist rejimi sorgulama ve hesaplaşma tartışmaları yaşanıyordu. Gerçeklerin eskiden olduğu gibi kolayca üstünün örtülemeyeceği bir zaman dilimine girilmişti. Bu gidişatı tersine çevirmek için, "Gördünüz mü? Benden koparsan şeriat öcüsü seni anında yutar" korkusuna toplumun büyük çoğunluğu çok rahat inanmıştı. Sivas katliamı, şeriatçı bir kalkışma değil, derin devletin toplumu dizayn etmek için planlanmış bir organizasyondu.
Şimdi bu katliamın "geliyorum diyen" sürecini bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçirelim. Sanatçı ve yazarlar Sivas' a vardıklarında, cadde ve pazarlarda yayılan kötü propaganda neticesinde katılımcıları sözle tacizler başlatılmış olsa da gurup bunu çok ciddiye almamıştı. Gözü dönmüş kitlenin gittikçe artması ve dini sloganlar atarak katılımcıların otele sığınmasıyla, provokasyonun ciddiyeti anlaşılmıştı. Ve son perde sahnelendi. Otelin içine yanıcı madde atılarak oteli yakma girişimi başladı. Toplumda tanınan yazarlar, mevcut hükümet ortağı SHP (Sosyal Demokrat Halkçı Parti) genel başkanı ve başbakan yardımcısı Erdal İnönü'ye işin ciddiyeti ve vahametini birkaç kez ısrar ederek arıyorlar. Başbakan yardımcısı Erdal İnönü, orta büyüklükteki bir ilin valisine, emniyet müdürüne ve on binlerce askeri birliğe komuta eden komutana ulaşamıyor. Düşünebiliyor musunuz? Başbakan yardımcısının telefonlarına hiçbir yetkili çıkmıyor.
Saatlerce taşlı ve ateşli kundaklama altında olan böylesi bir vahşete hiç müdahale edilemiyor. Oysa hak talebiyle ve seslerini duyurmak için silahsız, şiddetsiz üç-beş insan yan yana gelip dertlerini toplumla paylaşmak istediklerinde yüzlerce polis ve jandarma anında etraflarını sarıp o insanları yaka paça gözaltına alıyorlar. Bir bilim adamı nezaketine sahip Erdal İnönü, bu gerçekliği gördüğü için, apar topar hem başbakan yardımcılığından hem de parti başkanlığından istifa etmişti. Gerçek bir bilim adamı ahlakı ve aynı zamanda vicdanlı bir insan olan Erdal İnönü, Ortadoğu’daki siyaseti ve kendi ülkesindeki devletin çürümüşlüğünü ve siyasi kirliliğini net bir şekilde görmüş, bütün makamlardan ve siyasetten de istifa etmişti. Aradan otuz yıl geçmesine rağmen bu katliamın gerçek failleri yani azmettiricileri bulunup cezalandırıldı mı? Hayır. Provoke ederek galeyana getirdikleri lümpen ve meczup birkaç kişinin boynuna bu yükü bindirip olayı kapattılar. Dönemin başbakanı Tansu Çiller, olaydan bir-iki gün sonra hep yaptığı gafların en vahini yapmıştı; "Sivas halkına geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Çok şükür çevredeki vatandaşlarımıza herhangi bir zarar gelmemiştir." Türkiye'nin dışında, dünyanın en geri ülkelerinde bile bir başbakan bu şekilde saçmalayabilir mi? Saçmalarla bir daha o makamda oturur mu? Ee burası Türkiye
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.