Makalemizin başlığına taşıdığımız bu iki kavram, genelde Ortadoğu'da özelde, bu topraklarda yaşayan hemen her bireyi derinden etkileyen, çoğunlukla hayatı onlara zehir etmiş temel bir sorundan bahsediyoruz. Bu hayati sorun, başta siyasetçiler olmak üzere sosyologlar, sivil toplum kuruluşları ve felsefeciler tarafından bilerek veya bilmeyerek birbirleriyle hep karıştırılan ve çoğu zaman da diğerinin yerine kullanılan iki kavram. Oysa bu iki kavram birbiriyle tamamen farklı iki olgusal sorunu ifade ediyor. Ulusal sorun; bir devletin egemenliği altında bulunan hakim dil ve kültürün, o devletin ilham aldığı egemen ulus dışında kalmış farklı ulus veya toplulukların, dil ve kültürlerinin baskı altına alınması, asimilasyon dahil, o ulus veya topluluk aidiyetine mensup kesimlerin, devlet gücü tarafından her türlü baskı enstrümanları ve araçlar kullanılarak o ulusun ve toplulukların gasp edilmiş haklarının çözümünün yol ve yönteminin nasıl olması gerektiğiyle ilgili ortaya atılmış olgusal bir kavramdır. Demokrasi ise; devlet kurum ve aygıtlarının kendi vatandaş kitlesine bireysel ve toplumsal anlamda hayatlarını kolaylaştıran, bireysel ve toplumsal yaşamın her alanında onların dokunulmazlığını taahhüt eden özgürlüklerin bütününe denir.
Bu özet açıklamadan sonra, üzerinde şu an yaşadığımız coğrafyanın özel durumlarıyla ilgili somut bir kaç açıklama yapmak istedik. Yüz yıldan beri bu topraklarda vuku bulan kırım, katliam ve trajedileri yoğun olarak yaşamış, bir yüz yılı da geride bırakmıştır. Yüzbinlerce insanın hayatına mal olmuş bu kanayan yaranın adı şüphesiz ki Kürt/Kürdistan sorunudur. 20. yy’ın ilk çeyreğinde ya da 2. dünya savaşında bu sorunun çözülmüş olması gerekirken, büyük tahribatlar yaratarak günümüze kadar sarkıp gelmiş olması büyük acıları da beraberinde taşıyarak günümüze getirmiştir. Bu sorunun varmış olduğu hali hazırdaki nokta itibariyle, 21. yy'ın ilk çeyreğinde devirdiğimiz bu zaman diliminde, dünyanın ve bölgenin içine çekildiği, sonunun topyekûn bir 3. dünya savaşı ile mi? yoksa bölgesel bir savaşla mı sonlanacağı konusunda herkesin halen kafa yorduğu bir tufanın tam merkezindeyiz. Dünya siyasetini belirleyen merkezler strateji üstünde strateji geliştiriyorlar. Sonuç nasıl ve ne şekilde olursa olsun, 20 yy’ın ilk çeyreğinde başlatılan 1. Dünya savaşında dünyanın hakimi iki emperyal gücün (Britanya ve Fransa) Ortadoğu'nun kaderini gizli bir anlaşma sonucu belirledikleri Sykes-Picot'un şekillendirdiği siyasi haritasının mutlak değişeceğini gösteriyor. Bunun neye evirileceği konusu, bazı ülkeleri çok ciddi bir şekilde endişeyle telaşlandırmış görünüyor.
Bu ülkelerin başında Türkiye geliyor. Kürtlerin ulusal hakları gündeme geldiğinde, azgın birer boğa gibi saldırıya geçen, bu konuyu telaffuz eden hemen herkesi "hainlik"le suçlayan, onları ülkeyi terk etmeye davet eden ırkçı partinin lideri, "Bayram değil, seyran değil, eniştem beni neden öptü" misali, Kürt ulusal haklarının onların algısında "adres partisi" "temsilcisi" olarak gördükleri DEM parti yöneticileri ile tokalaşması boşuna ve tesadüfi değildir. Şimdi bu ifadeye karşı şöyle bir soru sorulabilir: Peki bu türden diyaloglar sizce kötü bir şey mi? Elbette değil. Keşke o ve ona bu tavrın sergilemesi için kulağına fısıldayanlar, Kürtlerin ulusal haklarının inkarından vazgeçip, sorunu barışçı ve demokratik yollarla çözülmesini samimiyetle isteselerdi. Türk ve Kürt kamuoyuna bu samimiyetlerini çıkıp deklare etselerdi. Endişe şu: Ortadoğu'nun yeniden şekillenmesi ve dizaynında, Kürtleri yine Lozan faciasında yaptıkları gibi onları oyuna getirip kullandıkları konusunda Kürtlerin dikkatli olmaları lazım. Çünkü bu türden kokular hissediliyor.
Devlet, hükümet ve Türk basını, Kürtleri böyle bir tuzağa çekmeye çalışıyor gibi dezenformasyonlar ve emareler görülüyor. Peki, DEM parti ve PKK, Kürt ulusal haklarının müzakere adresi olabilirler mi? Kesinlikle hayır. Bu hayır dememiz bizim ifademiz değil, kendileri bunu ısrarla ve altını çize çize söylüyorlar. Bu oluşumlar, kendilerini Türkiye partisi ve ulus devlet karşıtı ilan etmişlerdir. Onun için bu iki oluşum, Kürt ulusal hakları muhatabı olamazlar. Diğer Türkiye Partileri gibi sadece bu konu hakkında partilerinin fikirlerini açıklayabilirler. Bu konu müzakere edildiğinde bağımsızlık dahil, Federasyon ve özerklik konuları da masada konuşulacak, Kürtlerin bu coğrafyadaki dağılımı, büyük çoğunluğunun nasıl bir yaşam arzuladıkları konusu tartışılıp müzakere edilecek. Özerklik ve federasyon da ulus devletin birer siyasal versiyonu olan yapılardır. DEM parti seçmeninin %90 ı Kürt seçmenlerden oluşuyor. Bu Kürt seçmenlerin %70 inden fazlası, en az özerklik istiyor. Dağa çıkmış Kürt gençleri de "Kürdistan'ın özgürlüğü" için savaştığını sanıyor. İşte burada çok büyük bir çelişki ve handikap var. Ama DEM parti tüzük ve söylemlerinde ısrarla "Türkiye partisi" olduklarını defalarca deklare etmiştir. Bu parti "Demokratik bir Cumhuriyet" talebiyle politika sahnesine çıkmıştır. Bu sorun devletin gündemine geldiğinde, bu konu ile ilgili müzakere ve istişareler, Kürtlerin ulusal haklarının gerçek anlamdaki siyasi temsilcileri Kürt/Kürdistani partilerdir.
Böylesi istişarelerde asgari talepler özerklik ve federasyon dur. "Türkiye partisi" ya da "Demokratik Cumhuriyet" talebiyle ortaya çıkan parti ve oluşumlar, Kürtlerin kaderi üzerinde söz sahibi olamazlar. Kaldı ki Kürtlerin azınlık bir kesimi de ısrarla bağımsızlık istiyor. Dolayısıyla DEM parti ve PKK bırakın tüm Kürtler adına bu misyona sahip olmayı, bu taleplere zaten şiddetle karşıdırlar. DEM partinin Kürtlerin ulusal hakları ve siyasal statüsü ile ilgili temsiliyet ve istişarelerde hiçbir şekilde yer alamayacağı ve almaması gerektiği konusunun somut örneği, partinin eş genel başkanı, Tülay Hamitoğulları’nın sosyal medya X hesabındaki paylaşımında saklıdır. Yüzbinlerce Kürdü ve Şii Arabı soykırımdan geçirmiş eli kanlı Irak Diktatörü Bu kadının, Saddam Hüseyin'in devrilmesine kahrolup adeta yasını tutan bir yaklaşımı var. Peki Türk devlet aklının olası bir müzakerede, Kürtleri bilgi ve birikimleriyle temsil edecek hali hazırda bir Kürt Partisi var mıdır? Maalesef bu soruya "evet" cevabı veremiyorum. Kürtlerin yüz yıllık sorunu ve handikapı zaten bu değil midir?
Â
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.