İnsanoğlu, üzerinde yaşadığımız gezegeni kimselere kaptırmama aç gözlülüğü (Yaklaşık 200 bin yıldan beri) ne yazık ki ilkel yaşamdan günümüz postmodern döneme kadar olan durum çok ta değişmemiştir. İnsanoğlunun bu bilinçaltı vahşiliği, bencilliği ve gözü doymazlığı hız kesmeden hala devam ediyor. Günümüzde çok ileri düzeyde gelişen silah teknolojileri, insanoğlunun bir kesiminin, kendisine rakip gördüğü diğer kesimi devre dışı bırakmak için geliştirmiş olduğu gelişmiş silahlar vasıtasıyla kısa zaman aralığında yüz binlerce insanın ölümüne yol açan katliamların önünü açmıştır. Bu durum ‘öldürme eylemi’nin de ötesine geçerek soykırım aşamasına geçmiştir. "Soykırım" tanımı, özellikle 2. dünya savaşı sonrasında kurulan BM bünyesinde kurulan ve dünyanın sayılı hukukçuları arasında seçilmiş kişilerden oluşan bir komisyon tarafından bu tanımın çerçevesi çizilmişti. Buna göre 5 şartın veya birkaç şartın birlikte karşılanması durumunda, o eylemin soykırım olduğuna hükmedilir. (Bu şartların ne olduğu, 5 madde içinde kaç tanesinin hayata geçirilmesiyle buna soykırım denilir gibi soruların cevapları makalemizin kapsamını aştığı için buraya alamadık. Öğrenmek isteyen okuyucular Google vasıtasıyla adı geçen şartları öğrenebilirler.) Dolayısıyla ilk resmi soykırım, Almanya da NAZİ’lerin Yahudilere karşı yaptığı katliam BM de soykırım olarak tescillendi. Soykırım yasası BM de 1948 yılında kabul edildi, 1951 yılında yürürlüğe girdi.
İşin çok daha ilginç olan yönü, yakın zamanlarda yaşanan katliamları (özellikle Kürtlere yönelik olan katliamları) BM’nin kabul ettiği 5 şartın hemen tamamını karşılamasına rağmen, BM genel kuruluna Kürtler adına bir öneri sunulmadığı için, bu trajik katliamlar soykırım dışında kaldı. Son 200 yıllık soykırım haritası çizilmiş. 20 ye yakın katliam soykırım olarak kabul edilmiş (Kürtlere uygulanan hiç bir katliam soykırım olarak alınmamış. Ezidi Soykırımı hariç. Onun da nedeni muhatabının İŞİD olması. Çünkü hiç bir devlet açıktan buna karşı çıkamayacağı bilindiği için) Sizin bir devletiniz yoksa, uluslararası platformlarda size ne tür haksızlık ve katliam yapılırsa yapılsın, hiç bir zaman sizin bu durumunuz hakkaniyet ve adil bir şekilde sorgulanmaz ve oylamalara sunulamazlar. Bu da BM yapısının insani duyarlılıkla hareket etmediğini, temsilci devletlerin kendi güç oranında aldıkları kararların etkili olduğunu gösteriyor. Oysa Türkiye'nin, Irak'ın (Saddam Hüseyin dönemi) İran ve Suriye'nin defalarca Kürtlere soykırım uyguladıklarının somut belgeleri vardır. 1986-88 yılları arasında Irak'ın eli kanlı diktatörü Saddam Hüseyin Kürt soykırımına karar verip seferberlik çağrısı yapmış, Bağdat ta eline kuranı sallayarak "Enfal operasyonunu başlatıyoruz" diyerek Kürt soykırımını başlatmıştı. silahlı -silahsız, kadın-çocuk ayrımı yapmadan 183 bin Kürdü ve bir o kadarı Şii Arabı katletmişti. Peki "Enfal" Arapça ne anlama geliyor? "Ganimet" Enfal aynı zamanda Kuran da geçen bir surenin adı. 639-643 yılları arasında Diyarbakır işgali ve yağmasından sonra Kürtlere kılıç zoruyla kabul ettirilen İslam’a yüzlerce yıldır ölümüne bağımlı hale gelmiş bir ulusa bu durum sırtına saplanmış bir hançer gibi olmuştu. Enfal suresinin tüm ayetlerinde, "... acımayın vurun boyunlarına..." ve "kafir" diye tabir ettikleri kişi ve toplumlara saldırıp, onları kılıçtan geçirdikten sonra, kadınlarını cariye (seks kölesi) mallarını da ganimet olarak yöneticiler ve savaşçılar arasında paylaşıyorlardı. Saddam diktatörünün bu fetvasını "Allah’ın emri" şeklinde telakki kabul eden ordusu ve taraftarlarının yanında, "İsrail'in zulmünden" kaçmış Filistinliler de bu sevaptan nasiplerini almışlardı. Önlerine gelen Kürtleri ve Şiileri vahşice öldürdükleri yetmiyormuş gibi, kadın ve kızlarına da işkence ve tecavüz ederek kanlarıyla duvarlara "Yaşasın bağımsız ve özgür Filistin" diye yazıyorlardı. Filistin'in bağımsızlığını ve özgürlüğünü engelleyen Kürtlermiş gibi. Bu gerçekliği de "Din kardeşliği" aptallığı içinde debelenip duran Kürt aymazlarına ithaf olunur.
İşin çok daha vahim insani ve vicdani boyutu, soykırımın hemen akabinde toplanan 57 Müslüman ülkenin üyesi olduğu İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) dönemsel konferansında, eli kanlı diktatör Saddam Hüseyin'in de o toplantıya katılmış olmasıydı. Hiç bir Müslüman ülke (İran hariç, çünkü o da Saddam’la savaş halindeler ve mezhep taşlarını -Şii- katlettiği içindi. Yani bu karşı çıkış, insani boyutta bir karşı çıkış değildi) çıkıp, "Bu Müslümanları halkı çocuk-kadın demeden neden öldürüyorsunuz?" demediler/diyemediler. Adı İslam ülkeleri olup üst düzeyde devlet ve hükümet başkanlarının katıldığı bu toplantı da 180 bin masum Kürd'ün öldürülmemiş gibi davranmaları, diğer yandan Ortadoğu'nun "Mağdur halkı Filistin" in lideri Yaser Arafat'ın bu katliamcıya sarılıp adeta onu kutlamasıydı. Konferansta iki kınama vardı. Bir kınama bankoydu "İsrail'in işgal ettiği Arap topraklarını kayıtsız şartsız terk etmesi" diğeri de, Bulgaristan'da Jivkof yönetiminin Türkiye’nin talebiyle "Türk toplumuna yapılan zulüm, Türk isimlerinin zorla Bulgarca değiştirilmesi, Müslüman Türklerin zorla Bulgarlaştırılması" Nasıl bir talep ama? Oysa bir halkın dilinin ve kültürünün onun onuru ve namusu olduğu gerçeğinden ne kadar uzak çifte standartlı bir talep. Bu insani talepleri sırf Türk oldukları için savunan aynı Türk devletinin 100 yıldan beri Kürdistan coğrafyasının yer ve şehir isimlerinin değiştirilmesi, Kürt çocuklarına Kürtçe isim verilmesinin yasaklanmasını kendisi yapmamış gibi davranmasına ne ad verilir? Kürt diye bir ulusun olmadığını, bunların dağ Türk'ü olduğu gibi tekçi ve inkarcı dayatmayı kendileri yapmamış gibi. Ya Türk solcuları? On binlerce çocuk, kadın katili bir diktatörü, "Emperyalizmin ve Siyonizmin korkulu rüyası" diye bağrına basıp onu kutsayan, hesap günü gelip çattığında diktatörün aldığı canların bedelini idam edilmekle bunu ödediğinde, günlerce salya sümük ağlamışlardı. Bu da Kürt seküler laikleri ve solcularına kapak olsun.
Enfal ve Halepçe de katledilen, kimyasal gazlarla böcekler gibi boğdurulan 180 bin masum insanın bu kırımına neden olanları şiddetle kınıyor onları ve destekçilerini insanlık adına lanetliyorum. Kim tarafından yapılmış olursa olsun ve kime yapılmış olursa olsun bu katliam ve soykırımları amasız, fakatsız kınıyorum.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.