Binlerce yıl, deneme-yanılma sonuçlarıyla doğrulukları test edilmiş bazı atasözleri, insanların doğru ve erdemli bir yolda ilerlemelerine ne yazık ki yeterli bir umut veremedi. Makalenin başlığını oluşturan "3 olgu 3 sonuç" olayı, insanların insanoğlunun önüne milyonlarca kez çıkan bu musibetlerden ne yazık ki yeterince dersler alınmamıştır. Çok somut ve objektif bir atasözü var; "Bir musibet, bin nasihatten evladır" İnsanlar bu gerçeğe inat din ve ideoloji kullanılarak, hilelerle, yalanlarla takviyelerle zihinlere işlenen bu hurafe ve irrasyonel nasihatleri dinlemeye devam ediyorlar. Son bir kaç gün milyonlarca insanlın gündemi bunlar işgal etmiş durumda. Gelin, gündeme oturmuş bu 3 musibeti (olguyu) sosyolojik, psikolojik ve felsefi olarak analizler edelim.
MUSİBET -1 : Üç ay önce, Filistinli dinci terör örgütü Hamas'ın İsrail’de bir etkinlikte bir araya gelmiş tamamı kadın çocuk ve genç sivillerden oluşmuş kitleye saldırarak 700 ün üzerinde insanı katletmeleri sonrası, İsrail'in misilleme de buna misilleme olarak yaptıkları operasyonda on binin üzerinde Filistinli kadın ve çocuk katledilmişti. Türkiye’de otokrat rejim, sırf dinsel ve ideolojik saiklerle İsrail-Amerika karşıtı protesto eylemleri açık bir şekilde teşvik etmişti. Kürdistan'da ise, Hüda-Par isimli Sünni-dinci parti, bir önceki seçimde otokrat rejim ortaklığı şablonunda yerini almıştı. 2024 Martında yapılması düşünülen yerel seçimlerde, siyasal ve ekonomik rantlardan yararlanmak için, Kürtlerin bir kısmını bu tarafgirliği zorlayıp teşvik ettiler. Oysa kendilerinin de mensubu oldukları Kürt ulusu, yüz yıldır inkârcı ve tekçi devletin Kürt ulusunun dilini, kültürünü, ulusal aidiyetini inkâr etmiş, isimlerinin ağza alınmasını bile yasaklamış olmasına rağmen, bu onur kırıcı durumları umursamaz bir tavırla geçiştiren, bütün söylem ve uygulamalarında amansız bir Kürt düşmanı olan Filistinli terör örgütleri lehinde, muhafazakar-dindar Kürtleri İsrailli 700 sivil insanı katletme emrini veren teröristi kutsayan sloganlar attırmak suretiyle İsrail ve Amerika’ya düşmanlarmış gibi göstermek istediler. Bir toplumun kendi gereklerinden bu şekilde kopmasına psikiyatri literatüründe "Depersonalizasyon psikozu" denir. Burası Ortadoğu, vicdanın ve merhametin esamesinin okunmadığı, hayatın akışının dinsel hurafelerin ve otoriter-totaliter ideolojilerin izinleri ölçüsünde yürütüldüğü devletler. Böylesi toplumlarda, vicdan ve merhametten yoksun epeyce meczupun olduğunu da biliyoruz. biliyoruz. Ceberut devletin bu kişilerin sırtlarını sıvazlayıp "aslanım" "koçum" demesi durumu hasıl olduğunda, artık kimse bunları tutamaz. Yapamayacakları kötülük yoktur. Tıpkı, sırf Ermeni olduğu için Hrant Dink'in katletme işini 16 yaşındaki bir çocuğa havale ettikleri gibi. Üstüne üstlük bu kirli senaryoyu saklama gereği hissetmeden, devletin resmi ve üniformalı yetkililerinin de içinde bulunduğu bayraklı ve halaylı fotoğraflar çektirilerek "yoldan çıkarttıkları" bu çocuğun sırtının sıvazlanmasında olduğu gibi. Özellikle Yahudi vatandaşların inanç mekanlarına ve işyerlerine yapılan yoğun saldırılarına başlamasına neden olmuştur.
Hele Gebze'de yaşanan rehin alma olayı ve onun sonuçlanma çekli tam bir komediydi. Kocaeli valisinin kendisini zorlayarak, baskının başlaması ve sonlandırılması şekli, insanları gülmekten yerlerde süründüren cinstendi. Olayın başlangıcı ve sonlandırılması, endişe ve korku içinde olan rehine yakınları ve vatandaşlara hiç bir açıklamada bulunmayan yetkili kurum olan Kocaeli valiliği basın mensuplarına şöyle bir açıklama yapıp işin içinden çıkacaktı "Evet maalesef Gebze'de, bir fabrikaya zorla girmek suretiyle o fabrikada bulunan çalışanları rehin almıştır. Bu duyumlar üzerine güvenlik kuvvetlerimiz ve jandarmamız anında oraya intikal etmiş, bu eylemi yapan arkadaşı -pardon zanlıyı- bu eyleminden vazgeçirmek istemiştir. Zanlı, İsrail'in Gazze'de yaptığı katliamı protesto için yaptığını söylemiştir. Biz rehinlere ve o arkadaşa -pardon zanlıya- bir zarar gelmemesi için sabır, soğukkanlı ve titizlikle bekledik. Zanlı, bir ara ihtiyaçlarını karşılamak için dışarı çıkmış (!!??) biz bu fırsatı hemen değerlendirerek güvenlik kuvvetlerimizin kahramanca müdahalesiyle zanlıyı etkisiz hale getirdik. " Vallahi bravo. Operasyonu yöneten bu sayın valiyi kutlamak lazım. Oysa daha önce, rehin olaylarında kahraman güvenlik kuvvetleri yaptıkları her operasyonlarda rehine ve eylemcilerin bir kısmı öldürülmek suretiyle etkisiz hale getiriliyordu. Bu kez eylemci ve rehinelerin sağ salim ele geçirilmesi hepimizin beklediği bir durumdur. Eylemcinin siyasi veya inançsal kimliği ne olursa olsun hiç kimse öldürülmeyi hak etmiyor. Bizim eleştirdiğimiz nokta bu konulardaki devletin izlediği bariz çifte standartlardır. Her şeye rağmen sonuç iyi olmuştur.
MUSİBET-2: Bu devletin laik bir devlet olduğu konusunda ülkedeki aydın ve entelektüellerin bu konu üzerindeki tartışmaları devam ediyor. Oysa "aydın" ve "entelektüel" diye adlandırılan bu kesimlerin büyük çoğunluğu, aydın ve entelektüelliğin çok uzağındalar. Bu ülkenin kalbur üstü, üstelikte hukuk okumuş, isimlerinin önünde de bolca hak etmedikleri akademik unvanları taşıyan bir kesim var. Bir önceki makalede sanırım Laiklik konusunu işlemiştik. Laik bir devletin evrensel anlamdaki duruşu ile Mustafa Kemal'in bu ülkeye devlet sopasıyla getirdiği laiklik arasında uzlaşmaz çelişkiler var. Tekrar söylüyoruz; Bu devlet hiç bir zaman gerçek anlamda laik bir devlet olmadı. Laiklik adını verdikleri bu ucube sistem, toplumdaki mevcut din anlayışını devletin kontrolü almak amaçlanmıştır. Bu laiklik değil, anti-laik jakoben diktatörlüğün bir sonucudur. Sorgulamayan, araştırmayan fakat modern giyinen, modern yaşam tarzını benimsemiş, aşırı milliyetçi, bütün dinsel ve etnik farklılıkları düşman ve bölücü gören ucube bir yapının yetiştirdiği yüzde 25’lik bir kesim var. Bunlara "laik Beyaz Türk" deniyor. Bunların yanında acayip bir şekilde duran, onlarla duygu birliği içinde olan ve Stockholm sendromuyla muzdarip Alevilerin yer aldığı hibrit bir laiklik anlayışını, gerçek evrensel laiklik olarak algılamaları çok ilginçtir. Özetleyelim, Laik bir devlet, kurumsal olarak hiç bir dinin, hiç bir mezhebin veya hiç bir dinsizliğin tarafgiri olamaz. Toplumun bir kesimi veya çoğunluğunun taraftarı oldukları dinlerin veya mezheplerin din görevli ve misyoncularına maaş bağlayamaz. Bir dinin veya mezhebin içtihat ve ritüellerini "gerçek din" diye o din veya mezhebin tarafı olamaz. Kamunun malı olan bina ve yapıları o din veya mezhebin amaçları için tahsis edemez. Gerçek anlamda laik bir devlet kendi vatandaşlarının inanç ve inançsızlığı karşında tarafsız ve nötrdür. Devletin asıl görevi bu inanç veya inançsızlık girdabına girecek toplum kesimleri arasında herkesin inancını veya inançsızlığını özgürce yaşayacak bir barış ortamını yaratmaktır.
Onun için kuruluşundan beri bu devlet hiç bir zaman gerçek anlamda laik bir devlet olamadı. İnsanlara, laikliğin amacı nedir? diye sorduğunuzda, "dinsizlik" der. Laikliğin öyle olmadığını yukarıdaki kriterleri saydığımızda da bu kez; İyi de bu ülkenin yüzde 99,9 Müslümandır" bahanesine sarılırlar. Haydi varsayalım öyledir. (Öyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Örneğin benim gibiler, Müslüman ve Sünni bir ailede doğdukları için ömür boyu Müslüman mı kalıyorlar? Hayır. Mesela ben 22 yaşıma girdiğimde, gözlemlerimde, izlenimlerimle Müslümanlık adına yapılan rezillik ve iğrençliklerini, pratik hayattaki riyakarlık ve takviyelerini görünce bütün dinlerle arama mesafe bir mesafe koydum. Sanırım benim gibi epeyce insan var. Bu gizli deistler, kendi açılarında haklıdırlar, çünkü korkuyorlar. Yani benim gibi deli değiller) Neyse, bilindiği gibi devletin hazinesi bütün vatandaşların vergileriyle oluştuğunu herkes biliyor. Bu değerleri, bir din veya mezhebin -çoğunluk olsalar dahi- hizmetin ve büyümesine harcamak, eşitliğe ve demokrasiye aykırı bir şeydir. Laik bir devletin başı veya yöneticileri kendi vatandaşlarının inanç veya inançsızlığı ile alay edemez. Biz bunu da yaşadık. Devletin başındaki zat, siyasi rakibi için "Bunlar Zerdüşt" diye aşağılamıştır. Evet, bu toplum çok dinli, çok dilli ve çok kültürlü bir yapı arz ediyor. Zerdüşt te var, dinsiz de. Peki böyle bir inanca veya inançsızlığa sahip olmanın herhangi bir suç kriteri var mıdır? Hayır. Peki Zerdüşt veya değil, sana ne kime ne? Sen şeriat devletinin şeyhülislamı mısın? Devletin tepesine oturmuş zatın konumuyla hiç uyuşmayan aykırı davranışlarını sorgulayan, eleştiren var mı? O da yok. Kağıt üzerinde kalmış güya "laikliğin teminatı" maskeli sahte solcular ve Kemalist Beyaz Türkler nerede? Bir kaymakam, Cuma Hutbesinde, diyanet işleri başkanlığının hutbe reçetesini yanlış okudu diye, imamı makamında dini sorguya çekerek hakaret edebiliyor. Bu ülkede gerçek anlamda laik bir devlet olsaydı, bu kaymakam bir dakika bile o makamda oturamazdı. Yetkisini ve haddini aşan bu kaymakama tepki veren oldu mu? Hayır. Fakat üç dönem Kürtlerin sırtından meclise taşınan sosyalist-komünist bir hanım, eğitim bakanlığı bütçesi üzerinde yaptığı bir konuşmada "Siz 1913 yılında "andımız" ı da müfredattan kaldırdınız diyebiliyor. Belli ki bu durum hanımefendiyi epeyce üzmüştür. Düşünebiliyor musunuz? sayıları milyonlarla ifade edilen bir ulusun dili, kültürü, etnik aidiyeti yasaklanmış, öbür tarafta dünyanın en ırkçı ve şoven olan bir andı, dili, kültürü yasaklı çocuklarına her sabah "Türküm doğruyum, varlığım Türk varlığına armağan olsun" diye bağırmasına göz yumacaksın ve hala kendinize, "demokrat" "sosyalist" diyeceksiniz. Hadi oradan derler insana. Suç onlarda değil, yıllarca Kürtleri kandırıp bu sosyal-faşistleri Kürtlerin sırtına bindirip meclise taşıyanlar suçlu. Bu konu ile ilgi bir Kürt atasözü var; "Bıxwekırîya re derman tûne" (Kendine zarar verenlere derman yoktur)Devletin anayasasında "demokrasi" "hukuk" gibi kavramların yanında laiklik kelimesi de bir süs gibi duruyor.
MUSİBET -3: Dini konular hakkında konuşan bu konuda sosyal medya da fenomen olmuş Ramazan Hoca psikopat bir tetikçiye öldürtüldü. Katil zanlısı psikopatın ifadesi çelişkilerle dolu. Cinayeti işleme gerekçesinde, Ramazan Hocayı Afganlı sandığını, onu evine davet edip uyuşturucu verip kendini, taciz ettiği için öldürdüğünü söylemiş. Hiç inandırıcı değil. Ramazan Hoca isimli bu vatandaşın, dindarlık konusunda söylediklerine tepki gösteren devletin içine sızmış etkili bir tarikatın yöneticileri tarafından bir kaç kez uyarılarak tehdit edildiği söyleniyor. Kimselere zararı olmayan aynı zamanda yoksul ve mütevazi bir hayatı olan bu insanı foyaları ortaya çıkmasın diye katledenleri şiddetle kınıyor ve lanetliyoruz. 03.02.2024
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.